₺0,00

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği krizi nasıl aşılır?

* Bu içerik ilk kez FİKİR Dergisi’nin 1 Mart 2025 tarihli ilk sayısında yayınlanmıştır.

Kadına yönelik şiddet gittikçe tırmanırken iktidar tarafından 2025’in “Aile Yılı” ilan edilmesini nasıl açıklayabiliriz? Peki, toplumsal cinsiyet eşitsizliği gittikçe bir krize mi dönüşüyor? Ana sorumuz bu. Bunu bir kriz olarak tanımlayabilirsek aşmanın yolları üzerine de konuşmak gerekiyor. Feminist mücadelenin önde gelen isimleri ile bu yakıcı sorun üzerine konuştuk. 

Feride Eralp – Cinsiyet Eşitliği Politikaları Derneği

“Eşitliğe hakkı olduğu bilgisini kadınların zihninden silmek istiyorlar”

Feride Eralp’e göre iktidarın 2025 yılını “Aile Yılı” ilan etmesinin temelinde mevcut eşitsizliğin kabullenilip yeniden mutlak bir norm olarak kurulması hedefi var. 

“LGBTİ+ların adeta bir ‘beka sorunu’ ilan edilmesi de bu yüzden” 

Cinsiyet Eşitliği Politikaları Derneği üyesi Feride Eralp, “toplumsal cinsiyet eşitsizliği krizi” derken aslında bir çatışmadan, normun sarsılmasından, bir sistemin tam olarak işlemez hale gelmesinden bahsedildiğini belirtiyor. Yoksa bir tahakküm ve sömürü düzeninin varlığı illa kriz anlamına gelmiyor. Aksi halde binlerce yıl süren aristokrasilerin, feodal beyliklerin hep kriz halinde olduğunu iddia etmemiz gerekirdi. Benzer şekilde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kaynağı olan patriyarkal sistem, bir biçimiyle bildiğimiz tarih boyunca var iken bunun her dönemde bir kriz şeklinde yaşanıp yaşanmadığı tartışmalı. Feride Eralp, şöyle devam ediyor:  

“Cinsiyeti mutlak bir ikilik olarak tarifleyen bir sistem içinde, bir cinsi ötekinin mülkü kılan geleneksel rollerin eşitsizlik olarak değil, ‘toplumun oldum olası düzeni’ olarak tariflendiği koşullarda belki bir krizden bahsedemeyiz. (LGBTİ+ların adeta bir ‘beka sorunu’ ilan edilip hedef alınması da bu mutlaklığı sarsmasından). Yani kriz, bir yandan, bir eşitlik ufkunun varlığına işaret ediyor. Bugün de içinde bulunduğumuz zorlu duruma, karşı karşıya kaldığımız türlü baskılara rağmen kadınların yoğun şekilde eşitlik talebi ve özlemi var.”

“Feminist mücadele bunun için var”

Eralp, toplumsal cinsiyet eşitsizliği krizinden, eşitsizliğin kaynağı olan patriyarkal sistemi aşarak, bu sistemin toplumsal kategorilerimizi ve ilişkilerimizi tarifleme gücünü ve meşruiyetini, normalliğini elinden alarak çıkabileceklerine inandıkları için feminist mücadele verdiklerini söylüyor. Eralp, “Bunu tek bir alanda değil, çok çeşitli mecralarda veriyoruz. Her gün evde, toplumsal hayatın içinde, çalıştığımız yerlerde, sadece bireysel değil, örgütlü olarak sokakta, eylemlerde, kampanyalarda, sosyal medyada, sanatın, kültürün, sinemanın, edebiyatın içinde, mahkeme salonlarında, mecliste” diyor.

Eşitlik arzusunun “kökünün dışarıda” olduğu algısı mı yaratılıyor? 

Krizden başka bir “çıkış yolu” ise iktidarın Aile Yılı çerçevesindeki önermesi diye düşünülebilir. Ama öyle mi gerçekten? Eralp’e göre bu önerme, eşitsizliğin kabullenilip yeniden mutlak bir norm olarak kurulmasına, kadınların daha az para getiren ve daha güvencesiz işlerde çalışarak hem erkeklere muhtaç hem sermayeye faydalı olduğu; değerlerinin, doğurdukları çocuklar üzerinden ölçüldüğü, mutsuz olduklarında ayrılmayı düşünemediği, bağımsız hayat kuramadığı bir yapıya itirazlarının ortadan kaldırılmasına tekabül ediyor. Bu, eşit olma arzusunun “kökünün dışarıda” olduğu, Batı’dan ithal bir kültür nedeniyle kadınların eşitsizliğe razı gelmediği argümanına dayanıyor. 

Eralp, “Burada, eşit olmaya hakkı olduğu bilgisinin kadınların zihninden, benliğinden silinebileceği gibi -bence hatalı- bir varsayım var” diyor ve ekliyor: 

“Üstüne üstlük geleneksel değerleri öncelediğini söyleyen bu çıkış stratejisinin, kadınların evde oturduğu, üç beş çocuk doğurduğu o geleneksel toplumu mümkün kılacak asgari geçim şartlarını dahi yaratamayan, yaratmaya niyet bile etmeyen bir ekonomi politikasıyla birlikte yürüdüğü de aşikâr. Kendi içindeki bu çelişkiyi aşması da kadınların emeklerinin, bedenlerinin, hayatlarının değersiz, ikincil ve sömürülebilir olduğu bir gerçekliği kabul etmesi de pek mümkün görünmüyor.” 

Selime Böyükgöze – Mor Çatı Gönüllüsü

“Evde cinsiyetçi iş bölümü devam ettikçe sonuca ulaşmak mümkün değil”

Selime Böyükgöze’ye göre cinsiyet eşitliği, bugünden yarına sağlanabilecek bir ideal değil. Dönüşüm için toplumdaki herkesin cinsiyet eşitsizliğini yeniden üreten sistemin bir parçası olduğunu kabul etmesi gerekiyor. Bu da öncelikle kendi hayatlarımıza bu gözle bakmayı zorunlu kılıyor. 

 

“Feminizm kadınlara eşitsizlikle mücadele gücü verdi”

Selime Böyükgöze’ye göre feminizm sayesinde kadınlara yönelik ayrımcılığın tarihte en görünür olduğu andayız. Peki, ayrımcılığın görünür olması neyi değiştirir, bugünden yarına bir çözüm üretmek mümkün mü? Böyükgöze, şöyle yanıt veriyor: 

“Feminist mücadele, eşitsizliği ve erkek egemenliği görünür kıldığı gibi kadınlara bu eşitsizlikle mücadele etme gücü verdi. Fakat sistemin erkek egemenliği üzerine kurulu olması, dönüştürmenin bugünden yarına olmayacağının da habercisi. Türkiye’ye baktığımızda özellikle istihdam, eğitim, siyasi katılım, gelir dağılımı, mülkiyet gibi alanlarda verilere bakmak, eşitsizliğin çarpıcı boyutlarını ortaya çıkarıyor.”

“Şiddeti ortadan kaldırmanın yolu, cinsiyet eşitliğini tesis etmek” 

Cinsiyet eşitliği bugünden yarına sağlanabilecek bir ideal değil elbette. Böyükgöze, toplumdaki herkesin cinsiyet eşitsizliğini yeniden üreten sistemin bir parçası olduğunu kabul etmesi, bu eşitsizlikten çıkar sağlayan erkeklerin ayrıcalıkları ile yüzleşmesi gerektiğini söylüyor. Böyükgöze, sözlerine şöyle devam ediyor:  

“Bu, öncelikle kendi hayatlarımızla bu gözle bakmak, büyük sistemlerin gündelik hayatta kurulduğunu hatırlayarak kendi yaşamımızı değiştirmekle başlamalı. Bir diğer yandan kurumları, cinsiyet eşitliğini sağlamaya dair irade ve mekanizmaları geliştirmeye teşvik etmek gerekiyor. Özellikle kadına yönelik şiddet söz konusu olduğunda eğitimle çözüleceğine dair yanlış bir algı mevcut. Şiddet uygulayan erkeklerin herhangi bir eğitimle değişmesi mümkün değil çünkü şiddet, bir düşünce biçimi. Fakat söz konusu çocuklar olduğunda küçük yaşlardan itibaren, cinsiyet eşitliğini de içeren kapsamlı cinsel sağlık eğitimi almaları çok dönüştürücü. Elbette bu çocuklara eğitim vererek de çözülebilecek bir sorun değil çünkü çocuklar da toplumda büyüyor. Yaşamın her alanında eşitsizliğin kabul edilmezliğine dair aynı mesajın verilmediği, en basitinden kendi evlerinde cinsiyetçi iş bölümünün devam ettiği bir düzende ne kadar eğitim verilse istenen sonuca ulaşmak mümkün değil.” 

Prof. Dr. Gülay Toksöz – Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği

“Bakım hizmetine hak ettiği değeri vermek, toplumsal cinsiyet krizinden çıkmanın koşuludur”

Kadınlar tarafından yerine getirilen bakım işlerinin, yaşamın sürmesinde ve toplumsal refahın temininde büyük önem taşıdığını söyleyen Prof. Dr. Gülay Toksöz, “Kadınlar, bakımın bir toplumsal sorumluluk olarak tanınmasını talep ediyor. Bakıma hak ettiği değeri vermek, toplumsal cinsiyet krizinden çıkmanın koşuludur” diyor. 

 

“Sınıf, ırk, etnisite temelli eşitsizliklerle mücadele de gerekiyor”

Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği’nden Prof. Dr. Gülay Toksöz, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kökeninde, kadınların emeği ve bedeni üzerindeki ataerkil tahakküm olduğunu söylüyor. Sermayenin doğa ve kaynaklar üzerindeki sınırsız kâr elde etme ve büyüme hırsına dayanan tahakkümü, ataerkil tahakküm biçimleriyle bütünleşiyor. İklim krizinin olumsuz etkilerinin tüm coğrafyalarda yaşandığı, piyasanın egemenliğinde kamusal hizmetten giderek uzaklaşılan, sağlık, eğitim, barınma, beslenme gibi temel ihtiyaçların karşılanamadığı koşullarda sınıf, cinsiyet, etnisite ve benzeri eşitsizlikler etkileşim içinde daha da ağırlaşıyor. Bu nedenle Gülay Toksöz’e göre toplumsal cinsiyet temelli eşitsizliklerin üstesinden gelmek için aynı zamanda sınıf, ırk, etnisite temelli eşitsizliklerle mücadele de gerekiyor. 

“Devlet, ihtiyaçları bakım odağında karşılamalı”

Kadınlar tarafından yerine getirilen bakım işlerinin, yaşamın sürmesinde ve toplumsal refahın temininde büyük önem taşıdığını söyleyen Gülay Toksöz, sözlerine şöyle devam ediyor: 

“Kadınlar çocuk doğurur, onlara bakıp büyütür. Yaşlıların ve hastaların bakımını üstlenir. Hane içinde sunulan bakım hizmetleri, ekonomik bir karşılığı olmadığı için görülmez ve değeri bilinmez. Ancak kadınlar bakımın bir toplumsal sorumluluk olarak tanınmasını talep ediyor. Çünkü içinden geçilen demografik dönüşüm sürecinde nüfusun yaşlanmasıyla bakım ihtiyacı da artıyor. Eşitsizlik krizinden çıkmanın yolu ise önce bakıma hak ettiği değeri vermek ve bakımı toplumsal bir hak olarak tanıyıp devleti, ihtiyaçları bakım odağında karşılayacağı bir yapıya kavuşturmaktır. Bakıma hak ettiği değeri vermek toplumsal cinsiyet krizinden çıkmanın koşuludur.” 

Berfin Atlı ve Oğulcan Yediveren – SpoD

“Tüm toplumun hak ve özgürlüklerini genişleten bir mücadele gerekiyor”

Berfin Atlı ve Oğulcan Yediveren’e göre özellikle eşit yurttaşlık hakkının anayasal düzeyde korunması, ayrımcılıkla mücadele yasalarının etkin uygulanması, feminist hareketin ve LGBTİ+ mücadelesinin güçlenmesi, aralarındaki ittifakın daha da sağlamlaşması, toplumsal dayanışmanın yaygınlaşması gerekiyor. Örgütlü mücadele, bu krizden çıkışın en etkili yolu. 

Toplumun demokratik yapısını da zayıflatıyor 

2011’de kurulan ve gökkuşağının altında adil, eşit, özgür bir dünya hayaliyle yola çıkarak LGBTİ+’lara hukuki, sosyal ve psikolojik danışmanlık sunan SPoD’tan Berfin Atlı ve Oğulcan Yediveren’e göre özellikle kadınlar ve LGBTİ+’lar açısından derinleşen toplumsal cinsiyet eşitsizliği; faşizm, ekonomik kriz, otoriterleşme ve anti-gender hareketlerin yükselişiyle daha da ağırlaşıyor. Türkiye’de kadınların ve LGBTİ+’ların haklarına yönelik sistematik saldırılar, sadece bireysel hak ihlallerine yol açmıyor, aynı zamanda toplumun demokratik yapısını da zayıflatıyor, buna ilişkin bir tahayyülü ortadan kaldırıyor.

“Örgütlü mücadele, bu krizden çıkışın en etkili yolu” 

Peki, buradan çıkış yolu nedir? Berfin Atlı ve Oğulcan Yediveren, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini aşmanın yolunun, yalnızca belirli grupların değil, tüm toplumun hak ve özgürlüklerini genişleten bir mücadeleden geçtiğini söylüyor. Onlara göre özellikle eşit yurttaşlık hakkının anayasal düzeyde korunması, ayrımcılıkla mücadele yasalarının etkin uygulanması, feminist hareketin ve LGBTİ+ mücadelesinin güçlenmesi, aralarındaki ittifakın daha da sağlamlaşması gerekiyor. Örgütlü mücadele bu krizden çıkışın en etkili yolu. 

“SPoD olarak toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinin yalnızca LGBTİ+’ların değil, demokratik ve özgür bir toplum isteyen herkesin meselesi olduğunu düşünüyoruz” diyen Atlı ve Yediveren’e, SPoD’un çalışmalarını da soruyoruz. Şöyle yanıt veriyorlar:

“SpoD, çalışmalarını yürütürken araştırmadan iletişim kampanyalarına, danışmanlık hizmetlerinden lobicilik görüşmelerine kadar çok geniş repertuarda araçlar kullanıyor. Ancak çalışmalarının özünü oluşturan şey, LGBTİ+ları bir arada durabilen, hak özneleri haline gelebilmiş bir topluluk kılmak. Bunu başarabilmek içinse LGBTİ+’ları gönüllü çalışmalarla derneğin bünyesine katmayı ve derneği, LGBTİ+lar dışındaki kişi ve kurumlarla ittifak halinde tutmayı strateji olarak belirliyor.” 

Esin İzel Uysal 

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Kadın Meclisleri Temsilcisi

“6284’ü etkin uygulayacak siyasi iradenin gösterilmemesi kadın cinayetlerine zemin oluşturuyor”

Esin İzel Uysal, kadınların eşit ve özgür yaşaması için bir araya gelip fikir üretmek ve mücadele etmek gerektiğini söylüyor. Uysal, “Bu vesileyle tüm kadınları Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Kadın Meclislerimizde buluşmaya, birlikte mücadele etmeye davet ediyorum” diyor.

Esin İzel Uysal, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bugün en yakıcı sonuçlarından birinin kadın cinayetleri olduğunu belirterek, “Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Kadın Meclisleri verilerine göre 2024 yılında 359 kadın öldürüldü. Bu, 2010’dan beri bilebildiğimiz en yüksek veri” diyor.

“6284’e yönelik saldırılar olduğunu görüyoruz”

Peki, bu sorunu nasıl ortadan kaldıracağız, kadınlar için eşitlik ve özgürlük nasıl mümkün olacak? Esin İzel Uysal, ilk olarak bu eşitsizliği derinleştiren nedenlere bakmamız gerektiğini vurgulayarak, “6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, kadınları yaşatacak önemli bir kanun. Ne yazık ki belirli dönemlerle 6284’e yönelik saldırılar olduğunu görüyoruz. İktidarın 6284’ü etkin uygulayacak siyasi irade göstermemesi kadın cinayetlerine zemin oluşturuyor” diyor.

“İstanbul Sözleşmesi önemli”

İktidarın aile odaklı politikalar ileri sürdüğünü, güçlü ailenin ne kadar önemli olduğunu anlatırken ailelerin içinde kadınların neler yaşadığı ile ilgilenmediğini belirten Esin İzel Uysal, sözlerine şöyle devam ediyor:

“Toplumsal cinsiyet eşitliğini kazanmak içinse 6284’ün etkin uygulanması önemli bir ilk adım. Bunun yanı sıra, her ne kadar şu an imzadan çekilmiş olsa da İstanbul Sözleşmesi, toplumsal cinsiyet eşitliği için önemli bir yol çizer.”

Kadın düşmanlığını durdurmanın tek yolu var 

Kadınlar yalnızca hayatta kalmak değil, eşit ve özgür yaşamak istiyor. Kadınları güçlendirecek politikaların üretilmesi ve kadın istihdamının önünün açılması gerekiyor. Esin İzel Uysal, işte tüm bunlar için de mücadele etmek, bir araya gelip fikir üretmek gerektiğini söylüyor. Uysal, “Ancak o zaman kadın düşmanlarını durdurabilir ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayabiliriz. Bu vesileyle tüm kadınları Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Kadın Meclislerimizde buluşmaya, birlikte mücadele etmeye davet ediyorum” diye sözlerini tamamlıyor. 

Ayşenur Kılıç: “Toplumsal cinsiyet mitleri sahte feminizm diskuruyla yeniden üretiliyor”

“Cinsiyete Dayalı Şiddet, Şiddetsizlik Ortamı Yaratarak Çözülebilir”

Şiddetin Sorgusu: Toplumsal Bir Sorunun İncelenmesi