Gösterilemeyeni, Duyulamayanı Pantomimle Anlatmak

Sözü, ruhu, direnişi ve var olmayı salt bedenin ifadesine dönüştürmek… Ve bunu yaparken tutarlı bir öykü anlatabilmek… Bu işin altından kalkabilen nice usta gelmiş geçmiş dünyadan. Kimi zaman eğlencenin sınırları arasında kalsa da bu sanata gönül düşürenler, pantomim denen o büyülü yöntem sayesinde kitlelere ulaşabilmişler, ruhlarından bir parça katarak çok daha iyi bir dünyanın mümkün olduğunu haykırabilmişler.

Ülkemizde pantomim hâlâ bakir bir alan. Yoğun emek ve sabır isteyen yapısıyla mücadeleden yılmayan yürekler istiyor. Pantomim deyince son yıllarda akla gelen ilk isimlerden biri İlker Kılıçer, uzun zamandır hem yetişkinlere hem çocuklara mim performansları sergiliyor.  Onu hak arayışının kendini duyurduğu her yerde görmek mümkün. Çevre mücadeleleri, gecekondu direnişleri, mülteci kampları, hapishaneler, çocuk yuvaları ve huzurevlerinde nice oyun sergiledi Kılıçer. UNESCO’nun Belgrad’da düzenlediği Dünya Mim Enstitüsü’nün davetiyle katıldığı kongrede başarılı sunumuyla Dünya Mim Enstitüsü Resmi Üyelik Sertifikası almaya hak kazandı. Dünyanın çeşitli yerlerine sayısız mim oyunu sunan İlker Kılıçer’le pantomimi, bu sanatın ruhunu ve gücünü konuştuk:

Bir kendini ifade etme aracı olarak pantomim nasıl bir sanat ve sen bu sanatla nasıl tanıştın?

“Çok şey vardı anlatılacak, o yüzden sustum. Birini söylesem diğeri yarım kalacaktı. Sen duydun mu sustuklarımı?” der Tutunamayanlar Romanında Oğuz Atay.

Karakter olarak sessiz sakin, kendi hâlindeliğiyle yaşama uyum sağlamaya çalışan bir insan, sustukları çoğalan, biriken. Kendini ifade etmek için sanata yönelen. Okul denen kapatılma mekanlarında yorulmuş bir ergenin çocukluğuna duyduğu özlemle geçen günler işte…

Okumalar, sanatın kimi disiplinlerine tanıklıklar beni bir şekilde tiyatroya yönlendirdi. Bir süreliğine kendine yolculuktu tiyatro. Çok sevdiğim bir arkadaşım Ali Ayas’ın Kas Erime hastalığına yakalanışı ve yatağa bağımlı olması, beni başka bir hikâye ve duyguya çekti. Yanındaydım hep. Şiir severdi Ali. Yazdığı şiirleri vardı. Nefesiyle, vücudunda artık kullanabildiği iki yer olan elleri ve yüz mimikleri ile anlatıyordu artık tüm anlatacaklarını. O seviyeye inmiştim ben de. Bu hâlde bile anlaşılmanın tadını çıkarıyorduk ikimiz de. Bir gün Ali bana dedi ki:”Pantomimci olduk çıktık. Jestlerimiz, mimiklerimiz ve ellerimizle anlaşıyoruz artık. Her şeyi ellerimizle boyutlar olduk. Ben olamıycam ama sen belki Pantomimci olur çıkarsın bir gün.”

Bunu söyledikten yaklaşık iki ay sonra Ali bilmediğimiz bir dünyaya göçtü. Bana da mim sanatının tohumlarını bıraktı. Sonraki hikâyem Bu sanatın incelikleriyle geçti. Sene 2003, hiç unutmuyorum. İngilizce makaleler çevirtiyorum. Videolar izliyorum. Bir kitap bulmuşum Anke Gerber ve Clement De Wroblewsky’nin ortak kaleme aldığı “Pantomim Anatomisi” isminde. Yıllarca rehberim olmuş. Hâlâ da öyle.

Bir düşünce, fikir, talep; pantomimde hareketlerle nasıl ifade edilir? 

Çok şiirsel bir aktarım bu. Düşünsene, bir boşluk var. İçinde hiçbir şey olmayan bir boşluk. Bedeninle ve hayallerinle dolduruyorsun. Der ya Neyzen Tevfik: “Yok olmadan var olmanın yolu yok.” Bence boşluk, göreni de oradan kaldırır, hiçleştirir. Mim o “hiç” olma hâlinden varsıllar kendini. Anlatmak istediğin hikâyen de orada bedeninle biçim bulur.

Elbette kendi iç dinamikleri ve disiplinleri olan özgün bir sanat. Her hareketin bir tekniği ve alt egzersizi var. Classice Mime, Carporal Mime ve Natural Mime diye akımları; Marceau, Tomaszewski, Baptiste gibi ekolleri de var. Tüm bunların ortak noktaları ve olmazsa olmazlarından birini söyleyeyim: Mesela Mim oyuncusu temsil yaparken asla konuşmaz. Temsilini bitirir, varsa makyajını çıkarır, gündelik hayatında onu ifade eden hâle bürünür, sonra konuşur konuşursa. Makyaj, oyuncuyu hiçleştirir. Boşluğun sıvasıdır makyaj. Sizin kimliğinizi, ırkınızı, cinsiyetinizi, türünüzü de alarak aslında sizi o hiçbir şeyin içinde her şeyleştirir.

“İKTİDARLAR SESSİZLİKTEN KORKAR”

Peki pantomimi toplumsal eleştiri aracı olarak nasıl kullanabiliriz? Sen nasıl bakıyorsun?

Yine alıntı yapmak istiyorum.

“Sükut her zaman daha manalı, daha derindir.

Kalbe sözden çok sükuttan manalar akar.

İnsan evrendeki sükutu anlayabilseydi, kim bilir belki de söz olmayacaktı.

Anladım ki, derin ve esrarengiz olan her şey susuyor.

Anladım ki susan her şey derin ve heybetli” der Şems Tebriz-i. 

Daha önce Duvar Haber’le yaptığım bir söyleşide “iktidarlar sessizlikten korkarlar” demiştim. Susmanın ben doğrudan eylem olduğunu düşünüyorum. 

Reklamların, panoların, vitrinlerin, ödüllerin gösteri toplumunun gürültüyle esir aldığı yaşamlarımızda susmak, hem kendimize hem dış dünyaya itirazımızı tetikliyor.  Bir mesele var diyelim, içeriği de hayvan haklarıyla ilgili olsun, bunu dışa vurmak istiyoruz. Sokakta megafonu alın, okuyun bildirinizi, atın sloganınızı. Ne etki eder, tartışılır. Fakat bir mim oyuncusuna danışır, bu meseleyi bedenle aktarmasına imkân tanırsanız, sokaktaki tüm kitleyi çekebilir.

Pantomimin sokak ve kentle kurduğu ilişki nasıl? 

Şehre gülümseyiş katıyor. Yüzünde beyaz pat’ı, üstünde kostümü, amfisinden hafiften ses verdiği müziğiyle bir beden performansı yapıyor biri köşecikte. Kim olursa olsun merak eder, bakar. Belki de kalır, randevusunu erteler, telefon açıp işe geç kalacağını söyler. Bunlarla çok karşılaştık. Şu gerçeği söylemeden edemeyeceğim: Sokak da bu modern çılgınlığın çağından nasibini aldı. Yürüyüp geçilen taşıyıcı alanlara dönüştü. Kornaların, sirenlerin, bağırarak konuşanların, önümüzü kesip taciz edercesine para isteyen sözümona çevreci ve hakçı şirketlerin meskeni oldu. O gürültülü sokaklar biz mim oyuncularına güven vermiyor. 

İnsanlardan nasıl tepkiler alıyorsun?

Sahnedeyken, sokaktayken bambaşka tepkiler alıyorum. Sahne oyunlarımda kulisi boylamıyorum hemen. Çocuk oyunlarımın bitiminde sahneye gelen çocukların sorularını konuşmadan cevaplamayı çok seviyorum. Yetişkin oyunlarımda da makyajımı sildikten sonra seyirci ile fuaye yapmak beni çok mutlu ediyor. Çocuklar da yetişkinler de etkilendiklerini heyecanla dile getiriyorlar.

Kızma ama belki de son alıntım olacak. “Sükûtun da bir sesi vardır. Onu duyacak yürek lazım” der Şems Tebriz-i.   İşte sessizliğin sesi olan Pantomim Sanatı da böyle bir dil ile vücut buluyor. Bedenin o ortak dili Mim sanatı, bütün dillerin kapılarını açarak her izleyende bambaşka bir ufuk yaratıyor. 

Bir pantomim oyunu kurarken sosyal meselelerden, toplumsal olaylardan nasıl besleniyorsun? Bunlar oyuna nasıl sızıyor?

İçinde yaşadığımız ülke bir Clown için, tiyatro ve mim oyuncusu için inanılmaz bir malzeme. Toplumsal çelişkileriyle, iktidar oyunlarıyla, yasal çatışkalarıyla, insan tiplemeleri ile… Gösterilmeyeni göstermek, duyulmayanı duyurmak için sanatımla kolları sıvar ve bunu performansa çevirmeye çalışırım. Elbette o öykünün dönüştürücü taraflarını da performansa eklemlerim. Herhangi bir toplumsal olayı sahnelerken zaman ve mekân tanımaksızın durumu oynamaktan çok durumun kendisi oluyorum. Dolayısıyla o duruma bire bir tanıklık ettiren oluyorsunuz aynı zamanda. Yaşıyoruz o durumun duygusunu, çelişkilerini. Örneğin bir duvar boyutlarken boşlukta, o gerçek bir duvara dönüşüyor. Sıcaklığını, soğukluğunu, nemini tüm özelliklerini elimi boşluğa koyarken hissediyorum. Mim oyuncusu işte o boşlukta yaptıklarını hissedendir, anda kalan, an olan. Bir boşluk işçisiyiz baktığında. Boşluk kurcalayıcısı…