Yeni başkanlık döneminin henüz ilk yılında Donald Trump, “kurallara dayalı uluslararası düzen”i tarihe gömmek üzere attığı adımlarla, yalnızca ABD’nin değil tüm dünyanın ekonomik yönelimini değiştirdi. Benn Steil’in 15 Haziran 2025’te Project Syndicate’te yayımlanan analizine göre, bu yönelim ne yeni bir düzen ne de alternatif bir sistem öneriyor: Sadece kontrol edilebilen bir kaos, istismara açık bir boşluk yaratıyor.
1945 sonrası ABD öncülüğünde kurulan çok taraflı yapı –Birleşmiş Milletler, IMF, Dünya Bankası, GATT ve NATO gibi kurumlar üzerinden gelişen işbirliği– bugün bizzat kurucusu tarafından sabote ediliyor. Trump’ın yaklaşımı, “Ticaret kötüdür” notunu ilk döneminde konuşma kağıtlarına karaladığı günlerdeki kadar radikal. Ama artık bu not bir politika metni haline gelmiş durumda.
Çok taraflılığın sonu: WTO çöktü, “ulusal güvenlik” gerekçesiyle serbest ticaret askıda
Trump’ın ilk başkanlık döneminde, 2019’da başlayan Dünya Ticaret Örgütü’nün temyiz organının felce uğratılması, halen çözülebilmiş değil. Beş yılı aşkın süredir hiçbir ticaret anlaşmazlığı bağlayıcı kararlarla sonuçlandırılamıyor. ABD’nin yargıç atamalarını bloke etmesi, çok taraflı sistemin hukukiliğini işlevsizleştirdi.
Buna ek olarak, ABD dahil birçok ülke “ulusal güvenlik” gerekçesiyle ithalatı sınırlayan uygulamalara yöneldi. Sadece 2024’te bu gerekçeyle yapılan bildirim sayısı 95’e ulaştı. Kahve çekirdeği, kapı kasası ve içki gibi masum sayılabilecek ürünler dahi bu kapsama alındı. En çok başvuruda bulunan ülkeler arasında Meksika, İsviçre, Brezilya ve Suudi Arabistan yer alıyor.
Bu gelişmeler, WTO’nun “en çok kayrılan ülke” ilkesi ve gümrük tarifelerinde üst sınırları belirleyen bağlayıcı kurallarının da artık geçersiz olduğunu gösteriyor.
Doların tahtı sallanırsa: Barter ekonomisine geri dönüş mü?
Amerikan yaptırımlarının sıklaşması, doların küresel ticaretteki istikrar sağlayıcı rolünü zedeleme riski taşıyor. Bugün dolar, dünya merkez bankası rezervlerinin %58’ini oluşturuyor. Ancak ABD, finansal sistemi bir dış politika aracı olarak kullandıkça, ülkeler alternatif yollar aramaya başlıyor.
Ne var ki bu alternatifler de zayıf: Euro’nun önünde ortak bir borçlanma piyasasının olmaması, Çin’in renminbisinin ise düşük rezerv payı (%2), sermaye hareketleri üzerindeki katı kontroller ve hukuk güvencesinin eksikliği gibi yapısal sorunları var. Bu durumda ülkeler, kendi para birimleriyle ikili denge kurmaya çalışacak – yani ticaret evrensel rekabetten çıkar, takas ekonomisine yaklaşır.
BRICS hayali, doların tehdidine karşı savunma mı?
Doların yerine geçebilecek bir küresel rezerv para birimi oluşturma girişimi BRICS gibi gruplarda giderek ciddileşiyor. Ancak ironik olan şu: Bu arayışların nedeni, Trump’ın bizzat bu ülkelere yönelttiği finansal ve ticari tehditler. ABD artık müttefiklerini ve rakiplerini aynı derecede korkutuyor.
Otoriterliğe açık yeni bir küresel dönem
Trump’ın gümrük tarifeleri, ticari tehditleri ve WTO’yu devre dışı bırakmasıyla sekteye uğrayan sekiz on yıllık küresel ticaret düzeni, sadece ekonomik sonuçlar doğurmuyor. Steil’e göre, inovasyonun yavaşlaması, yaşam standartlarının düşmesi ve fiyatların artmasının ötesinde, bu düzensizlik otoriter yönetimlerin önünü açacak yapısal bir zemin hazırlıyor.
Çin’in artan devletçiliği ve dış politikadaki saldırgan tutumu ABD kamuoyunda ciddi bir karşılık buldu. Oysa Obama yönetiminin geliştirdiği Trans-Pasifik Ortaklığı (TPP) ve AB ile yürütülen Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) gibi girişimler, Çin’in kuralsız yükselişini sınırlayabilecek yapılardı. Trump’ın ilk seçimiyle bu anlaşmalar da tarihe karıştı.
Bugün gelinen noktada, ABD Çin’i dengelemek yerine onun yöntemlerini kopyalıyor. Bu da ABD’nin “yumuşak gücünü” eritiyor, müttefiklerini uzaklaştırıyor, uluslararası hukuku işlevsiz hale getiriyor.
Yeni bir dünya kurulur mu?
Steil’in ifadesiyle, bu çöküş sadece bir kişinin ya da bir ülkenin suçu değil. Ancak liberal uluslararası düzenin –tüm eksikliklerine rağmen– bir miras olduğunu düşünenler için bu gelişmeler derin bir hayal kırıklığı. ABD’nin yeniden bu düzeni kurma arzusu olsa bile, 1945’teki gibi bir hegemonya ve ahlaki meşruiyet olmadan bunu başarması zor görünüyor.
Avrupa hâlâ yeterince bütünleşmiş değil. Çin’in ise evrensel değer önerisi bulunmuyor. Bu koşullar altında, Thomas Hobbes’un karanlık varsayımına benzeyen “herkesin herkese karşı olduğu” bir dünya düzeni ihtimali gittikçe gerçeklik kazanıyor.
Nükleer çifte standart: Orta Doğu’nun çıkmazı, Batı’nın ikiyüzlülüğü ve çözüm çağrısı
İsrail’in İran’a saldırıları sürüyor: Ortadoğu’da savaş yeni mi başlıyor?