2016 baharı falandı galiba. İmzayı atmış, üniversiteden atılmayı beklediğim günlerde Görsel Kent Sosyolojisi dersi için yüksek lisans öğrencileri ile dükkanlarının yıkılmasına karşı dernekleşen çarşı esnafını ziyaret gitmiştik. Hikayeyi dinleyip çaylarımızı içip örgütlü mücadeleye inancımızı tazelemiş çarşıdan ayrılırken bir amca girdi koluma. “Duydum ki sen de sakıncalıymışsın. Biz sakıncalıları severiz. Gel sana bu yıkımın nasıl engellediğinin asıl hikayesini anlatayım” deyiverdi: “Çıktım Kocamaz’a (o zamanki Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı). ‘Bak başkan’ dedim ‘yedi tane oğlum var bir tanesini bu yıkımdan vazgeçmezsen senin için gözden çıkarıveririm. Ayağını denk al’ dedim. Bu iş böyle halloldu. Yoksa dernek mernek hikaye” diye anlatıverdi.
Mübalağadır, yalandır bilemem. Sonuçta o çarşı hala duruyor. Dernek mi, protestolar mı, pazarlıklar, böylesi tehditler mi etkili bilemem ama Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Zeyrek’in kaybının ardından ortaya atılan ve tartışılan iddialar bana yıllar öncesinde yaşadığım bu olayı hatırlattı. Zeyrek’in ölümünde Manisa’da kısa zamanda başardığı işler yüzünden tekerlerine çomak sokulan çevrelerin dahli olup olmadığını bilmiyoruz daha. Türkiye’de işlerin nasıl baştan savma, tedbirsiz, bilgisiz yapıldığını, güvenliğin tedbirlerle değil Allah’a emanet ederek sağlandığını bildiğimiz için başkası olsa rahatlıkla kazadır kaderdir deyip geçerdik muhtemelen. Baksanıza yüzlerce kişiye mezar olan apartmanların, otellerin sorumlularında bile kasıt bulamıyor mahkemeler. Ama Zeyrek’in ölümünün ardından birilerinin parmağı olabileceği konuşuldu. Henüz bir kanıt, teyit edilmiş bir kasıt yok ama spekülasyonlar doğru çıkarsa kimsenin şaşırmayacağını da biliyoruz. Çünkü böylesi vakalar yaşandı, yaşanıyor ülkemizde.
Hatırlayın 18 Temmuz 2016’da Şişli Belediye Başkan Yardımcısı Cemil Candaş makamında saldırıya uğrayıp yaşamını kaybetmişti. Soruşturma kapsamında aralarında müteahhit, mimar, inşaat firması sahipleri, eski belediye başkan danışmanının da bulunduğu 16 kişi gözaltına alınmış, bu kişilerden 6’sı tutuklanmış, nihayetinde beş sanık kasten öldürme, kasten öldürmeye azmettirme ve kasten öldürmeye yardım suçlarından hüküm giymişti. Şüphelilerinin profesyonel kimlikleri ve Candaş’ın imardan sorumlu başkan yardımcısı olması cinayetin arkaplanına dair net bir tablo çiziyor aslında. Ve daha vahimi bu istisnai bir vaka değil.
1980 sonrasında belediyelerin yetki ve kaynak bakımından güçlenmesi ile dönemin özelleştirmeyi teşvik eden hatta zorlayan mevzuatı yerel hizmet ve yatırımları iş insanları için cazip bir rant kaynağı haline getirdi. Kamu ihale mevzuatının karanlık dehlizlerinin ve siyasi, dini ve kültürel kimliklerin bu dehlizlerdeki rahat mobilize olma imkanları bu alanı bir organize suç mahali alanı haline getirdi. Siyasetin karanlık finansman yapısı, bu çürümüş ilişkilerin besleyici toprağına dönüştü.
Büyük bütçeler gerektiren adaylık ve seçim kampanyaları, siyaset erbabını bu kesimlerle temasa itiyor. Başta bir destek, dayanışma biçiminde kurulan ilişkiler, zamanla bir sadakat ya da borç ilişkisine evriliyor. Bu yakınlaşma en mahrem anıların, sırların da kayıt altına alındığı bir suç ortaklığına da evrilebiliyor elbette.
Sonuçta yerel siyasette söz sahibi, karar verici konumlara yükselenlerin geçtiği mayınlı bir araziden bahsediyoruz. Oralara gelmek için kurulan ilişkiler, verilen sözler, paylaşılan sırlar ve mahrem anlar aslında birçok yöneticinin kararlarındaki prangalar olarak işlev görüyor.
Yok mu prangasız makama gelenler? Elbette var Zeyrek gibi eyvallahsız yönetime gelebilmiş siyasetçiler de çok şükür ki hala var. Ama onları da başka tuzaklar bekliyor. Makama güvenebileceği bir ekipten mahrum bir şekilde oturan yöneticiler, çok teknik ve riskli konularda başkalarına güvenmek zorundalar. İmar, ihale, maliye gibi mevzuatı bilinçli olarak muğlak ve değişken kılınan karar alanlarında atılan bir imza büyük bir hukuki sorumluluğun doğmasına sebep olur. O müeyyide garantili imza atıldıktan sonra da artık tüm ayılar dayı olarak kalmak zorunda…
Sizi bu tuzaklardan koruyacak mahir bir ekiple eyvallahsız olarak oturduysanız koltuğa gayrimeşru, yasadışı ekmeğinin peşinde olanların başvurduğu son yöntem de gerçek silahlar olabiliyor. Kendisine ya da yakınlarına tehdit almamış belediye başkanı olduğunu hiç sanmıyorum. Tehditlerin hepsi aynı ciddiyette olmasa da, ölüm tehdidi altında görev yapan belediye başkanları var bu ülkede.
Bir yandan merkezin mali, siyasi, hukuki baskıları, öte yandan suç çevrelerinin tehdit ve baskıları… Peki umut yok mu? Hala olduğuna inanıyorum ben. Ama kahramanlık hikayeleri üzerinden, kişisel inat ve cesaretle değil, ancak kamusallaşarak baş edilebilir bu çevrelerle. Yalnız bir kişi ve aileyi tehdit etmek gibi olmaz örgütlü bir halkı karşınıza almak.
Hep diyorum, maharet taziye çadırlarındaki birlikteliği, kalabalığı normal zamanlarda, iş işten geçmeden bulmakta. Zeyrek’in cenazesindeki büyük topluluğu daha yolun başında toplayabilseydik kimse aklından bile geçiremezdi ona dokunmayı çünkü o zaman iktidar bireyselleşmez, kollektifleşerek anonimleşir, hedef alınması zorlaşırdı. Böylesi kolektif bir iktidarın tehditler ortaya çıktıktan sonra değil en başından itibaren tesis edilmesinin gereğini vurgulamalıyım. Adayın demokratik ve kamusal bir topluluğu temsil ederek belirmesi lazım. Bir isim olarak değil, bir fikir olarak adaylıktan bahsediyorum. Herkese duymak istediğini söyleyen bir umut tacirinden değil, programını ifade ve müzakere edilmiş talepler arasından çıkmış müşterek önceliklere dayandıran bir kamusal figür olmalı.
Böyle ortaya çıkmış bir adayın kampanyası da bir kişinin değil, bir topluluğun hareketi olacaktır. İktidara gelindiğinde de hem bu sürecin programı, hem de failleri yönetimde belirleyici olarak, süreci belli kişilerden bağımsız kolektif bir iradeye dönüştürür. Böylesi bir yönetime karşı belli kişileri hedef almak da anlamsızlaşır zira birinin berikinden pek farkı kalmaz.
Bir topluluğun söz sahibi olması yukarıda teşhis ettiğimiz tuzak ve bağımlılıkların da boşa düşmesini mümkün kılar. Geniş bir topluluk içindeki uzmanlık bilgisi ve kaynak yaratma potansiyeli örgütlü suç odaklarının hareket alanını daraltır.
Ütopya gibi mi duruyor? Değil aslında. 2015-2023 yılları arasında Barcelona Belediye Başkanlığı yapmış Ada Colau tam da böyle bir hareketin temsilcisi olarak şehri yönetti. İpoteklerden Etkilenen İnsanlar Platformu’nun kurucusu ve sözcüsü bir aktivist olan Colau sonrasında Müşterek Barselona hareketi üzerinden belediye başkanlığına aday oldu ve iki dönem şehrin yönetiminde bulundu. Bu sürecin deneyimini de Korkusuz Şehirler adlı bir uluslararası ağ üzerinden yaygınlaştırmaya çalışıyor.
Barcelona deneyimi üzerinde Gazete Fikir’de de geçen yıl ayrıntılı bir analiz yayınlanmıştı. Daha çok konuşulmalı, incelenmeli ama benim meramım basit: Ezberden bir demokrasi gereği olarak gereği değil, örgütlü çıkar odaklarına karşı dirençli bir kent için katılımcı, kamusal, müşterek belediyecilik bir zaruret.
- https://www.fearlesscities.com/
- https://fikirgazetesi.org/2024/03/08/barselonanin-8-yillik-radikal-yonetim-deneyiminden-dersler/