“-Ben özel kalem müdürünüzüm. Odanızı beğendiniz umarım. Ama değişik bir dekorasyon isterseniz… Bir dostum var, o bize yardımcı olur…
-Yok, istemiyorum!
-Zevkinize uygun, daha gösterişli bir koltuk alalım mı sayın başkanım?
-Hayır! Koltuğun nesi var? Milletin parasını har vurup harman savurmak yok…
İzmir’in küçük bir kasabası… Rakiplerini ağır yenilgiye uğratıp seçimleri kazanan imar müdürlüğünde görevli Zühtü Kaya… Makam odasına girer girmez dalkavuk takımı etrafına toplanıyor. Hepsini kapı dışarı ediyor yeni belediye reisi. Belediye binası önüne dizilen ricacılara ise “Varsa bir dertleri dilekçeyle anlatsınlar.” diyor.
Tam koltuğuyla baş başa kalacakken, içeri özel kalem müdürü giriyor. Sonrası yukarıda okuduğunuz diyalog… Sonrası kasabada rüşvete son vermeye girişen, yasaları harfiyen uygulayan, kodamanların çığ gibi büyüyen tepki ve nefreti sonrası partisince sertçe uyarılan bir belediye başkanı. Sonrası DMDYDP’nin (Devletin Malı Deniz Yemeyen Domuz Partisi) tüzüğünü uygulamaya başlayan, ranta, çevre katline göz yuman, ailesinin belediye makamını sömürdüğü, zenginleştikçe deliren, istifanın eşiğine gelen, en nihayet kendi heykelini diktiren bir belediye başkanı…
Hayli tanıdık ve bir yandan gerçekle alakası olamayacak kadar gerçekdışı olaylarla bezeli filmin adı “Koltuk Belası”. Kartal Tibet imzalı 1990 yapımı politik hicivde başkanı Kemal Sunal canlandırıyordu. 1990 tarihi aslında önemli. Küreselleşmenin yaygınlaşmasıyla beraber özellikle 1990’lı yıllardan itibaren yerel yönetimlerin kontrolsüz dış borçlanmalarıyla borçların ödenmesindeki sıkıntıların arttığı, kamu mali yönetiminin dengesizliğinin tavan yaptığı bir Türkiye tablosu çıkıyor ortaya. Bunu ben değil 1980-2013 yılları arasında Türkiye’deki belediyelerin borç yapısını inceleyen akademik bir çalışma söylüyor.
Bugün Türkiye’de borçlu olmayan belediye yok. Öyle ki; dış borç oranının yaklaşık 5 buçuk milyar dolar olduğu belirtiliyor. Kamuda tasarruf, lüks harcamalar, eşe dosta dağıtılan ihaleler, parti fark etmeksizin bol keseden yakınlara dağıtılan unvanlar, liyakatsizlik ve halkın vergisinin çarçur edilmesiyle birlikte işin bir de denetim boyutu var.
Yerel yönetimlerin mali denetimi nasıl yürütülüyor, sürdürülebilirlik ne durumda? Yerelin kaynaklarını etkin ve verimli kullanabilmesi için finansal yönetim ve kontrol mekanizmaları ne alemde? Mali kaynakların kullanımı toplumsal denge ve adalet gözetiyor mu yoksa aksi bir duruma yol açıp eşitsizliğe mi yol açıyor? Dahası sivil toplum, vergisinin peşinde koşuyor mu? Yurtdışındaki örnekler ne söylüyor? Sorular çok, yanıtlar farklılaşıyor…
Fikir Gazetesi’nin bu sayısında, kamu politikaları ve yerel yönetim maliyesi konusunda uzman iki isimle konuştum. Söyleşi dizisinin son konuğu Öğretim Görevlisi Ferhat Emil.
Bilkent Üniversitesi öğretim görevlisi Ferhat Emil, 1978’de girdiği Hazine’den 2003’te emekli olana dek Müsteşar Yardımcılığı dâhil farklı pozisyonlarda çalıştı. Devlet bütçesinin hazırlanması, uygulanması, hazine borç ve nakit yönetimi, IMF-Dünya Bankası ilişkileri, ekonomik araştırmalar, devlet teşvikleri gibi bölümlerin yöneticiliğinde bulundu.
Aynı zamanda Yerel Yönetimler Maliyesi kitabının yazarlarından. UNDP tarafından 2005 yılından itibaren aralıklı olarak yürütülen Yerel Yönetim Reformu Projelerinin birinci ve ikinci aşamalarında kilit uzman olarak çalıştı, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın yerel yönetim reformuna destek projelerinin sonuncusu olan Yerel Yönetim Reform Programının üçüncü aşamasında projenin baş teknik danışmanlığı görevini üstlendi.
“TEMEL SORUN DENETİM KURUMLARININ İÇİNİN BOŞALTILMASI”
31 Mart yerel seçimleri sonrası iktidardan devralınan birçok belediyede borçlar ilan edilmeye başlandı. Bu kez belediye borçlarıyla yan yana lüks, şatafat ağırlıklı bir tablo görüldü. Burada elbette akıllara bir de belediyelerin denetimi geliyor. Tartışmaları nasıl yorumluyorsunuz?
Belediye harcamaları daha çok göze batıyor. Çünkü daha lokal hizmet veriyorlar. Evet, CHP çoğunluğu ele geçirdi. Bilgiye daha fazla ulaşma imkânı var. Dolayısıyla kamunun dikkatini bu noktaya çekmekte kendilerine büyük sorumluluk düşüyor. Harcama savrukluğu aynı şekilde merkezi yönetimde de var. Temel sorunlardan biri kurumsal açıdan denetim kurumlarının yetersizliği ve içinin boşaltılması. 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu var. Bu kanun hem yerel yönetimi hem merkezi kurumları kapsar. Getirilen en önemli yeniliklerinden biri iç denetim sistemidir. İç denetim, bir kurumun karşı karşıya olduğu riskleri değerlendiren, risklerin azaltılması açısından yöneticiye yol gösteren denetim sistemleridir. Belediyelerde iç denetim konusu her zaman için belediyelerin özellikle üst yönetim tabakası açısından soğuk karşılanan bir konudur. Belediyeler ağırlıklı olarak başkan odaklı kurumlardır. Belediye başkanları da kendi işlerine engel olma olarak algıladıkları bu yönteme pek sıcak bakmazlar. Bu açıdan da kurumsal yapısı sağlam, iç denetim kurumlarına önem veren belediye sayısı çok azdır. Bunlara örnek olarak Ankara Büyükşehir var, özellikle İzmir Büyükşehir var, bir ölçüde İstanbul Büyükşehir var, bir de benim yine çalışmalarına şahit olduğum, bu konuda bir ölçüde gayret gösteren Bursa Büyükşehir gibi belediyeler var. Onun dışındaki belediyeler için dışarıdan atanan bir iç denetçi, pek hoş karşılanmaz. Ancak yasa gereği bu denetim türü devreye alınmak zorunda olduğu için bu sefer de kendi bölgelerinden bir denetçi atamayı yeğlerler.
Dış denetim bağlamında da belediyelerin savruk harcama yapmamasının önündeki en büyük engelin aslında İçişleri Bakanlığı olması lazım. Ama bunu es geçiyorum. Zira bakanlık iktidar partisine mensup belediyeleri tam tekmil denetlemek istemez, istese bile eksik kalır. Denetim sisteminin bir tık üstü ise Sayıştay’dır. Ancak Sayıştay artık işlevsizleştirilmiş bir kurumdur. Sistem tamamen denetimsizliğe ve hesap sorulamamaya doğru evrilmiş bir durumda. Böyle olunca da belediyelerin istediği gibi borçlanması, bu borçları karşılığında yeniden borçlanması, özellikle iktidara yakın belediyelerde çok daha kolaydır. Aynı zamanda denetimlerin sonucu bir yargılamaya dönüşmediği için belediyeler, özellikle AKP belediyeleri daha fazla borç biriktirmeye başlamıştır.
“BELEDİYE KAYNAKLARININ KULLANIMI KONUSUNDA KENDİ PARTİSİNE TERS DÜŞEN BELEDİYE MECLİS ÜYESİNİN GELECEĞİ KARARTILIR.”
Belediye meclisleri bütçe denetimini doğru yapamıyor mu?
Belediye meclislerindeki soruna bakalım. Kendi partisinden olup da ortada bir yolsuzluk, israf ve usulsüzlük görüp bunu Belediye Meclisinde dile getiren, dolayısıyla Başkana ters düşen belediye meclis üyelerinin geleceği karartılır gerekirse. “Belediyelerin belediye meclisi ile başkanın çıkar çatışması içine girmesini beklemek, özellikle mecliste çoğunluğu oluşturan belediye meclis üyelerinin iktidar partisinden olması durumunda bu gibi konularda çok aktif ve eleştirel olmasını beklemek pek gerçekçi değil.” Elbette belediye meclis üyeleri arasında bu konulara vakıf kimseler de vardır. Bu biraz da toplumsal bir konu. Eskiden hikmetinden sual olunmaz padişahlar vardı, şimdi hikmetinden sual olunamaz ve dolayısıyla hesap sorulamaz bir cumhurbaşkanlığı sistemi var. Bunun doğal bir uzantısı olarak son zamanlarda özellikle yerel seçimler sonrası çıkan haberlerden bazı belediyelerde de küçük küçük “hesap sorulamaz” cumhurbaşkancıkları oluştuğu anlaşılmaktadır. Bu pervasızlığın olduğu ancak buna karşı bir toplumsal duyarlık olmadığı sürece “Hesap nasıl olsa sorulmaz, sorulsa bile sümen altı edilir” anlayışıyla iktidarlara yakın borç ve israf yüklü belediye gemileri hep seyir hâlinde olacaktır diyebiliriz.
“BAZI BELEDİYELERDE KÜÇÜK KÜÇÜK, HESAP SORULAMAZ CUMHURBAŞKANCIKLARI OLUŞTUĞU ANLAŞILIYOR”
Peki kentlere ayrılan kamu bütçesi nasıl belirleniyor?
Belediyeler, tanım gereği kendi öz gelirleri olan kurumlardır. Ancak bu tek başına yetmez, dünyanın her yerinde de böyledir. Onun için merkezi yönetim bütçesinden pay alırlar. O da nasıl olur? Bunun ayrı bir kanunu vardır, merkezi yönetimlerin topladığı vergi gelirlerinden belediyelere pay ayrılmasına dair bir kanun… Belediyelere yüzölçümü, nüfus, gelişmişlik vb. ölçütlere göre merkezi yönetim gelirlerinden daha önce de belirttiğimiz gibi bir pay ayrılır. İller Bankası kanalıyla belediyelere aktarılır. Büyükşehir belediyeleri ilçe belediyelerine oranla merkeze daha bağımlıdır. İster İller Bankası kanalıyla verilen merkezi yönetimin topladığı vergi gelirleri olsun ister kendilerinin öz gelirleri olsun belediyeler bunu kendi bütçelerinden harcarlar. Bunu da belediye meclisi kontrol eder. Merkezi yönetimin onların bütçesinde bu anlamda çok fazla söz hakkı yoktur. Şu kadar ki; belediyelerin genel olarak altyapı ve metro gibi dış kaynak gerektiren önemli yatırımlarının önce yatırım programına alınması ve sonrasında belediyenin dış proje kredisi kullanması, yine Cumhurbaşkanının iznine tabidir. Bu izinlerin de konu muhalefet belediyeleri olduğunda esirgendiği yine kamuoyunun da bildiği bir gerçekliktir.
“TÜRKİYE’DE YEREL DAHA ÖZERK OLSAYDI BİLE MESELEYE GÜL BAHÇESİNE GİRER GİBİ BAKILMAMALI”
Söz hakkı demişken, yerel yönetimlerin mali açıdan daha özerk olmasının fayda sağlayacağına inanıyor musunuz, yoksa Türkiye ölçeğinde bu da bir şey değiştirmez mi?
İsveç’te kamu harcamalarının yüzde 40’ından fazlasını belediyeler yapıyor. Benzer bir durum diğer İskandinav ülkelerinde de gözlemleniyor. İskandinav ülkelerinin ve diğer Avrupa ülkelerinin tarihten bu yana gelen, yerel kültürle desteklenen bir belediyecilik geleneği ve kaynak kullanım yapıları var. Bizde ise Osmanlı’dan bu yana sistem merkezi bir görümüm sergiliyor. Kaynakların büyük çoğunluğuna merkezi yönetimin hâkim olduğu durumlarda yerele ayrılan kaynak yetersiz olunca, ister istemez yerel kendini çok gösteremiyor. Türkiye’deki idari sistemde yerel yönetimlere kendi gelirini kendi vergisini kendisi koysun ve harcama yapsın diye öyle büyük yetkiler ve kaynaklar verilmemiştir. Bildiğiniz gibi merkezi yönetimden çok uzakta duran, özerklik anlamında belediyecilik Türkiye’de yeşermemiştir. Yeşerseydi de öyle çok büyük bir etkisi olur muydu? Yerele kaynak ayırma konusuna öyle gül bahçesine girer gibi bakmamak lazım. Halkın bu konuda duyarlı, uyanık ve yerel yöneticilerin kararlarını sorgulamaya ve hesap sormaya eğilimi olmadığı toplumlarda kaynakların toplanması, kullanılması ve ister yerel yönetimde ister merkezi yönetimde olsun her zaman sorunlu olur.
“SAĞLIKLI BİR KAMU HARCAMA SİSTEMİ YARATAMADIK”
Mesela Sancaktepe Belediyesi devralınıyor. Müteahhitlere en fazla borçlanan belediyelerden… Borcu 2 milyar TL’ye dayanmış durumda. Şatafatın hâkim olduğu, gereksiz harcamanın yapıldığı makam odası dikkat çekiyor…
Sancaktepe sınırları içinde yaşayan vatandaşların, belediye meclis üyelerinin bu duruma çok daha önceden dikkat çekmesi lazımdı. Türkiye öyle bir hâle geldi ki bunların sorulması sorgulanması ayıpmış gibi bir hava yaratıldı. Bugünkü yapıda her düzeyde bu vurdumduymazlık, hesap soramama sıkıntısı var, “Sorarsam başıma bir şey mi gelir?” korkusu var. Maalesef Türkiye’de sağlıklı bir kamu idaresi ve kamu harcama sistemi yaratamadık ve halk denetimini de kaçırmış durumdayız. Ancak acar bir milletvekili kırk yılın başında yerelden belli bir sorunu alıp meclis gündemine getiriyor, mecliste iki üç gün tartışılıyor sonra unutuluyor. Denetim kurulları harekete geçmiyor. “İdare-i maslahat ediyoruz” şeklinde tezahür etmiş olan bu edilgen bakış açısının sorgulanması lazım.
“VERGİSİNE SAHİP ÇIKMAYAN, HESAP SORMAYAN BİR TOPLUMUZ”
İhale meseleleri… Demokratik sorgu mekanizmasının halk nezdinde de çalışmadığını söylediniz. Buradan devam edelim mi?
Evet… Avrupa ülkeleri, İngiltere ve bir ölçüde ABD’de yerel halk meclisleri, yerel oluşumlar var. Konuşuyorlar, tartışıyorlar. Toplumları, bu gibi meselelere karşı çok duyarlı. Avrupa’da cumhurbaşkanının devlete ait kredi kartıyla harcaması bile tartışma yaratıyor, konu oluyor. Barcelona Belediye Başkanı kendisine gelen hediyeleri en ince ayrıntısına kadar kaydettiriyor ve internet sitesinde yayımlatıyor. Harcamaların yapılması ve raporlanması konusunda saydamlıkla ve etik davranışlarla ilişkili kuralları var. Türkiye’de etik kurul (Kamu Görevlileri Etik Kurulu) var ama vatandaşın ne yaptığına dair haberi yok. Vergisine sahip çıkamayan, hesabını soramayan bir toplumuz. Sorunun temeli de burada.
Söyleşiyi yapan: Dora Mengüç
Prof. Karakaş: Belediyeler Şoförün Yanında Para Toplayan Muavin Gibi
Prof. Yılmaz: DPT, Belediyeler İçin Kritik Bir Rol Üstlenebilir
Derya Kömürcü: Koşullar İktidar Değişikliği İçin Oldukça Müsait