Oktay Kaynak ve Yusuf Nazım’ın yazdığı Aklın Ayak İzleri Bir Devrimcinin Romanı okur ile buluştu. İzmir Büyükşehir Belediyesi Yayınları’nca basılan kitap, 68 gençlik hareketi içinde yer alan Oktay Kaynak’ın, Sivas Zara’da başlayan yolculuğunda, 68 gençlik hareketi, THKO yılları, Mahir Çayan’ın da kaçmasını sağlayan Maltepe Cezaevi’nde özgürlüğe kazılan tünel ve Niğde Cezaevi’nde bilim insanı olmasının hikâyesini anlatıyor.
“Tünele en önde Cihan girdi. Onu Mahir takip etti; Ömer, Ulaş, Ziya ve en arkada da elinde bir çöp varili kapağıyla Oktay. Kılıçlarını çekmiş, nefeslerini tutmuş, yüz hatları gergin, asi bir zamandan geçmekte olan şövalyeler gibiydiler.” Kaynak, böyle anlatıyor o günlerini. Oktay Kaynak ile Aklın Ayak İzleri’ni, 68 gençliğini ve Maltepe Askeri Cezaevi’nden gerçekleşen firarı konuştuk. Kaynak, kitabı tasarladığında hayatını anlatmak gibi bir fikri olmadığını belirterek kitabı yazma hikâyesini şu sözlerle anlatmaya başlıyor:
“Benim insan evrimi ve insanın nasıl akıllı canlı olduğu konusunda bir teorim var. Niğde Cezaevi’nde bir soru sordum: Bir memeli embriyosu başka bir memelinin rahminde büyür mü? Bu sorunun peşinden gittim ve Niğde Cezaevi’nde fincan içine kırılmış kabuğu olmayan yumurtadan civciv çıkardım. Kabuğun dışında civciv çıkıyorsa neden bir koyun keçinin rahminde olmasın ya da neden bir inek embriyosu bir mandanın rahminde olmasın, diye düşündüm. 1983’te Almanya’da yapılan bir deney ile de bu düşüncem kanıtlandı. Kitabın yazılma amacı esasen benim insan evrimi teorimin anlatılması ihtiyacındandı. Hayatımı anlatmak gibi bir derdim yoktu. Ama böyle oldu, daha da iyi oldu. İnsanlar da sevdiler. İki cildi daha var, onlar da basılıyor.”
MALTEPE ASKERİ CEZAEVİ’NDEN FİRAR
Oktay Kaynak denildiğinde akla daha çok Maltepe Askeri Cezaevi’nde kazılan 17 metrelik tünel ile gerçekleşen firar geliyor. Kaynak, bu tünelin hem fikir babası, hem de mimarı olarak dikkat çekiyor. Üç THKPC’li Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı ve Ziya Yılmaz ile iki THKO’lu Ömer Ayna ve Cihan Alptekin, Maltepe Askeri Cezaevi’nden kaçmayı başarıyorlar. Fakat Oktay Kaynak, firar ekibine dâhil edilmiyor.
Firar eyleminde THKP-C ile THKO’nun bir “tünel kardeşliği” olduğu kadar, Denizleri kurtarmak için ortak bir “eylem birliği” de var. Kaynak, o günler için şunları anlatıyor:
“Maltepe Cezaevine ilk girdiğimizde biraz da inşaat mühendisi olmam nedeniyle o binanın eften püften bir bina olduğunu hemen anladım. Binanın temelini, temel derinliğini, bina yapısını, karkasını, altını hayal edebilecek bir kapasitedeyim. Bina da değil orası, bir gecekondu neredeyse. Bunları görünce tünel olabilir diye Cihan ile paylaştım. Cihan önce ‘Dur ya, dur ya, Oktay dur ya, sabırlı ol’ dedi. Ben kaçılabilir diyorum. Daha sonra Cihan, arkadaşlar ile konuştu ve olur dendi ve kazdık.”
17 metrelik tünelin kazılma hikâyesi kitapta detaylı anlatılıyor. Firar planları yapıp, kaçmaya hazırlanırlarken Oktay’ın aklına Mahir Çayan gelir. Şunları anlatıyor:
“Cihan ile konuştum. Şimdi buradan herhalde biz gideceğiz. Biz nasıl gideriz, Mahir? Mahir idam edilecek. Bir formül bulup Mahir’i de beraber götürmemiz lazım. Benim ilk önerim böyleydi. Mahir’i almamız lazımdı. Onun kalması çok kötü olurdu.”
Mahir Çayan ve Oktay Kaynak’ın da olduğu 6 kişi tünele inerler. Fakat çıkış ağzı bulunamadığı için geri dönülür ve kaçış gerçekleşmez. İkinci firar girişiminde THKO’dan iki kişinin katılması kararlaştırılır. Bunlar da Cihan Alptekin ve Ömer Ayna’dır. Tünelin fikir babası ve mimarı Oktay Kaynak ise dışarıda kalır. Oktay, Cihan’a darılır, aralarında tartışmalar çıkar. Kaynak o günleri şöyle anlatıyor:
“Biz bir ortak rüya gördük. Biz rüyamıza eylemcilik yoluyla ulaşacağımızı düşünen iki gruptuk. Bizim aramızda zaten geçişkenlikler oluyordu. Ben İstanbul’da bir ara THKP-C’ye doğru gidiyordum. Son anda Cihan ile Deniz beni kaptı. Ulaş’ın durumu da biraz böyle olmuş Ankara’da. Onlar gittiler ve ben kaldım. Çok zoruma gitti. Tüneli kazıp gökyüzünü görmüşüm ama içerdeyim. Fikir benim, emek benim. En çok ben çalıştım, ben hastalandım. Onlar gittiler. Eylem birliği oldu ve Denizleri kurtarmak için öldüler. Kızıldere’de onların öldüğünü duyduğumda cezaevinde gidip teğmene yumruk attım. Dönem dönem kendimi suçladım. Onlardan ayrı olmanın çok sancısını çektim. Cihan’ın lafı geçtiği zaman ağlıyordum. Cihan’ın lafını edemiyor, konuşamıyor, kötü oluyordum.”
BİLİM İNSANI OLARAK OKTAY KAYNAK
Bilim insanı olmasında Deniz Gezmiş’in rolü var mıydı? Hangi dürtü Kaynak’ı bilim insanı olmaya itmişti? Niğde Cezaevi’nde kabuksuz fincanda civciv yetiştirdikten sonra bir soru daha Oktay Kaynak’ın beynini kurcalıyordu. “Bir şempanze embriyosunu, insan rahmine transfer edersek, orada gelişir, biçimlenir, doğabilir mi?” Bu soruyu İstanbul Tıp Fakültesi’nden bir embriyoloji hocasına sordu. Gelen yanıt, “Memleketin bu kadar sorunu varken, bu işlerle mi uğraşacağız?” oldu. Morali çok bozulmuştu. Gerçekten de memleketin bu kadar çok sorunu varken boş bir işle mi uğraşıyordu? Peki ya bilim? Bilim ne olacaktı? Kim uğraşacaktı bilimle? Doğa bilimleri, diyalektik, evrim… Deniz Gezmiş’in babasına yazdığı mektup geldi aklına. “Bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir…”
Kaynak, bundan sonra kendini bilime adadı. Deniz Gezmiş’in kardeşine tavsiyesi Kaynak’a esin kaynağı olmuştu.
68 gençliği ile bugünün gençliğini karşılaştırdığında neler görüyor? Kaynak bu soruya şu cevabı veriyor:
“68 gençliği, ülkenin sorunlarıyla ilgiliydi. Şimdiki gençlikte bu yok. Ülke hatta dünya sorunları ile ilgilenmek lazım. Ülkenin sorunları sizi ilgilendirmeli. Üzmeli, düşündürmeli. Sizi çözüm üretmeye zorlamalı. Böyle bir sorumluluk almalı gençlik ki harekete geçsin. Bir şey yapma ihtiyacı doğsun.”