Memleketimden Üniversite Manzaraları

“Gazze’de yaşanan soykırıma karşı ABD kampüslerinde gerçekleşen barışçıl eylemlere yapılan insanlık dışı polis müdahalelerini ibretle ve dikkatle izliyorum.”

Bu açıklama, Boğaziçi Üniversitesinin atanmış rektörü Naci İnci’den. Evet, 2 seneyi aşkın süredir her gün yüzlerce akademisyen kendisine sırt dönmesine ve sayısız öğrenci protestosuna rağmen hâlâ daha Rektörlük koltuğunda oturan Naci İnci’den.

“… Eylemlerde öğrenciler gözaltına alınıyor, üniversiteler protestoları durdurmak için uzaktan eğitime geçiyor. Üniversite öğrencilerinin gösterdiği barışçıl tepkiye karşı gösterilen orantısız tepkiyi temel insan hakları ve akademik özgürlüğe vurulmuş bir darbe olarak kabul ediyor, derin bir üzüntü duyuyor ve şiddetle kınıyoruz.”

Bu açıklama da ODTÜ Rektörlüğü’nden. ODTÜ Rektörlüğü gözünü pasifiğin öbür ucuna dikip akademik özgürlüğün ABD’deki tezahürlerini üzüntüyle takip ederken binalarının önünde bir haftayı geçkin süredir şenlikleri için nöbet tutan öğrencileri görmemiş olsa gerek.

“Amerika Birleşik Devletleri’nde başta Harvard, Columbia, Yale ve New York Üniversiteleri, ateşkes çağrıları yapan protestoları engellemeye çalışmaktadır. Bununla da kalmayıp insanlık onurunun ortak sesini yükselten öğrencileri tehdit ve baskıyla susturmaya çalışmaktadırlar.

“Demokrasi ve ifade özgürlüğü” kavramlarını tekeline alıp diğer ülkelerin başında “Demoklesin kılıcı” gibi tutanların söz konusu Gazze ve Filistin olunca takındıkları bu tavır gerçekleri açıkça ortaya koymaktadır.”

Bu da İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’nden… Hani kampüslerinde öğrenciden çok sivil polisin cirit attığı, rektöre dilekçe teslim etmek isteyen öğrencilerin bile çevik kuvvet çemberine alındığı, özel güvenliklerin üniversite öğrencilerinin farklı kampüslere girmesini fakülte geçiş yasağıyla engellediği İstanbul Üniversitesi… Meşhur bir kapısı var bir de, gerek önceki rektör Mahmut Ak gerekse mevcut rektör Osman Bülent Zülfikar’ın iki ayda bir öğrencilerini polise dövdürdüğü o büyük kapı.

Memleket akademisinin geçtiğimiz hafta kesildiği bir garip kendine demokrat hâlini zannediyorum hepimiz yer yer gülerek yer yer de sinirlenerek takip ediyoruz. İsrail’in başta Gazze olmak üzere Filistin’e yönelik saldırıları ve gerçekleştirdiği soykırım karşısında yer almak ve bu yönde açıklamalar yapmak her ne kadar olumlu olsa da, biliyoruz ki kral çıplak. Zira bahsi geçen üniversite yönetimlerinin öğrencilerin gerçekleştirdiği en ufak protestonun karşısına bile polis orduları dizmeleri bir yana, bizzat kendileri “savaşa karşı barış” dediği için sürülen akademik kadroların yerine yerleştirilen “atanmışlar.” Malum, hafızamızla sabit, bundan yaklaşık 10 yıl önce süren bir başka savaş için “Bu suça ortak olmayacağız” diyerek barış bildirisi imzalayan akademisyenler, birer birer meslekten ihraç edilmiş, en temel insan haklarından mahkûm bırakılmıştı. Bugün ABD’de süren Filistin yanlısı öğrenci eylemlerinde gözaltına alınan akademisyenlerle aynı şeyi söylüyorlardı oysa: savaşa hayır, barış hemen şimdi… Üstelik bahsi geçen savaş bugün uğruna demokrasi kılıcı kesildikleri Filistin’den çok da uzak bir coğrafyada değildi, hemen burada, burnumuzun dibindeydi hatta. Kürt coğrafyasındaki kan artık dursun deniliyordu.

NE OLMUŞTU?

Yer yer sinirlenerek takip ettiğimizi düşündüğümü söyledim, düşünüyorum çünkü baskıcı rejimlerin şiddete başvuran çırpınışları dünyanın neresinde olursa olsun aynı seyrettiğinden, yer yer “paralel” görüntüler de düştü bu süreçte payımıza. Öğrenci eylemlerini engellemek için Columbia Üniversitesi’nin kapısına vurulan kilit, Batı için akademik özgürlüğün gerilemesi noktasında yeni bir mihenk taşı olabilir örneğin ama biz bu konuda Batı’yı solda sıfır bırakıyoruz. Çünkü kilit vurmak şöyle dursun, bizimkiler direkt kelepçe takmıştı Boğaziçi Üniversitesi’nin kapısına, bundan üç yıl önce.

Yukarıda yer vermedim, bir de Ankara Üniversitesi’nin açıklaması var. “Eylemlerde öğrenciler gözaltına alınıyor, üniversiteler protestoları durdurmak için uzaktan eğitime geçiyor. Üniversite öğrencilerinin gösterdiği barışçıl tepkiye karşı gösterilen orantısız tepkiyi temel insan hakları ve akademik özgürlüğe vurulmuş bir darbe olarak kabul ediyor, derin bir üzüntü duyuyor ve şiddetle kınıyoruz.” diyor Ankara Üniversitesi. Malumunuz, Ankara Üniversitesi İstanbul Üniversitesi’yle birlikte faşist çetelerin konuşlandığı ve özel güvenliklerle el ele hareket ettiği üniversitelerin başını çekiyor. Her ay mutlaka kampüs içi polis şiddeti yahut özel güvenlik saldırısı görüntüleri geliyor Cebeci’den. Ankara Üniversitesi, Ivy League’i mahkum ettiği “öğrencilerinin gösterdiği barışçıl tepkiye karşı orantısız tepki göstermek” konusunda pek mahir yani.

Üstelik devamı da var, malum, en az Boğaziçi’nin kapısına vurulan kelepçe kadar sembolik bir kare daha var arşivlerimizde: Mülkiye’de Barış Bildirisi İmzacısı akademisyenlerin yaka paça gözaltına alınışının ardından cübbelerinin polis postallarıyla ezildiği o meşhur fotoğraf… Ankara Üniversitesinin “köklü geçmişi” “temel insan hakları ve akademik özgürlüğe vurulmuş darbe”leri falan kınamaya yetmez anlayacağınız. (Ankara Üniversitesi’nin öğrenci protestosu şöyle dursun bir gelenek hâline gelmiş öğrencilerin İnek Bayramı’ını dahi engellemek için elinden geleni yaptığını da not düşelim. Protesto bile değil, bayram…)

Peki başta ifade özgürlüğü olmak üzere temel insan haklarına ve akademik özgürlüğe saygılı, demokratik üniversiteler nasıl mümkün kılınabilir? Bu yazıda bu soruya da cevap aramak istiyorum ancak henüz oraya gelmeden mazlumun sesi, insan haklarının amansız temsilcisi sayın rektörlerimize yöneltmek istediğim bir soru daha var: Ya siz ne yapardınız? Columbia’ya, Yale’e, Harvard’a amiyane tabirle höt zöt demek kolay elbet ama peki ya sizin kampüslerinizde, tıpkı ABD’de olduğu gibi, üniversitelerin ve iktidarın İsrail’le sürdürdüğü ticareti protesto eden eylemler gerçekleşse siz nasıl davranırdınız? Filistin bayrağını indirmeyeceğinizi biliyoruz, peki Filistin bayrağı taşıyan o öğrenciler İsrail’le 7 Ekim’den bu yana uçak benzini, roket yakıtı, çimento gibi ürünler de dâhil olmak üzere kalem kalem ticaret yapan AKP’yi eleştiren sloganlar atsa nasıl karşılık verirdiniz? Mülkiye’den yerlerde sürüklenen öğrenci görüntüleri gelmez miydi mesela? Beyazıt’ta gözaltı sayısı üç haneye ulaşmaz mıydı? Boğaziçi Rektörlüğü, öğrencilerine soruşturma üstüne soruşturma açmaz mıydı? Ankara polisi otobüs konvoyuyla ODTÜ’ye girmez miydi? Sanırım cevabı hepimiz biliyoruz.

BUNDAN ÖTESİ…

Peki ne olabilir? Cumhurbaşkanının gece yarısı açıkladığı bir kararnameyle kalburüstü atanan koltuklara üniversite bileşenlerince seçilen kadrolar gelebilir mesela. Üstelik bu seçimlerde yalnızca akademisyenler değil, öğrenciler hatta üniversite personeli bile oy verebilir. Yönetici kadrolar öğrencisinden yemekhane personeline, profesöründen temizlik görevlisine tüm bir üniversiteyi temsil edebilir. Üniversite personeli dediysem sözüm ÖGB (Özel Güvenlik Birimi) kulübesinden dışarı elbette… 12 Eylül sonrası YÖK’ün de kurulmasıyla birlikte güvenlik bahanesiyle üniversitelere dikilen ÖGB kulübeleri, içindekilerle birlikte üniversiteden kapı dışarı edilebilir mesela. Edilmelidir de. Çünkü pek çok üniversite eyleminden çok iyi biliyoruz ki öğrencilerin güvenliğini sağlamakla yükümlü ÖGB’ler bizzat öğrencilere şiddet uygulayan aparatları oluşturuyor bugün.

Ne dedik, tüm üniversite bileşenlerince seçilen kadrolar herkesi eşit bir şekilde temsil edebilir. Bu temsili sözde bırakmayarak üniversiteye dair alınacak kararları da ortak oylamaya açabilir pekala. Kampüste yapılmak istenen bir peyzaj çalışmasını da aylık yemekhane menüsünü de öğrenciler oylayabilir mesela.

Üniversite harcamaları kalem kalem şeffaf bir şekilde ilan edilebilir ve üniversite bütçesinin nerelere harcanacağı yine oylanarak kararlaştırılabilir. Milyar liralık devlet ödeneği alan üniversitelerimizin hem bu parayı nereye harcadıklarına dair fikir sahibi oluruz hem de bu paranın nereye harcanacağına karar veririz bu sayede. Bu meblağ, rektörün makam aracının benzinine değil de öğrenciye verilecek bursa ayrılabilir böylece.

Tüm bunların sağlanmasıyla düşünce ve ifade özgürlüğünün üniversite içinde mutlak surette tesis edilmesinin önü açılabilir. Öğrencilerin kendilerini rahatça ifade edebildikleri, barışçıl protestolarını özgürce gerçekleştirebildikleri bir kampüs ortamı yaratılabilir. Üniversitelerimiz, ABD’ye yönelik kınamalarında belirttikleri gibi ifade özgürlüğünü sağlamaya taliplerse şayet, ilk olarak sivil polisleri kampüsten çıkarabilir mesela. Polisin üniversite içi varlığını tamamen engelleyebilir. “Öğrencime dokunma”, “Hocama dokunma” eylemleri, üniversite kapılarının polise kapanmasıyla tarihe karışabilir. Çünkü bunların hiçbiri, ama hiçbiri, doğa kanunu gibi mutlak surette böyle gitmesi gereken yasalar değil. Değişmesi de mümkün, değiştirmesi de. Yeter ki itiraz edecek, kabul etmeyecek, boyun eğmeyecek, direnecek gücü ve cesareti kendimizde bulabilelim. 1 Mayıs havası çok da dağılmadan ifade etmek gerekirse, kazanacağımız bir dünya olduğunun bilinciyle hareket edebilelim. Portekizli usta Yazar Jose Saramago’dan bir alıntıyla bitireyim: “Ne mutlu hayır diyebilenlere, çünkü dünyanın hükümranlığı onlara aittir.”

 

1 Mayıs’ın Ardından: Kim Israr Ediyor?

“Rönesans ile Başlayan Dünyevileşme Tersine Çevrilmek İsteniyor”

“Mazlumun Affetmeme Hakkı”