Antik Dönem’den Bizans’a Kamuoyunun Keşfi 

Yerel seçim sath-ı mailine girdiğimizden beri günde en az birkaç tanesini okuduğumuz, kimine kızdığımız, kimiyle umutlandığımız, güvenilirliği konusunda sorular sorduğumuz kamuoyu ve seçim araştırmalarının tarihçesine bakmaya ne dersiniz? 

Önce terimin “kamu” kısmına dair birkaç bilgi. Romalılar döneminde Latince halk anlamına gelen publicus teriminden geliyor kamu terimi. Ortaçağ’da kamu deyince akla aristokrasinin, soyluların (yani sarayın) uygulamaları gelirdi. Burjuvazinin ortaya çıktığı 16-17. yüzyıllarda terim sadece kralı, danışmanlarını, mahiyetini (kısaca Saray’ı) değil, devleti (devlet dairelerini, bürokrasiyi) de anlatır oldu. 18. yüzyıldan itibaren hem kralların hem burjuvazinin hem de hükümetlerin seslendiği halkı ifade ederek Roma dönemindeki anlamına yaklaştı. Bu alanda İngiltere, basının yardımıyla kamuoyu kavramını daha erken keşfederken, Fransa’da bu mesele ancak Fransız İhtilali’nden (1789) sonra fark edildi. 

İngilizcede ilk kez 1741’de “public opinion” veya Fransızcada 1744’te “l’opinion public” (halkın görüşü) şeklinde formüle edilen terim karşılığı Türkçede kullanılankamuoyu” terimine. Bu, hakikaten kafa karıştırıcı bir bileşim. Osmanlı döneminde kullanılan “efkâr-ı umumiye” (genelin, toplumun fikirleri) veya “efkâr-ı amme” (kamunun fikirleri) terimlerinde bulunmayan “oy”, seçimlerde kişinin herhangi bir aday veya partiye ait yaptığı tercih olarak yerleşmiş zihnimize, dolayısıyla  TDK “kamuoyu” için şu tarifleri yapıyor: “1. Bir konuyla ilgili halkın genel düşüncesi, halkoyu, amme efkarı, efkarıumumiye, 2. Toplumsal yaşamın olay ve olguları konusunda toplumsal kümelerin ya da toplumun ortaklaşa yargısını yansıtan düşünce ve kavramların toplamı, 3. Bir insanın eylemleri konusunda çevresindekilerin onaylayıcı ya da kınayıcı tutumları.” 

Agora ve Ecclesia

Tanımları yaptıktan sonra tarihe dönelim. Antik dönemde adı konmamış bile olsa kamuoyunu, şehrin Agora’sında, meclisinde, sokaklarında, okullarında, tiyatrolarında, tapınaklarında ya da soyluların evlerindeki Symposium denilen ziyafetlerde yapılan tezahüratlar, atılan nutuklar, yapılan sohbetler, fısıldanan dedikodular oluştururdu. Ama daha önemlisi örneğin Atina’da yılda 40 kez toplanan ve “özgür yurttaşlar”ın katıldığı (zamanla dini anlam kazanan) Ecclesia denilen toplantılarda siyasi sorunlar oylanırdı. 

Sözde kalsa da ‘Vox Populi, Vox Dei’ (Halkın sesi, Tanrı’nın sesidir) düsturunu şiar edinen Roma döneminde, meclisin müzakere zabıtlarını (Acta diurna) kamusal alanda yayımlayan ve halk tarafından tartışılmasını sağlayan Sezar, herhâlde modern anlamda kamuoyunun önemini ilk keşfedendir. Cicero gibi ünlü hatiplerin konuşmalarına verilen tepkiler kamuoyu hakkında önemli fikir verirdi.

Maviler ve Yeşiller

Avrupa’da kamuoyunun kendini ifade ettiği ortamlardan biri de hipodromlardı. Tarih boyunca kölelerle imparatorun, kadınlarla erkeklerin yan yana seyredebildiği nadir demokratik etkinlik olan araba yarışlarının, dönemin diğer gözde eğlencesi olan gladyatör karşılaşmalarının yapıldığı Roma’daki 170 bin oturma kapasiteli Circus Maximus’ta bazı yarışları 250 bin seyircinin izlediğini ileri süren kaynaklar var. Nitekim, Romalı hiciv yazarı Juvenal’in “halkı yönetmek için ekmeğini ve eğlencesini eksik etme” anlamına gelen panem et circenses (ekmek ve sirk) ifadesi siyasi bir özdeyiş olarak hâlâ kullanılır.

Bizim Bizans dediğimiz Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis’in Hipodrom’u ise 60 bin ila 100 bin kişi arasında seyirci kapasitesine sahipti. Hipodrom’da, halkın arasında örgütlenmiş çeşitli gruplar, kendilerini başlangıçta Kırmızılar, Beyazlar, Maviler ve Yeşiller diye anılan araba yarışçıları aracılığıyla temsil ederler, yarışları izleyen halk kesimleri de bunlardan birini ya da öbürünü destekleyerek çeşitli konulardaki tercihlerini ifade ederdi. Gösteriler sırasında yapılan tezahüratın biçimi ve şiddeti, halkın saray politikalarına ilişkin düşünceleri hakkında önemli bir fikir verirdi. Bizans tarihi boyunca, bu takımlar bazı imparatorların tahta geçirilmesinde, bazılarının indirilmesinde önemli rol oynadı. Zamanla ilk iki renk kayboldu ve geriye sadece Maviler ve Yeşiller kaldı. Hipodrom’un siyasal arena işlevi 10. yüzyıla kadar sürmüştü.

Antik çağın ve Roma döneminin “siyasal insanı”nın, “inanan insan”a irca ettiği Kilise egemenliğindeki Ortaçağ’da halkın bir araya gelebileceği büyük meydanlar yoktur ama irili ufaklı feodal beylikler, krallıklar arasında gidip gelen din adamlarının, seyyahların, tüccarların, gezgin felsefecilerin kamuoyunu şekillendirdiğini tahmin ediyorum. Örneğin 17 Şubat 1600 günü, Roma’nın Compo di Fiori (Çiçekler Tarlası) meydanında Engizisyon tarafından yakılarak öldürülen Giordano Bruno, bu gezgin felsefecilerden biriydi. 

Aydınlanma Çağı’nda ise, Pascal, Locke, Voltaire, Rousseau, Hegel, Bentham, Tocqueville gibi düşünürler bu konuya kafa yordular. Örneğin Rousseau’ya göre, ceza hukuku, medeni hukuk ve kamu hukukunun yanı sıra kamuoyu dördüncü ama yazılı olmayan hukuk biçimiydi. Tocquville’e göre aşırı bireyselleşmenin getireceği içe kapanık toplum, kültürel olarak çoğunluk tiranlığına, “kamuoyu despotizmi”ne açık hâle gelmekteydi. 

Bugün kamuoyu denince de toplumun genelinin hem tecrübeleri hem de bilgileriyle oluşturduğu ortak kanaat akla geliyor. Bourdieu’nun veciz ifadesiyle “Eskiden ‘Tanrı bizimledir’ diyen siyaset adamı, bugün ‘kamuoyu bizimledir’ diyor.” 

*Bu yazı yazarın izniyle şu adresten alınmıştır.