Şimdi Sosyal Belediyecilik Zamanı

Seçim zamanı. Mersin Toroslar ilçesinde yoksunlukla boğuşan bir mahallede bir ev ziyaretindeyiz. Sayıları otuzu aşkın 20 ile 70 yaş arası kadınla birlikteyiz. Konuşuyoruz, sokaklardan, alınmayan çöplerden, oturamadıkları parklardan… Otuz yıldır sağcı partiler yönetmiş. Yaşlı bir kadın diyor ki: “Bundan tam 25 yıl önce bir belediye başkanı vardı, kapımıza kadar gelmişti. Selam verir, hal hatır sorardı…” O gün doğan çocuklar şimdi 25 yaşında.

Hayallerini soruyorum kadınlara, donuk donuk yüzüme bakıyorlar. Hayal edecek, umut edecek, güvenecek bir dal bırakmamışlar Toroslar’ın sokaklarında, evlerin içinde. Otuz yıl sonra değişti Toroslar’ın kaderi. Dün akşam yaşlı bir kadın aradı “Çok heyecanlıyım, heyecanım geçmiyor değişti dedi, değişti, iyi olacak artık buraları…Oturacağımız bir parkımız olacak.”

Yıllarca İstanbul’da, Van’da, İzmir’de, Adana’da, Mersin’de, Ankara’da, Sakarya’da, Antalya’da, Diyarbakır’da birçok yerde ayağında terlikle okula giden, okul çantası yerine plastik poşete kitaplarını dolduran, beslenme götüremeyen, “büyüyünce ne olacağı” sorusunu her yıl daha az cevaplayan çocukların sokaklarında umudu yeşertmek için çalıştım.  Birçok şehirde kurulmasına öncülük ettiğim çocuk merkezlerinde, çocukların, kadınların nasıl kendi ayakları üzerine durduğuna tanıklık ettim. Bugüne kadar beni yolumdan döndürmeyen tek şey de, kadınlarla ve onların büyüyen çocuklarıyla kurduğum bağlar, hayatla baş etme, direnme hâlleri…

29 Kasım 2018 tarihinde “Dokunmadığınız yoksulun en azından teorisini yapmayın” diye bir tweet atmıştım… Bu cümlenin öyküsü şöyle, 2018’de başlayan ekonomik krizin çalışma yaptığım mahallelerde hissedilmeye başladığını ve okulu bırakmak isteyen çocukların çoğaldığını, uzaklara bilinmeyen yatılı okullara gönderildiğini gördüğümde, okulu bırakıp yoksulluğu miras almasınlar, bilinmeyen yerlerde kaybolmasınlar diye hem çocuklarla, hem de çocukların anne babalarıyla kamu kurumlarının kapılarında dert anlatmıştım. Bu mahallelerde çocuk merkezleri kuralım, orada hem öğrensinler, hem çalışsınlar, hem de sağlıklı beslensinler diye belediye başkanlarının kapısını aşındırmıştım. 

Kamu kurumları kapısında, kaymakamların peşinde, TEDAŞ’larda, İSKİ’lerde, sosyal hizmetler ofislerinde, sosyal dayanışma vakıflarında, hastanelerde, ailelerle sıra beklemiştim.

Bunu neden söylüyorum, yazıyorum… O kapılardan içeri girdiğimde çözüm sunan bürokratların yavaş yavaş kapılarında bekleyen insanları azarladığı, konuşurken sıkıldığı, aşağıladığı, önyargı ile bakmaya başladığını ve bu tutumun zamanla hiç randevu vermemeye dönüştüğünü gözlemledim.

İşte o zamanlarda kaybetmeye başlamıştı iktidar. Zenginleşme, kibir, zaten hak temelli ve insan hakları bakışına sahip olamayan bürokratların çoğalmasıyla birlikte de ailelerin üzerinde “partili” bürokratlar baskı kurmaya başladı. Kamu görevlilerinin artık kapılarına gelenlere ya da evlere yaptıkları ziyaretlerinde ailelere hangi partiden olduklarına göre muamele ettiği, baskı kurduğu döneme girildi. Konuşamayanlar, dert anlatamayanlar, başımıza bir şey gelir diye kendi içine kapanan yalnızlaşan ama bir taraftan da mutsuz oldukları bu bataklıktan çıkacak formül aranıyordu bu mahallelerde. Pandemi döneminde açlıkla mücadele ettiler, sonrasında hayatlarında bir şey değişmedi, hayal kırıklığına uğradılar, ekonomik kriz büyüdü. O dönemde bütün bu olanları her platformda anlattım. Anlattığım şuydu derin bir yoksulluk var, sadece gelir değil bir yalnızlık, çaresizlik, güvensizlik, tutunacakları bir dal, örgütlü hareket edecekleri bir yer.  Bir türlü güven oluşturamayan bir muhalefet vardı, ağzından yoksullukla ilgili cümleleri düşürmeyen ama pratikte çözüm üretmeyen, sadece fotoğraf çektiren muhalefet partileri, belediye başkanları. 

Bu durum sokaklarında, evlerinde sosyal belediyecilik örneklerini görmeye başlayıncaya kadar sürdü. 2019 yılında İstanbul’da, Ankara, Mersin, Adana’da başlayan değişimle birlikte başladı… Ben de görüyordum bu şehirlere gittiğimde, insanların hayatındaki değişimi. 

2021 yılında Gaziantep’te Cumhuriyet Halk Partisi’nin Belediye Başkanları buluşmasında, 2022 yılında Antalya büyük örgüt buluşmasına davet edildiğimde, kent yoksulluğu üzerine yaptığım konuşmalarda CHP’nin belediyeleri ile aslında iktidarda olduğunu ve daha fazla yoksullukla mücadele projelerine ihtiyaç olduğunu ve bunun da gerekçelerini anlatmıştım. Çünkü belediye demek, sokak demek, dokunmak demek ve değiştirmek demek. 

O dönemde sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na hem ülkedeki yoksulluk durumunu hem de belediyelerin örnek sosyal projelerini raporlamış ve projelerin yaygınlaşması için önerilerde bulunmuştum. 

Bunları tekrar tekrar anlatıyorum, çünkü seçim sonuçları çok güzel ama bir korkum var; bu zafer geçici olmasın. Bunun da bir tek yolu var, projeler sokaklarda, evlerin içinde “dokunduğunuz çocuğun, projesini hayata geçirin.”

Sonuç olarak söyleyeceğim şey, şimdi sosyal belediyecilik zamanı, size bu konuda çok yakından takip ettiğim seçimlerde en fazla oy alan ikinci belediye olan Mersin Büyükşehir Belediyesi örneğini anlatayım. Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin sosyal projelerini üç yılı aşkındır takip ediyorum. Çağırıyorlar, davet ediyorlar, düşüncelerimi, önerilerimi paylaşıyorum; sadece ben değil ayrıca Mersin’deki tüm sivil toplum örgütleri, Mersin’de yapılan her proje ile ilgili görüşlerini, önerilerini, uyarılarını Başkan Vahap Seçer’le paylaşıyorlar ve projeler değişiyor, dönüşüyor, güzelleşiyor. 

Son seçimlerde Mersindeydim, kadınlarla evlerde, sokaklarda, düzenlenen toplantılara katıldım. Katıldığım en ücra yerde de, en yoksul mahallede de, köyde de, kentin merkezinde de beş yılda hayatlarındaki değişimi mutlulukla anlatıyordu kadınlar: 

“Bizim köye su borusu getirdi, fide verdi, ekip biçip satıyoruz”, Bir başkası şöyle diyor: “Mersin’de sahil boyunca yürüyemezdik ,şimdi gece gündüz rahatça dolaşıyoruz, kafelerinde oturuyoruz, okuma salonunda kitap okuyoruz”.  Bir başka kadın diyor ki: “plajları halka açtı tatil ayağımıza geldi”. Bir başkası “oğlum ücretsiz kursa gidiyor”, diğeri diyor ki “benim kızım kreşe gidiyor, ben sebze halinde çalışıyorum yanı başımdaki kreşe kızımı bırakıyorum.” Bir başka kadın diyor ki “benim oğlum engelli, Mola Evleri var işim olduğu zaman çağırıyorum, servisle alıyorlar, oraya bırakıyorum orada oğlum, resim, seramik öğreniyor, ben de dışarıda işimi hallediyorum.” 

Bir kadın aldığı eğitimle marangoz olmuş, bir diğer kadın kaynakçı olmuş, çalışıyor. 

Bir ev kadını, ilk kez evinden çıkmış. Evimiz Atölye projesinde oyuncak bebek yapıyor, para kazanıyor. Bir başka yaşlı kadın diyor ki; “Tek yaşıyorum, evimin temizliğini yapamıyordum şimdi belediye yapıyor, kuaför saçlarımı kesiyor, yemeğimi de getiriyorlar, arada bir gün de gezmeye götürüyorlar.” Bir başkası “Gıda fiyatları çok pahalı, alamadığımda mahalleye belli saatlerde getirdikleri, üç öğün yemeği 10 lira alıyorum kimse aç kalmıyor.” Bir kız öğrenci “otobüs bileti 1 TL” diyor, bir başka kadın “ücretsiz psikoloğa gidiyorum” diyor. Biri diyor ki; “oğlum okul devamsızlığı sınav stresi yaşıyordu. Merci danışmanlık ofisi var, hem psikolog hem uzmandan destek aldı orada, şimdi gayet başarılı bir öğrenci.” Bir başka kadın ki bu çok önemli bir proje, özellikle otizmli bireylere sahip olan aileler için, “Oğlum otizmli, 5 yaşında, ne yapacağımı bilmiyordum, şimdi otizm merkezinden destek alıyorum, çocuğu oraya bırakıyorum, hem ben hem çocuğum eğitim alıyoruz.” 

Evlerinde, sokaklarında, ziyaret ettiğim kadınlar farklı partilerdendi ama hepsi Vahap Seçer’in ismini görseler de görmeseler de biliyordu.  Sosyal belediyecilik, sosyal devlet anlayışını pekiştirecek en önemli yollardan biri, okuyarak, düşünerek baskı altında kalmadan seçimini yapabilme özgürlüğünün de…