Ripley’in dizi uyarlamasında Tom Ripley’in daha da çok para için eve getirdiği mafya ile ev sahibi snob erkeğin görüşmesi üzerine düşünmeden duramadım. Durmadan da düşündüm. Kahve servisi yapan hizmetçi, uyuşturucu kuryeliği öneren mafyaya hissettirmeden kaş göz işareti yaparak ev sahibi erkeği uyarır. Durumu anlayan mafya, evden ayrılırken hizmetçiye “hoşça kal” der ama ev sahibi snobun hizmetçi ile böyle nezaketli ilişkisine dair bir emare de yoktur dizide. Oysa yönetmen bize hizmetçinin ‘patronunu’ koruma güdüsünü de yaşam deneyimini de göstermek için kamera açısını değiştirecek kadar zahmete girer. Öyleyse bunu görmezden gelmemeliydim. Düzeni bozulmasın isteyen işçi, ‘efendisinin’ hayatını koruyandır da…
Soyutlama yapmak zorundayım. Kazananlar da kaybedenler de neden sonra, ama muhakkak, kendi içinde kavga eder.
Dizinin geçtiği İtalya’dan ve dönemden bugüne ve Türkiye’ye gelmeliyim hızla, vakit az çünkü. Herkesin hızla yer kapmaya çalıştığı zamanı da domine ettiği bir andayız nihayetinde.
Elbette seçimlerden bahsediyorum. Özeleştiri kavramının artık sağ siyasette de havalarda uçuştuğu bu kavram, sola ait esas olarak. Kavram bir toz zerresi gibi sağın havalarında uçuşsa da bir türlü yere konmuyor ve ancak güneş ışığı vurunca onu görebiliyoruz. Sağ siyasete ancak kaybettiğinde güneş vuruyor. Bize özeleştiriden bahsetseler de onun ne olduğunu asla söylemiyorlar fakat. Hatalı olduğunu söylemek güven kaybı, zayıflık demektir onlar için. Bir kavram olarak bundan bahsederler ama özneden, yani neden ve kimin hata yaptığını söylemekten imtina ederler. İsrail ile ticaretin henüz askıya alınması gibi. Düne kadar yoktu onların dilinde böyle bir ticaret siz de okudunuz, gördünüz. İyi ama olmayan ticaret askıya mı alınırmış! Konudan uzaklaşmak pahasına biraz daha ileri giderek söyleyeceğim, AKP’li bürokrat ve ona yakın kimi gazetecilerin, yorumcuların yine kendi iddiasıyla İsrail ile ticaret yapılmıyor, aslında oraya giden mallar Filistin’e gönderiliyorsa; bu sefer de zaten zorda olan Filistin halkını daha da zora sokmuş olmuyorlar mıydı ticareti kesme kararıyla… “Madem siz istediniz bu kararı, sonuçlarını da siz yaşayın; ambargo olur ve ürün bulunamazsa kuyruklara hazır olun, bedelini ödeyin.” diyen dahi vardı. İyi ama neden 80 öncesi Türkiye’ye uygulanan ambargo nedeniyle oluşan kuyruklarla alay etmişlerdi o hâlde?
Neyse, sol; insanın hatalı olabileceğinden ve çözümü de bu dünyada aramasının en somut kavramlarından biri olarak özeleştiriden bahseder hep. Sağ gibi bu dünyada cehennemi yaşatıp öldükten sonra hesabı vermekle ilgili değildir sol. O yüzden olmalı ki öldükten sonra ‘bir şekilde izah ederim rahatlığı!’ var sağda. Oysa içinde yaşadığımız anda ve sorunun özneleriyle konuşmak daha mühim. Bu dünyada izah edilemeyen, öte dünyada nasıl izah edilir?
Bazen, daha doğrusu sağ jargonda genellikle, durum böyledir: Kavramdan bahsedip kavramın içeriğinden yani emrinden bahsetmezler. Ola ki bahsedilse de özne hep özeleştiriyi kendisine değil, onu duyana yönelterek söyler. Özeleştiri böylece eleştiriye dönüşür. Özeleştiriden, seçim yenilgisinden bu yana bahsetseler de, onun ne olduğunu henüz söylemediler. Söylenenlerse zaten halkların uzun zamandır bahsettiği genel kavramlar. Kibir en çok söylenen ama bu zaten bizim bildiğimiz hatta iliklerimize kadar hissettiğimiz. İyi ama kibirli kim? Kibir nasıl kurumsallaştı? Oysa özeleştiri; bilmediğimize, öznenin sakladığına dairdir. Garip olansa şu; saklamak söylemekten daha zordur aslında. Sürekli ‘saklamalıyım!’ diye sakladığınız şeyi kendinize içinizden söylemeniz gerekir. Özne olarak konuştuğunuzda, kibrin kaynağını söylediğinizde kendinizden de bahsetmiş olursunuz. Solda ise özeleştiri bir zayıflık değil güçlü olma hâlidir sağın tersine. Özne kendini bilir çünkü…
Fakat burada sağ ve soldan gayrı olarak insanın ideolojisizmiş göründüğü zamanlarda, ki Erdoğan bunu kendince mahkum ederdi sık sık hatırlayınız: İşte bu ideolojik davrananlar… İdeoloji, kısaca dava demektir. Dava yoksa ideoloji de, yani bir anlama ve çözme yöntemi de yoktur. O olmayınca partinizin dışarıdan sağ ya da sol olarak tanımlanması sadece biçimseldir; esasa dair değildir ve sağ-sol tanımlaması aynıdır bu aşamada.
İktidarın başına gelen, başkasının, ana muhalefetin başına neden gelmesin böyle davranıldığı sürece? Doğa ve kurallar herkese farklı davranmaz ki…
İdeolojiniz varsa güçle kibir yan yana olamaz, aksine birbirinden ayrılır.
Düşerken yapacağınız özeleştiri, düşüşünüzü hızlandırmaz; aksine birer kanat olur ve sizi yavaşlatabilir de.
Ancak arada önemli bir durum olarak yine söylememeliyim, darda olanın yapacağı hatadan kaynaklı eleştiri ile güçlü olanın yaptığı hatadan kaynaklı özleştiri elbette farklıdır. Baskılanan kişi ve kurumlar zaten hata yapsın diye maruz bırakılır baskıya. Baskıdan sebep gerilimli olduğunuz anda gerçekten de hata yapma ve özeleştiri yapma durumunuz da artar. Neden sonra hatalar arttıkça özleştiri de anlamsızlaşabilir bittabi..
Ve fakat nasıl oldu da iktidar kaybetti? Bugüne kadar hiç özeleştiri yapmadan nasıl ‘özeleştiri yapacağız!’ diyerek solun kavramlarını kullanacak hâle geldi? Soma işçi katliamında dahi gülenler şimdi neden daha ağır hissediyorlar yaşadıklarını? Ve muhalefet açısından gerçekten de 2023 genel seçimlerine başka bir adayla girilse kazanılabilir miydi?
Onca yıllık kibirle 2023 seçimini dahi kazananlar 2024 seçimlerinde neden başka türlü davransınlardı ki? Kibirleri bir anda mı ortaya çıkmıştı? 2002-2023 arasında olmayan 2024’te mi ortaya çıkıvermiş ve kaybetmelerine neden olmuştu?
Özeleştiri kadar kritik diğer bir kavram diyalektik ve o da sağın jargonuna girecek muhakkak. Geçmiş seçimler ve 2023 genel seçim deneyimi olmasa milyonlarca yurttaş, sanki bir meydanda toplanıp ortak karar almışcasına, 2024 yerel seçimlerini zaferle sonuçlandırabilir miydi?
Muhalefet içine sızan iktidarın entrikaları görünür olmasa halkların ortak içgüdüyle rüyalarda buluştuğu ve beraber karar aldığı bu seçim zaferi olabilir miydi?
Hangi iletişim ağı, hangi mühendislik bu toplu kararı aldırabilirdi?
Deneyim en pahalı bilgilerden biri ve kullanmadığımızda deneyim olmaktan çıkar. Deneyimin en süzülmüş hâli olan sözler, binlerce yıl sonra hâlâ dilimizdeyse kullanılması istenenlerdir onlar.
Şimdi iktidara ve size garip gelse de yıllar sonra kazanan ana muhalefet içinde de bir kavga ortaya çıkacaktır muhakkak. Kazananlar ‘kim kazandırdı’ diye, kaybedenlerse ‘kimin yüzünden kaybettik’ diye, ama her ikisi de yerini koruma, yer kapma savaşlarına başlayacak…
Ripley’deki hizmetçinin yerini koruma savaşı gibi ‘efendisinin’ de korumaya çalışması üzerine biraz daha konuşmalı belki de… Ki Tom Ripley’in aslında kim olduğunu ilk anlayanlardan biri de yine hizmetçiydi. Güçlü olmanın kibriyle gezen snob ev sahibi, ölümüne giden yolu, denize bir tekneyle açılmaya gidecek yolu kendi elleriyle döşeyen de olmuştu.
Ne AKP ne de kibri bir anda ortaya çıkmadı. Milli Görüş’ün yetiştirdiği birisiydi ve o, birikimini, gömlek olarak giyip çıkardığını iddia etse de kendi lehine değerlendirdi. O dönem Batı siyasetinin ‘ılımlı İslam’ için desteklediği birisinin elbette ılımlılığı ifade etmek için ‘gömleği çıkardım’ demesi gerekirdi. Gömlek çıksa da ‘ılımlı İslam siyaseti’nin Erbakan ile olacak hâli de yoktu. Bir anda ortaya hiçbir şey çıkmaz. O sürecin kendisi ancak hızlandırılmış bir çekim ile görülebilir; bulutların geçiş sahnesi gibi, şehrin ışıklarının geceden gündüze dönme sahnesi gibi. Uzun bir zamanı kısa çekimle anlatmak sinemada böyle ama ya dilde? Deneyimler de tam olarak zamanla süzülüp atasözü oluyor hızlı çekimler gibi. Dönemi, yeni yaşamı anlatmayan sözler, tutmayan diziler gibi ölüp gidiyor bittabii.
İktidar bir anda ortaya çıkmadıysa muhalefetin kazanması da bir anda ortaya çıkmadı. Birbirine bağlı süreçlerdi. Halklar muhalefetin içindeki iktidar entrikacılarını deşifre etmese ve tedbir almasa yeni dönem de başlamazdı.
Halklar, aslında uzun zamandır durumu görse de tekrar ve tekrar şans verdiği iktidarın bir benzeri durumda CHP’nin 2019 ile başlayan genişleme, merkez olma politikasına cevap verdi. Onlar da Kılıçdaroğlu’nun biçtiği ‘helalleşme’ gömleğini çıkarıyorum deme hatasına düşerler mi, henüz bilmiyorum. Erbakan da ve Kılıçdaroğlu da seçimleri kaybetse de bu, politikaları kaybetmeyle izah edilemez. Pek çok sosyal demokrat ve sağ tandanslı yorumcunun şimdi yükselen Erbakan’ın ve Kılıçdaroğlu’nun politikalarından bahsetmesinin başka bir izahı var mı? Kazandığını gördüklerimiz onların olgunlaşmış temsilcileri. Ocağın altını yakanı unutup yemeği sadece masada görüp o anda olduğunu zannetmek, yaşamı bilememektir.
Önemli olduğunu düşündüğüm için arada söylemeliyim. Kılıçdaroğlu’nun ilk dönemi kazanmayı değil, kazandırmayı ve devlet politikasını izlediği ‘Anayasa’ya aykırı ama evet’ dönemiydi. Demirtaş’ın hapse gitmesine yol açan bu süreç yine Demirtaş’ın olgunluğu ile kişisel hırsına yenik düşmeden Kılıçdaroğlu’nun yeni ikinci dönemini hızla görmesiyle başladı. ‘Bağrınıza taş basın!’ dönemi ve onun öncesinde Kılıçdaroğlu’nun iktidarı destekleme politikasından vazgeçmesi, linç edilme girişimiyle başlamıştı. Şimdilerde DEM parti ile CHP’nin görüşmesi önceki dönem gibi olumsuzlanarak tartışılmazken, son seçimde kent uzlaşısı yapması ve hatta Van‘da halkın iradesinin gasp edilme girişiminin boşa çıkarılması CHP’nin de desteğiyle oldu. Kazanmış CHP’ye karşı durmak, iktidarı daha da aşağı iterdi, yere düşüşünü daha da hızlandırırdı.
Mücadele ettiğiniz şey başarıya ulaştığında onun ilk dönem sorunları ile uğraşanları dışlamamalı, aksine daha da değerli kılmalı. Emeklemeden ayağa kalkılamaz. Ayağa kalktığı anda emekleme dönemini hafife alanlar, neden sonra tekrar emeklemek zorunda kaldığında, unuttuğu deneyimi hatırlayana kadar direkt sürünür olabilir…
Özeleştiri kavramının ait olduğu yere, sola dönelim. Zaten şu ana kadar olanı anlamaya çalıştım, beğendiğimi değil. Geçmişte sosyalist bir vekilin dahi olmadığı zamanlarda sol-sosyalistlerin Meclis’te olmasını, seçimlere katılmasını, parti kurmasını düzen siyaseti diye reddetmek, sadece sokakta olmak, sol içinde genel kabul gören bir durum diye söyleyebilirim. Hatta bu fikrin yasal parti kuranlar içinde olduğunu da söyleyebilirim. Sokaktan Meclis’i etkilemek çok önemli ve zor olsa da bu, Meclis’in insafına bırakmakla sonuçlanıyordu ister istemez siyaseti ve halkın sorunlarını. Sokakta olamadığınız anlarda, ki yasalar sizin sokakta olmanızı hızla ‘terör, yasak’ diyerek engelleyebilirken, sadece dar ve cesaretli gençlerin eylemlerine kalıyordu itiraz etmek. Dar ve az olduğunuzdaysa ‘Bak marjinaller!’ diye haberlere manşet oluyordu. Elbette baskı zamanlarında sokağa çıkmak zordu ve ancak en son Van’da olduğu gibi halklar alana çıktığında geri adım attırılabiliyordu. Sol, herkesin siyaset yapmasını isterken özellikle 80 sonrası sadece cesaret gösterenlerin yaptığı bir siyasete dönüyorduk. Oysa halkın cesarete değil sakince, kararlılıkla ve süreklilikle var olmaya ihtiyacı vardı. Heyecana göre değil devamlılığa göre karar verilebilir ancak. Onca mücadelenin sonucunda AKP gibi bir sağın en uzun iktidar dönemini yaşaması üzerine de düşünmeyecek miyiz?
Neyse, artık düzen siyaseti eleştirisi ilk bakışta devrimci görünse de bu aslında etkili olmaktan solu uzaklaştıran bir söyleme tam dönüşmeden Meclis siyaseti de HDP ve öncülü partilerle yeniden başlayabildi. EMEK Partisi’nin sonrasında ÖDP’nin kitlesel sol politika yapmak için kurulması o dönem çok eleştirildi ama şimdilerde belli bir düzeyde politika yapmayı sürdürebilenler de onlar oldu. TİP, tam bu aşamada 2018’de kurulurken o da bir anda ortaya çıkarak değil, birikimi hızla içinde bulunduğu ana taşıyarak önce bir milyon oy ve sonrasında iki belediye kazandı. Fakat geçmişte sosyalist bir vekilimizin bile olmadığı zamanlardan sonra şimdi birçok vekil var, sadece Fatsa deneyiminin yazıldığı zamanlardan bu yana şimdi pek çok belediye var.
Biraz detaylandırmalıyım bunu: Ağır baskı altındayken az sayıda olsa da belediye, vekil kazanmak ile baskı altında olmayan, destek görenin çok vekil, çok belediye kazanması aynı şey değildir ve kıyaslanamaz. İlkinde onca baskıya rağmen ‘nasıl kazandılar!’ diye egemen olan tedirgin olurken, ikincisinde ‘onca desteğime, paraya pula rağmen nasıl başarısız olduk’ diye hayıflanılır…
Olanı abartacak ya da tersine yok görecek değilim. Sosyalist partilerin iddialarını gerçekleştirebilecekleri sınırlı sayıda ilçe belediyesi olsa da kaybetmişlik havası ile gezilmesini anlamakta zorlanıyorum. Tıpkı geçmişte genel olarak sosyalistlerin kazanamadığı hâlde kimilerinin ‘zafer kazandık’ diye yazmasını anlamadığım gibi. Her iki ucu da durumu izah eder görmüyorum. Propaganda ancak somut durum ile örtüştüğünde anlam kazanır.
İnsanın yaşamı otomatik ilerlemez. Bir yazarın romanının en kritik ve zorlu bölümünü günlerden bir gün hızla yazması, ertesi gün daha kolay görünen bölümü de aynı etkiyle ve hızla yazabileceği anlamına gelmez. Bir hastanın ölmesinden kısa bir süre önce ‘ O gün ne kadar da neşeli ve iyiydi, iştahı da açıktı’ diyenleri ne çok duymuşsunuzdur.
Sosyalistler de yeniden meclis siyaseti yürütmeye başladığı andan itibaren 50 yıl önceki anılarını değil, şimdi şu anda anılarını oluşturmaya başladı. Geçmişe öykünenler tıpkı onlar gibi ‘ben de bugünün başarısını elde etmeliyim’ demez mi? Bugün yapılması gerekeni anlamak ve yapmak gerekmez mi? Elde vekiller, belediyeler olduğu hâlde kaybetmiş gezmek -şimdi burada düzen siyaseti demeliyim- düzen siyasetinin pek hoşuna gitmez mi? Düzen siyaseti bilmez mi bir vekil, bir belediye bile sistemlerinin ne yapamadığının ve ne yaptığının açığa çıkması için büyük tehlikedir. O yüzden tek bir vekilin Can Atalay’ın vekilliğini bile gasp etmek için iktidar bloğu çok uğraşmadı mı? Sadece bir ilin belediyesini gasp etmek için dahi ne çok entrika yapıp Van halkını sokağa dökmediler mi? (Elbette biliyorum diğer illerdeki taşıma seçmenleri ama konumuzun odağı bu değil şu anda.)
İktidarın önemsediğini, tırnaklarıyla kazanan kimi sol-sosyalistler neden önemsemez, biraz üzerine düşünmeliyim.
Şimdi iktidarın ilk dönemine benzer medyada yer kapma savaşları, ana muhalefet medyasında olmak için yapılan yayınları görüyorum. Umarım onlar da iktidardan devraldıkları kibirle, Tom Ripley ile denize açılmazlar…
Dizideki kedinin ayak izlerine iyi bakınız. Pansiyon sahibi gibi onları önemsiz görüp silmeyiniz. Doğa, muhakkak iz bırakır. Onu dikkate alınız…