1 Mayıs yaklaşıyor. Kutlamalara Taksim dışında bir alanda izin verilecek. İstanbul Valisi Davut Gül öyle diyor. Yani Taksim bu yıl da emekçilere kapalı, yasak. Geçen hafta asgari ücrete ara zam yapılmayacağını yineleyen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, işçilerin bayramlarını demokrasiye en yaraşır biçimde AK Parti sayesinde kutlayabildiklerinden bahsediyor. “İdeolojik, marjinal sloganlara sıkışmamak gerek” mesajı vermeyi ihmal etmeden, çalışanlar yoksullukla boğuşurken. Taksim’in 1 Mayıs kutlamalarına kapatılması AYM’ce hak ihlali sayılsa bile İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’ya göre yasak yok, sadece kısıtlama var. Sözcüklerin gücü yeniden devrede. İstifa yerine görevden af, zam yerine fiyat güncellemesi… CHP Genel Başkanı Özgür Özel ise “Taksim’i 1 Mayıs’a açın. Ben kefilim, orada olacağım” diyor.
14 YIL ÖNCE 14 YIL SONRA
İktidar 1 Mayıs 2010’da övünçle Taksim’i halka açtığında o dönem başbakanlık koltuğunda oturan Recep Tayyip Erdoğan aldığı kararı gururla, göğsünü gere gere yorumlamıştı:
“Türkiye’nin nasıl tabuları yıktığının, statükoyu nasıl aştığının ve değiştiğinin somut bir abidesidir.”
14 yıl içinde Türkiye ekonomisi de 1 Mayıs’a bakış gibi epey değişti. Sahi onca zaman içinde ne değişmedi ki? 1 ABD dolarının 1.4739 TL’ye denk geldiği günler bugün 21 katına evrildi. İnşaat sektörünün koyduğu tuğlalarla Avrupa’nın en hızlı büyüyen yedi ekonomisinden biri olan Türkiye, bugünlerde Dünya Sefalet Endeksi’nin yedinci sırasına yerleşti. 2010’da enflasyon oranı yüzde 8,6 civarındaydı. Bugün resmi veriler bile neredeyse sekiz katına çıktığını söylüyor. Malum vaziyet bu. Türkiye, Zimbabve, Sudan, Arjantin, Suriye, Küba ve Güney Sudan’ın ardından dünyanın en yüksek yedinci enflasyonuna sahip. 2010’da da Maliye Bakanlığı koltuğunda (2009-2015) Mehmet Şimşek vardı, sekiz yıllık ayrılıktan sonra da yine o var. Hedefi ise kemerleri daha fazla sıkarak enflasyonu düşürmek…
ABD’DE VERİMLİ GÖRÜŞMELER, PAZARDA TANESİ 2,5 LİRAYA FASULYE
Muhalefetin hatta Cumhur İttifakı ortağı MHP’nin son dönemde aklında en çok kalan Şimşek’in “locals” açıklaması olsa bile maliye bakanı daha çok ABD’de katıldığı toplantıların verimine değiniyor. Hükümetin programına yönelik güvenin güçlü olduğu kanaatinde. G20, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası, dünyanın önde gelen kredi kuruluşlarıyla yaptığı görüşmelerden sonra “sabır, azim ve kararlılık” diyor. Belki de diliyor. CNN International programcısı Richard Quest’in “Kendi hükümetinizin yarattığı hasarı mı onarıyorsunuz?” sorusuna müstehzi bir gülümseme eşliğinde “Adil olalım, geçen sene bütçede ciddi delik açan büyük çaplı bir deprem yaşadık” cevabı veriyor. 6 Şubat Depremleri’nin ekonomiye maliyeti yaklaşık 104 milyar dolar olarak hesaplanıyor. Bu da Türkiye’nin 1 yıllık gayrisafi yurtiçi hasılasının yaklaşık yüzde 10’una denk düşüyor. Şimşek Amerikalı gazeteciye bu yanıtı verirken, muhtemelen Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yıllık bütçesinin AFAD’ın 17 katı olduğunu da biliyor. (Hükümetin deprem ve afet yönetimine ilişkin sosyal ve iktisadi yaklaşımı bir başka yazının konusu)
Maliye Bakanı’nın yeni kıta temasları sırasında Türkiye bir borç batağından çıkıp diğerine sürüklenen, gözlerin sürekli döviz kuru ve faize kilitlendiği milyonlarca insanıyla, para birimi gün geçtikçe eriyerek öylece duruyor. TÜİK’e göre inşaat maliyet endeksinin bir önceki seneye kıyasla yüzde 67 arttığı bir ekonomik görünüme sahip Türkiye. Dikey, yatay ama senelerdir betonlaşan ülkede müteahhitler yüzde 43’lük çimento zammı sonrası protestoya hazırlanıyor.
İstanbul’un Göztepe semtindeki pazarda fasulyenin tanesi 2 buçuk lira. Muğla’da ise çarşı sonrası minibüste yanına oturduğum emekli bir brokercıya soruyorum “Hayat nasıl gidiyor?” diye. “Ben diğer meslektaşlar gibi yapamadım” diye başlıyor söze. Derin bir iç çekip, “İki poşete 500 lira verdim, emekli maaşı yetmiyor, kiraya tek başıma yetişemiyorum, artık kardeşimle yaşayacağım” diyor 65’inde. Geçen hafta Kasımpaşa Semt Pazarı’ndan alışveriş yapan bir belediye çalışanı en az onun kadar dertli. “Yere atsan bitecek otların demeti bile 100 lirayı buluyor. Eskiden 25 kuruş verdiğimiz maydanoz tezgâhta 25 liradan başlıyor. Yaz geldi, ürün bollaştı ama fiyatlar cep yakıyor. Tezgâh başına gelince hesap kitap yapıyorum. Ucuzunu bulayım diye akşam pazarını bekliyorum.” diyor. “Kahvaltılık da dahil olunca iki kişilik bir aile için bile cebimden en az bin lira çıkıyor, bir de bu işin kışı var, doğalgazı var…” diye ekliyor.
30’larında genç bir gazetecinin bugünlerdeki en büyük sıkıntısı ise ev sahibi. İki ay sonra zam dönemi geliyor. 11 bin liraya oturuyor. “Tamam bir zam elbet olmalı ama…” derken ev sahibinden “Ancak yüzde 490’lık zam kurtarır” yanıtı alıyor. “Ver 50 bini, otur evimde” diye… VAR’a gidecekler belli ki… “Ne olur ne olmaz vermeyin ismimi” diyor hepsi. İsimler değişiyor, kentler değişiyor ama nicedir olup biten aynı. Tek farkla. Hükümet, Orta Vadeli Program’a güvense bile artık işler çok daha kötüye gidiyor. Devir azmetme ve sabretme dönemi…
İSTAKOZ, ROLEX VE KÖFTE…
Hazine ve Maliye Bakanı’nın uygulayacağı programın yaratabileceği toplumsal yük, bir zamanlar Amerikan sömürgelerinde mahkumların bol bol yiyebildiği günümüz Monako istakozundan ağır. Rolex sponsorluğundaki selfie’lerden de ağır… Kemer sıkma 2028’e kadar sürdürüldüğü takdirde ise iktidara gönül koyan sadece “köfteciler” ile emekliler olmayacak. Muhalefete göre ikinci sarı kart yolda. Kimi iktisatçılar da aynı fikirde.
Fikir Gazetesi için Türkiye iktisadı uzmanlığının yanı sıra uluslararası ekonomi, iktisat politikası, gelişme iktisadındaki yetkinliği ile bilinen Prof. Dr. Korkut Boratav ile konuşuyorum. Şimşek’in programının özünde sefalete sürüklenen emekli ve emekçi nüfusun enflasyon farkı ödemesinin iptali üzerine kurulu olduğunu söylüyor Korkut Hoca:
“Mehmet Şimşek hükümete girdiği andan itibaren ‘gelirler politikası’ (EN: Ekonomik ve sosyal büyümenin doğurduğu sorunları çözme iddiasıyla ortaya konulan gelir dağılımını yönlendirmek için uygulanan politikalar bütünü) dedi. Bakın IMF programı dahi açıkça ‘gelirler politikası’ lafı etmez. Dolaylı olarak uygulamaya çalışırlar. ‘Emek piyasalarının esnekleşmesi’ filan derler… Türkiye için asgari ücreti de denkleme katalım. Sadece emekli nüfus değil… Asgari ücret de çok belirleyici bir etken. Özellikle kamu sektörünün sözleşmelerinde oluşan enflasyon farkı asgari ücrette de emekli maaşlarında da uygulandığı için geçmiş dönemde uygulanan telafiyi şimdi iptal ediyorlar. Bu yasal yollardan yeni bir kıyımdır.”
BORATAV: ŞİMŞEK IMF PROGRAMINDAN BİLE KATI BİR REÇETE UYGULUYOR
Korkut Boratav’a göre Türkiye’de adı konmamış ancak daha katı bir IMF programı uygulanıyor. IMF’nin memnuniyeti ve kurumun Avrupa direktörü Alfred Kammer’in “Biz de Türkiye’ye şu andaki ekonomi ekibinin programını tavsiye ederdik” sözleri taptaze. Kemerlerin her zamankinden fazla sıkılacağından dem vuruyor Boratav. 2001’de AK Parti’yi iktidara taşıyan toplumsal bunalımın günümüzde yeniden oluştuğu tespitini yapıyor. Enflasyonla mücadelede Kemal Derviş politikasının da ağır maliyet yarattığını söylüyor. “Çünkü bölüşümü gözetme önceliği yoktur. Ama Şimşek’in politikası daha insafsızdır” diye ekliyor. Özetle “Türkiye’de yine, yeniden bölüşüm eşitsizliği ve şoku yaşanıyor” mesajı veriyor:
“Türkiye Cumhuriyeti tarihinde benzerine neredeyse rastlanmamış olan -bunu Türkiye iktisat tarihinin bölüşüm haritasını ayrıntıyla incelemiş bir iktisatçı olarak söylüyorum- bir bölüşüm şoku yaşandı. Evet, cumhuriyet tarihi boyunca birkaç ağır bölüşüm şoku vardı. Biri II. Dünya Savaşı’nda diğeri 1980 darbesi esnası ve arifesinde… Ancak AKP’nin son yedi-sekiz yılda yaşattığı bölüşüm şoku eşi benzerine rastlanmamış nicel boyuta ulaştı. Emeğin kaybıyla sermayenin kazancı arasındaki karşıtlığın bir benzerine daha şahit olmadık.”
TÜRKİYE’NİN SEFALET ENDEKSİ’NDEKİ YERİNE ŞAŞIRMALI MI?
Avrupa ülkelerine bakıldığında Türkiye’nin servet dağılımında adaletsizliğinin en yüksek olduğu ülkelerin başında geldiği görülüyor. En azından İsviçreli Credit Suisse ve UBS’in verilerine göre öyle. Türkiye’de yüzde 1’lik kesim servetin yüzde 40’ını alıyor. Tam da bu noktada Profesör Boratav’a ABD’li ekonomi profesörü Steve Hanke’nin yayımladığı 2023 Yıllık Sefalet Endeksi’ni anımsatıyorum. Türkiye 7. sırada. Önündeki ülkeler Arjantin, Venezuela, Lübnan, Suriye, Zimbabve ve Sudan. Şaşırmalı mı? Boratav şaşkın değil, âtıl iş gücü oranına ve bunun neden önemli olduğuna işaret ediyor:
“Bu oranı IMF yayımlamıyor, onlar salt ‘açık işsizlik’ oranını yayımlıyor. Durgunlaşmada bir miktar artacağını tahmin ediyor ama küçük bir artış. Geniş anlamda işsizliği ele aldığımızda diğer ülkeler için bir şey söyleyemem. Ancak Türkiye için muhtemelen zirveye yaklaşmıştır denilebilir. Son politikalar bu çerçevede ele alındığında Türkiye’deki bölüşüm şokunu hafifletecek hiçbir unsur yok. Geçtiğimiz 10 yılın biriktirdiği bölüşüm şokunun nimetlerinden yarananların yani nemasını yiyenlerin, kısacası ihya olan servet ve varlık sahiplerinin Türkiye’nin düzelmesi için vergiler ve yükümlülükler ile katılması gerek… Servet vergisi dahil olmak üzere… IMF bile servet vergisini savunuyor. Hatta ABD Başkanı Joe Biden uygulamaya henüz geçiremese bile ülkesinde servet vergisini yasalaştırmanın taslağını hazırladı. Türkiye’de de geçmiş enflasyon döneminde yaratılan olağandışı servet birikiminin, rant vurgunlarının topluma kazandırılması için servet vergisi lazım…”
GÜRSEL: TÜRKİYE IMF’NİN PROGRAMINDAN DAHA SIKI BİR PROGRAM UYGULAYACAK
Türkiye’de açık işsiz sayısına bakıldığında yüzde 10’un biraz altında. Buna iş gücü piyasasından kaçan, dışlanan, çalışma niyetinde olduğu halde çalışamayan nüfus katıldığında durum vahimleşiyor, âtıl iş gücü oranı yüzde 24,9’u buluyor. Mehmet Şimşek’in reçetesinin açık ya da dolaylı bir IMF reçetesi olduğu kanaatinde olan bir başka isim ise Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) Direktörü Prof. Dr. Seyfettin Gürsel. Peki ya 2000’de olduğu gibi IMF ile masaya oturulsaydı? Gürsel o dönem Ankara’ya 40 milyar dolar verildiğini anımsatıp bugünün tablosunu özetliyor:
“Şimdi bu yok. Cumhurbaşkanı Erdoğan IMF’den son derece rahatsız, istemiyor. Büyük ihtimalle anlaşma da olmayacak. Bu talep olmadan IMF de Türkiye’ye gelmeyecek demektir. Ancak Türkiye, kemer sıkma açısından IMF’den belki daha sıkı bir program uygulamak zorunda kalacak. Programı uygulamaya başladıklarında büyüme umdukları gibi yüzde 4-5 civarlarında olmazsa siyaseten çok zorlanacaklar. Zaman geçtikçe seçimlere yaklaşılacak. Büyük ihtimalle Erdoğan tekrar popülist politikalara dönecek. Böyle bir senaryo çok mümkün duruyor şu anda.”
Gürsel önümüzdeki bir buçuk yılın daha da kötü geçeceğinin alarmını veriyor. İç talepte ciddi daralmanın, reel gelirlerde düşüşün muhtemel gözüktüğünü, cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2028 öncesi anayasal değişikliğin peşine düşeceğini söylüyor. “Bunu yapamazsa 2028’de tekrar aday olamayacağına göre seçimi 2027’ye çekebilir. Daha ne kadar kemer sıkacak? Böyle açmazlarla, zor tercihlerle karşı karşıya iktidar” diyor.
HALK SOSYAL YARDIMLARIN ESİRİ Mİ OLDU?
Kuşkusuz açmazla karşı karşıya olan kuruluşundan bu yana ilk kez ikinci sıraya düşen AKP değil. Türkiye toplumunun da son dönemde sosyal yardımlarla ayakta durabildiğini düşünenler var. Profesör Korkut Boratav, sosyal yardımların saray iktidarınca yoksullaşma şokunu hafifletme aracı olarak kullanıldığı ancak bunun sistematik değil ayrımcı nitelik taşıdığı görüşünde. CHP’nin bu görevi yerelde üstlendiğini söylüyor. Bu noktada Profesör Seyfettin Gürsel ile benzer fikirlere sahipler. Gürsel, Türkiye’nin sosyal yardımlara bağımlı bir ülke haline geldiğini söyleyebilmek için milli gelir içinde sosyal transfer harcamalarının büyük bir yekûn tutması gerektiği kanaatinde. Ancak sosyal devletin güçlü olmadığı Türkiye’nin bir sosyal yardımlar ülkesi olmadığını belirtiyor:
“Çalışmayan bir kesime, emeklilere çalışan kesimin ürettiği değerlerin bir kısmını alıp veriyorsunuz. Bunu çıkartırsanız geriye yüzde 5-6 gibi çok komik bir rakam kalıyor”
Komik, trajikomik… Zamlar da öyle. Emekliler yılı ilan edilen 2024’te, ithal ettiği sığır yüzde 961 oranında artan Türkiye’de kıymanın kilosu 600 lira. Kapısında kuyruk oluşan Et ve Süt Kurumu’nda ise yüzde 25 zam var. Damacana su fiyatı geçen yıla göre yüzde 120 arttı. Bunlar sadece birkaç hayati kalem… Emekliler öfkeli, genç ve diplomalı işsizler öfkeli, mavi-beyaz yakalılar öfkeli. Hükümete yakın yayın kuruluşu Yeni Şafak’ın yazarlarından Yusuf Dinç bile öfkeli, belki de endişeli… Öyle ki; “Devlet şişmanlık sorunu yaşıyor, sonu kalp krizi” diyor. Yerel seçimler sonrası basına yansıyan AKP’nin şatafat haberleri üzerine hükümet, geçen yılın temmuz ayında ilan edip yaşama geçirmediği kamu harcamalarında tasarrufu hayata geçirme hazırlığında.
2015’te makam araçları üzerinden başlatılan israf tartışmaları sonrası “Makam araçları bütçenin çerez parası bile değil” diyen Şimşek’in programıyla birlikte 1 Mayıs’a giriyor emekçiler. Beyazıyla, mavisiyle, grisiyle, işsizi, emeklisi ve genciyle… Herkes Türkiye’yi gerçekten zorlu günlerin beklediğini görüyor, biliyor ve hissediyor.
Prof. Dr. Korkut Boratav söyleşisinin tamamını okumak için buraya tıklayın.
Prof. Dr. Seyfettin Gürsel söyleşisinin tamamını okumak için buraya tıklayın.