Türkiye ekonomik anlamda hayli zorlu bir süreçten geçiyor. Yerel seçimler sonrası CHP ve DEM Parti’nin AKP’den devraldığı belediyelerde harcamalar, borçlar, lüks ve şatafat bu zorlu dönemin bir anlamda aynası gibi. Şüphesiz krizden çıkabilmek için para ve maliye politikalarının doğru kullanılması gerekiyor.
CHP Sözcüsü Deniz Yücel, AKP ve MHP’den devralınan belediyelerin borç yükünün 100 milyar lirayı aştığını söylüyor. Belediye binalarında devralınan borçlar listesi göze çarpıyor. Bazı borçlar eski yönetimlerin yakınlarına ve şirketlere verilen ihalelerden kaynaklanıyor. Lüks harcamaların, hizmetler için aşırı fiyatlandırmanın sonuçları tartışılıyor. Peki tüm bunlar toplumsal adalet ve ekonomik denge açısından ne anlama geliyor? Yerel yönetimlerin mali politikaları nasıl işliyor? Merkezle ilişki nasıl şekilleniyor? Dahası bu iş memleket sınırları dışında nasıl yapılıyor?
Fikir Gazetesi, kamu politikaları alanında uzman bir isimle, Profesör Hakkı Hakan Yılmaz ile konuştu. 1988-1992 arasında Sayıştay Başkanlığında denetçi yardımcısı ve denetçi olarak çalışan Yılmaz, 1993-2008 yıllarında DPT Müsteşarlığında uzman yardımcısı ve uzman olarak görev almıştı.
Mali yönetim ve bütçe, yerel yönetimler maliyesi, kamu kurumlarında stratejik planlama konusunda uzman bir isim olan Profesör Yılmaz, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın Yerel Yönetim Reformu projesinin liderliğini de yapmıştı.
“DEVRALINAN BELEDİYELERDE BORÇ TARTIŞMASI DOĞRU YAPILMALI”
31 Mart yerel seçimleri sonrası iktidardan devralınan birçok belediyede CHP ve DEM Parti borçları duyurmaya başladı. Her seçim dönemi sonrası gündeme geliyor bu mesele. Ama bu kez lüks, şatafat ağırlıklı bir tablo görüldü belediye borçlarıyla yan yana… Elbette belediyelerin denetimi, içsel-dışsal mali denetim, yasama organı adına yapılan Sayıştay denetimi ve bağımsız denetim kuruluşları gibi birçok etken var. Tartışmaları nasıl yorumluyorsunuz?
Açıkçası tartışmaların “Mutlak borç şu kadardır” gibi noktalarda ele alınmasını çok doğru bulmuyorum. Sonuçta belediyeler büyük altyapı yatırımları talebiyle karşı karşıya kalan kurumlardır. Ve sizin özellikle büyükşehir belediyelerinde bu altyapı yatırımlarını karşılamanız normal gelirlerinizle olmaz. Dolayısıyla orta ve uzun vadeli işte borçlanma imkânları yaratmanız gerekiyor ki; kentin 30 yıllık, 20 yıllık, 10 yıllık gelecekteki nüfusuna da hizmet edebilsin. Tartışmaları böyle değil de hani “Şu kadar borçlanılmış, bu borcun geri ödemesi iyi hesaplanmamış, doğru alanlara bu yatırımlar aktarılmamış, yüksek faizlerden borçlanılmış” gibi bir noktaya doğru ele alınması bence daha doğru olurdu.
Birçok farklı etken var diyorsunuz kısacası.
Tabii, yani kendinizi düşünün. Ne yapmak istiyorsunuz? Bir ev almak istiyorsunuz ya da işte bilgisayar almak istiyorsunuz başka bir şey. Bunun belediyeler açısından da bakıldığında normal gelirlerinizde karşılama şansınız yok. Büyük altyapı yatırımları yapacaksınız, içme suyu, kanalizasyon, ulaşım… Ertelenmiş vesaire… Bunları ister istemez orta ve uzun vadeli borçlarla yaparsınız. Bu anlamda teoride altın kural diye bir şey vardır. Eğer borçlanıyorsan bu borcu bir varlık yani bir değer yaratmak için yapman lazım. Doğru mudur? Yani tatile gitmek için değil ya da belediye açısından personel maaşını ödemek için değil. Dolayısıyla senin bugün bir yatırım yapman lazım ki; gelecek kuşaklar da seni hayırla yad etsin. Ya da desinler ki; “Parayı çarçur etmişler”
Sadece borçların ifşa edilmesi, bunun kamuoyu ile paylaşılması kâfi değil mi? Doğru bir tahlil için belediyelerin mali tabloları olan bilanço ve gelir tablosunun da incelenmesi gerekiyor.
Evet. Yani oranın ne büyüklükte bir altyapı yatırımına ihtiyacı vardı? Bu borçlanmalar bunlar için mi kullanılmış? Söylediğim gibi bir de mali tablolar… Yani ben bu borcu aldım ama bu borcu geri ödeyebilecek miyim? Değil mi? Dolayısıyla onu da ölçeceğin şeyler var. Mesela toplam gelirini oranlarsın belediyenin. Buna benzer faiz kur riskine bakarsın, bir şey söylersin. Ama böyle afiş afiş duyuru yapmak bence işin en kolay tarafı. Yani bir öncekini haksızlığa varacak şekilde eleştirmek.
“TÜM BELEDİYELERİN TOPLAM DIŞ BORCU 5,5 MİLYAR DOLAR”
Sanıyorum biraz da siyaseten yapılmış bir hamle… Popülist yönü olabilir ama sonuçta enflasyonist bir ortamda yaşıyoruz. Halkın alım gücü çok düşmüş durumda. Bunun karşısında ise birtakım gerçekler de var. Bazı makam odalarını görüyoruz, gereksiz kamu harcamalarının yapıldığı…
Çok haklısın. Ama şöyle demek lazım. Yani sen bu parayı almışsın, şatafata harcamışsın doğru mudur? Ama bunun karşılığında bir yatırım yapılmışsa onun da hakkını vermek gerekiyor. Sen personelin maaşını ödemek için lüks harcamalar için gitmişsen, borçlanmışsan yani yatırım yerine, bence bunları vatandaşın anlayacağı dilde anlatmak lazım. Şu anda belediyelerin toplam dış borcu 5,5 milyar dolar. Peki sana şunu söyleyeyim: En borçlu belediye sence hangisi?
İstanbul.
Peki 5,5 milyarın kaçı ona ait?
Ne kadarı?
3,4 milyar dolar. Yani büyük altyapı yatırımları yapıyor, Kasım ayında Londra Borsası’na çıktı, yeşil tahvil alıp sattı. 715 milyon dolarlık ulaşım… Dolayısıyla “Şu kadar borcu vardır” yaklaşımını çok doğru bulunuyorum. Eleştirdiğin şeyi bir süre sonra gerekçelendirebilirsin. Çünkü bu seçilen belediyeler de izleyen dönemde mutlaka yatırım yapmak istiyorlarsa onlar da borçlanacak açıkçası.
“BELEDİYE MECLİSLERİ BÜTÇE DENETİMİNİ DOĞRU YAPAMIYOR”
Kentlere ayrılan kamu bütçesi nasıl belirleniyor? Belediye bütçeleri nasıl ve kim tarafından belirleniyor? Merkezi hükümetle yerel yönetimlerin bütçe dağılımı nasıl gerçekleşiyor?
Yerel yönetimler, belediyeler bizde seçimle gelen kurumsal yapılar. Ve ayrı bir kamu tüzel kişisi. Şu anda da Türkiye’de bin 393 tane belediye var ve bunlar kamuya hizmet vermekte. Bu belediyenin karar organları var. Aslında başkanlık sisteminin küçük bir formudur belediye. Belediye başkanı var, belediye meclisi var, belediyenin eski tabiriyle encümeni var. Dolayısıyla bu kurumsal yapı her birinde ayrı kamu tüzel kişiliğini düşün, onlara kanun koyucu diyor ki; “Kendi bütçeni kendin belirleyeceksin”. Ama “Ben kural setlerini koyarım” diyor. Ne demek bu? Başkan bütçe teklifini hazırlar. Ne kadar yol yapacak, ne kadar çöp toplayacak, ne kadar sosyal yardım yapacak gibi… Bunu bir süreçten geçirerek belediye meclisine sunar. Belediye meclisinin onayıyla bu bütçeler uygulanır. Ama bir bütçe gerçekten vatandaşın ihtiyacı olan şeye mi karşılık veriyor yoksa başka anlamsız gereksiz harcamalar mı yapıyor? O konuda da önce meclis diyor ki; “Başkanı denetle”. Başkan da diyor ki; “Doğru düzgün bütçe hazırla” Yani vatandaşın ihtiyacı ve talebine göre hazırla. Dolayısıyla sorunun ilk bölümüne dönersek bütçeleri belediyeler kendileri yapıyorlar. Yeni mali sistem çerçevesinde nüfusun 50 binden fazlaysa “5 yıllık stratejik plan hazırla, performans programı hazırla ve buna göre bütçelerini hayata geçir.” diyor. Meclise ve kamuoyuna da diyor ki; “Bütçe hakkı temelinde senin vergilerinle, senin koyduğun kaynaklarla oluşan bütçeyi doğru dürüst denetle.” Benim burada söyleyeceğim şeylerden bir tanesi, meclisler bu denetimi etkin ve doğru yapamıyorlar. Yani o planları, programları dikkate alarak geçmiş performansı, vatandaşın ne istediğini dikkate alarak yapmıyorlar. Burada hem bir bilgisizlik var. Merkezi devlette de öyledir. Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçenin denetimi çok fonksiyonel yapamaz. Başkanın da oturması lazım. Çok iyi stratejik güven, çok iyi program hazırlayıp kurumunu da yönetecek şekilde bir bütçe hazırlaması lazım.
“NÜFUSUN YÜZDE 82’Sİ BÜYÜKŞEHİRLERDE, BU DOĞRU DEĞİL”
Türkiye’de yerel yönetimlere paranın aşağı yukarı yüzde 85’i-90’ı merkezi yönetim mi veriyor? Yüzde 15’ini de işte bu yerel vergiler diye anılan ama işte matrahını, oranını yine Ankara’nın hesapladığı…
30 büyük şehrimiz var. Toplam belediye nüfusunun yüzde 82’sini yaşadığı…Türkiye’de 2014 uygulamasına giren büyükşehir modeliyle toplam nüfusun yaklaşık olarak yüzde 95’i belediyelerde yaşıyor. Bu belediyelerde yaşayan nüfusun yüzde 82’si de büyükşehirler. Bence yanlış bir model. Yani bir büyükşehir modelinde nüfusun yüzde 82’sini ya da toplam nüfusun yüzde 77’sini sıkıştırmak doğru değil. Yani ecnebi ülkelere bakarsan, gelişmiş ülkelere bakarsan böyle bir şey yoktur. Çünkü şehri büyük hâle getirdiğin zaman belki ölçek ekonomisi açısından faydalı ama vatandaşın temsiliyeti, yönetim açısından problemdir. Ben çünkü niye yerelleşmeyi savunuyorum? Desantralize ediyorum. Hani denetim vesaire… Şimdi soruna dönersek artık Türkiye’de belediye ağırlıklı bir yerel yönetim sistemi var. Doğru mudur 2014’ten sonra? Ve bunun içinde de öne çıkan büyükşehir var. Bunun tartışılması gerekiyor. Ben çok doğru bulmuyorum. İstanbul, Ankara, İzmir gibi yerler büyükşehir modelinde çalışabilir. Ama Ordu, Aydın vesaire gibi bazı yerleri ise bu modele sokmak çok doğru değil. Yani geçmişte böyle bir şeye gidilmesinin sebebi biraz yerel seçimleri kazanma motivasyonu.
İktidar partisinin politik hesaplaması…
Politik hesabı çok doğru. Biz de belediyeleri istersen gel iki gruba ayıralım. Hatta üç gruba basitçe. Bir büyükşehirler var, bir de normal belediyeler var. Çanakkale gibi, Edirne gibi. Yani bin 393 belediyeyi böyle düşün. Büyükşehir belediyelerinde toplam gelirin yüzde 80 ile 85’i merkezden geliyor. Yani devlet babadan geliyor. Vergi payı olarak geliyor. Mesela İstanbul’da toplanan vergilerin yüzde 60’ı doğrudan İstanbul Büyükşehir’e gidiyor. Ona ayrılan pay yüzde 60. Böyle bir dağıtım mekanizması var. Sonra bunlar bir yerde toplanıyor işte Diyarbakır’a, Erzurum’a ilave kaynaklar veriliyor ama modelde büyükşehirlerde ortalama olarak kaynakların yüzde 80-85’i bu oran yükseliyor sürekli. Büyük belediyelere merkezden geliyor. Bu Kadıköy gibi, Çankaya gibi ilçe belediyelerinde ise bu pay yüzde 50’lere düşüyor. Çünkü onların biliyorsun çok büyük emlak vergisi topluyorlar. Yerel vergilerin çoğunu ilçe belediyeleri toplar. Ben basitleştireyim söylemimi. Ortalama da yüzde 60 devlet babadan gelir. Ama büyükşehirlerde bu rakam yüzde 80-85’e çıkar. Peki bu neyi getirebilir muhtemel olarak? Şimdi o tartışılıyor. İsterse devlet baba merkez bir cumhurbaşkanlığı kararıyla bir kanun var. O kanunun verdiği yetki kapsamında bu dağıtımdaki kesintileri arttırabilir. Çünkü bunların hepsi borçlu. Ve o vergi payını aktarırken borçlarına karşı mesela bazı dönemler özellikle seçim dönemlerinde bu kesinti sıfıra getirilir. Yasa yüzde 40 diyor tamam mı? Efektif yüzde 20-25 beş civarında. Merkezden aktarılan gelir payına bağımlı oldukları için merkezin alacağı bir kanun değişikliği ya da Cumhurbaşkanı’nın kullanacağı bir yetkiyle bunların harcama gelirleri yüzde 20-25’e yakın düşebilir. Öyle söyleyeyim. Ama senin sorunun odak noktası olarak, evet Türkiye’de maalesef, biz bunu benim başımda olduğum UNDP projesinde çok kapsamlı raporlarla raporladık, anlattık. Çünkü mesela Ankara’ya, İzmir’e diyorsun ki; “Bak sana merkezden bu kadar pay aktaracağım” Doğru mudur? Onu vergi gelirleri toplama konusunda rehavete sokuyor. Bugün birçok büyükşehir, ilçe olsun, ilçe belediye olsun emlak vergisini doğru dürüst toplamıyor. Neyse parantezi kapattım. Böyle bağımlı bir yapı var. Bu bağımlı yapı da ister istemez belediyeleri, merkezi daha bağımlı hâle getirebiliyor.
Yerel yönetimler merkezi bütçe dışında kendi ekonomilerini nasıl oluşturuyor ve kullanıyorlar?
Bence kritik bir soru. Çünkü biliyorsun yerel bir ekonomi var bir de. Ticaret var. O yerelde insanların hizmet talebi var. Sosyal hizmet talebi olabilir, park olur, restoran olur, ulaşım olur… Bu belediye şirketleri meselesi önemli bir mesele. Orada belediyenin bütçesi dışındaki hareket alanı belediye iştirakları, belediye şirketleri. İstanbul Büyükşehir Belediyesi bunu en iyi kullanan bir yapı. Bizim bu referans verdiğimiz UNDP çalışmasında buna ilişkin de bir çalışma alanımız var. Mesela İstanbul Büyükşehir Belediyesi kendi bütçesine yakın büyüklükteki bir bütçeyi şirketler üzerinden kullanıyor. O da ona ciddi bir esneklik veriyor. Bence çok yanlış bir model değil. Ama burada önemli olan yapısal reformlar açısından bu şirketlerin çalışma sistemi, gelirlerini giderlerinin raporlaması değil mi? İGDAŞ’ı, otoparkları örnek verebilirsin, halk ekmeği örnek verebilirsin. Restoranlar var, kent lokantaları… Yani belediyenin bütçeleri dışında ama şirketler tarafında da devletin doğru dürüst bir çerçeve yasası yok. Yani o da bazen boşluk ya da kötüye kullanıma sebep olabiliyor. Yani düzenlemeler yapılırsa biraz önce mesela Bursa’da yüzde otuz-kırka çıkıyor. Yani bütçesinin dışında yüzde 30-40 bütçeyle şirketler üzerinden kullanabiliyor birçok belediye. Bu da ona esneklik veriyor. Bir rahatlık veriyor. Soruna dönersek bütçe ana kaynak. Çöpü oradan toplayacaksın, yolu oradan yapacaksın. Kamusal hizmetleri oradan vereceksin. Ama yerelde farklılaşan hizmet taleplerine daha esnek ve biraz da finansal olarak kendini güvende hissedeceğin bir alanda belediye şirketleridir diyebilirim.
“BARCELONA’DA MAHALLE BAZINDA PLATFORMLAR VAR, HERKES HER ŞEYDEN HABERDAR”
İhaleye çıkacak taşınmazlara kim karar veriyor? Halkın borçtan, satılandan, ihaleye çıkarılandan haberi var mı? Yeterince şeffaflık söz konusu mu?
Bu konudaki mevzuat belediye meclisi ve belli büyüklükteki encümeni etkiliyor. Belediye meclisi, encümen belli bir büyüklüğün altındaysa bunu onaylıyor. Esas ama belirleyici olan belediye meclisi. Ama bu satımların işte vatandaşa duyurulması, o konuda bir cazibe yaratıp rekabetin arttırılması konusunda bence biraz sorun var. Yani günümüzde artık sosyal medyayı kullanabilirsin, biz kendi projemizde, örneğin Barcelona’ya gittiğimizde, Avrupa’nın çeşitli kentlerine gittiğimiz zaman, gördük ki belediyeler mahalle bazında platformlar oluşturuyorlar. Belli bir yazılım üzerinden. Dolayısıyla da o yazılım üzerinden bu haberleşmeleri çok rahat sağlayabiliyorlar. Mesele sadece gazeteye ilam vermek ya da askıya asmak değil, tamam? Yani hem bununla ilişkin kararı vatandaşa soruyor.
Daha erişilebilir kılmak ve şeffaf olmak bir taraftan da ve rekabeti de adil kılmak bir anlamda da.
Bir de hani insanlara da soruyorsun kardeşim bak bu kadar malı mülkü satacağım doğru mudur? Yani bana emanet edilmiş şeyler bunlar yani ne diyorsun? Ama bunu da şundan dolayı yapıyorum, şuraya bir yatırım yapacağım, doğru mudur? Hatta bu yatırım için sen ne diyorsun? Hani bunu mu yapayım? Yani dönersek ama ana soruna bence hani bu tür mahalle bazında oluşturulacak platformlar, sosyal medya ile daha insanların erişebileceği, onların anlayabileceği formatta bunları sunmakta fayda var. Bunu şundan da önemsiyorum. Sorunla doğrudan ilişkili değil ama. Benim eksik gördüğüm konulardan, bir tanesi de Türkiye’de bir konut sorunu meselesi var. Belediyelerin de bu konut yapma konusunda elini tutan yok. Yasa onlara yetki vermiş, görevlendirmiş, tamam mı? Bu konuda modeller geliştirmek lazım. Konutlar yapmak lazım. Yani kenti korumak için kentin içerisine yığmamak lazım. Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı hocamız vardı geçen dönem biliyorsunuz. Yılmaz Büyükerşen Hoca ile aynı kürsüden geliriz maliyede. O da bizim pilotlarımızdan biriydi bu belediye şirketlerinde. Yani konuştuğumuzda “Hocam biz seninle iki maliyeci olarak maliye değil, imarı konuşacağız.” dediğimde “Çünkü en büyük kavga orada çıkıyor.” demişti. Bir kenti koruman için de senin ciddi bir imar ve konut planın olması lazım. Avrupa’daki bir kente git, görüyorsun ki merkezi korumuşlar.
SAYIŞTAY, BELEDİYELERİ GERÇEKTEN DENETLEYEBİLİYOR MU?
Siz 1988-1992 arasında Sayıştay Başkanlığında denetçi yardımcısı ve denetçi olarak çalıştınız. Sayıştay, görevini yapamıyor mu? Ama Sayıştay performans denetimi yapmıyor, yapamıyor, çekiniyor mu?
Şöyle yanıt vermeye çalışayım soruna. Belediyelerde iki tane denetim alanı var. Bunlardan bir tanesi belediyenin kendi içindeki teftiş ve iç denetim. Kendi kendini kontrol ettiği. Müfettişleri var, kendi denetçileri var. Bir de belediyenin dışında, dış denetim, bağımsız denetim dediğimiz forma uygun Sayıştay üzerinden yapılan bir denetim var. Şimdi birinci kısımdaki yapının biraz iyileştirilmesi gerekiyor. Yani o teftiş ve iş denetim süreçlerinin, ön mali kontrol süreçlerinin… Aslında merkez her türlü standardı koymuş durumda. Ama buralarda belediyeler biraz gönülsüz. Yani bunu sosyal demokratı da yapıyor, muhafazakarı da yapıyor. Böyle bir denetime karşı bir olumsuz algılama var. Bunun çeşitli nedenleri var. Sosyolojik nedenleri var, kurumsal. Onları bir tarafa bırakıyorum ama denetimi, iç denetimi özellikle başkanın ve meclisin kendini rahatlatacağı bir mekanizma olarak görmesi lazım. Birincisi bu. İkincisi, Sayıştay konusuna gelirsek, Sayıştay belediyeler konusunda elinden geldiğince kapsamlı bir denetim yapmaya çalışıyor. Ama senin bahsettiğin türde bir performans denetimini, mevcut düzenlemeler çerçevesinde yapma şansı yok.
Teknik olarak mı, hukuki olarak mı yok?
Hukuki olarak da tam oturmuş bir sistem yok. Teknik olarak da bu işin nasıl yapılacağı konusunda biraz mesafe almamız gerekiyor. Çünkü performans denetimi dediğin çok zor bir denetimdir. Ama bunu yapmak gerekiyor mu? Bence çok gerekiyor. Belediyelerde bulamadığın birçok raporu, Sayıştay raporlarından rahatlıkla bulabiliyorsun. Genişletilmesi, performansa doğru yaklaşılması çok daha doğru ve denetimden beklediğimiz sonuçları sağlamak konusunda etkin olacaktır.
“GÜNCELLENMİŞ BİR DPT BELEDİYELER AÇISINDAN KRİTİK BİR ROL ÜSTLENEBİLİR”
Kimi iktisatçılar, uzmanlar, gazeteciler “Kalkınma Ajansları ve DPT’yi yeniden düşünmenin zamanı geldi” diyor. Siz ne dersiniz?
DPT’de (Devlet Planlama Teşkilatı) ben de 15 yıla yakın çalıştım ve her şeyi öğrendiğim kurumdur. Sonra Ankara Siyasal’a Hoca olarak geçtim. Şimdi, beyin olmazsa olmaz. Sonuçta kamu gücü kullanıyorsun değil mi, babanın, annenin parasını kullanmıyorsun. Devletin kaynaklarını kullanıyorsun. O yüzden de senin etkinliğini, ekonomik anlamını, iyi yönetimini, hesap verimini sağlayacak olan planlar, programlardır. O anlamda bu planları ve programları geliştirecek akademik altyapısı güçlü kuruma ihtiyaç var. Mesela DPT öyle bir kurumdur. Bence DPT gibi kuruma bugün çok fazla ihtiyaç var. Ama aynı mantıkla değil. Yani 30 sene DPT mantığını koyarsa dolmuş fiyatlarını belirlemeye kalkarsın. Ama 30 yıl önce kurulan DPT’de amaç neydi? Kalkınmanı, finansmanı nasıl sağlayacağız? Bir hastane kuracaksak nasıl kuracağız? Değil mi? DPT bence yerel yönetimlere yön vermek açısından son derece önemli. Diyelim bir belediye büyük bir yatırıma girecek değil mi? Yatırım dediğin gibi diğer harcamalar gibi değil. Ortasında vazgeçemezsin. O yüzden de yatırım kararını çok inceleyip sık dokuman lazım. DPT’nin de kuruluş gerekçesi oydu aslında. Benim açımdan da bu belediyelerin yatırım programları, onların ona göre borçlanması açısından DPT bence kritik bir rol üstlenebilir.
“BELEDİYELER KAMU HARCAMASININ YÜZDE 9’UNU YAPIYOR”
Söyleşi öncesi bazı rakamlar paylaşacağınızı söylemiştiniz. Nedir o çarpıcı rakamlar?
Şöyle söyleyeyim. Seninle konuşmadan önce 2023 rakamları yıl sonu daha açıklanmadı belediyelerin. Ama ben bir tahmin yaptım 2022 ve 2023’ün ilk 9 aylık gerçekleşmelerine göre. Yani belediyeler şu anda yaklaşık olarak 800-850 milyar TL bir harcama yapıyorlar. Bu toplam kamu harcamasının yüzde 9’u. Yani 100 lira devlet para harcıyorsa yaklaşık 110 lirasını belediyeler harcıyor. Niye belediye diyorum? Çünkü su kanalizasyonu falan da koyarsan yüzde 10 yapar. Bu belediyelerin kişi başına toplam harcama seviyesi yaklaşık olarak 10 bin 500 lira. Yaklaşık yüzde 40-50 artıyor büyükşehirlerde. Diğerlerinde düşüyor. Ama şimdi o detaya gerek yok. 10 bin 500 lira kişi başına harcıyorsun. Peki ne kadar borcu vardır diye sorarsan. 9 bin 100 lira da borcu var. Yani toplam gelirinin yüzde 100’üne yakın bir borcu var bütün belediyelerin. Ama bu mesela İstanbul Belediyesi’nde yüzde 100’ü aşıyor. Büyük şehirlerin çoğunda yüzde 100’ü aşıyor. O yüzden de hani belediyelerin -DPT kısmına geliyorum- çok iyi sermaye yatırım planı hazırlaması lazım. Dünyada bu gelişen yeşil ekonomi gibi fonları sağlayacak şekilde bir finansal yönetim, bir programlama yapması lazım. Yani babadan kalma yöntemler kabul, doğru mudur? Çöp çöpse çöptür, değişmeyecek.
Çöpten para kazanan ülkeler var ama…
Söylediğini iki şekilde ben derinleştireyim. Birincisi, çöpten para kazanamazsın. Tam tersi, çöpe para yatırırsan başka bir yerden keseceksin demektir değil mi? Sosyal alanlardan mesela. Dolayısıyla bir işi yapıyorsan doğru düzgün yapman lazım. İyi planlayarak yapman lazım…
Prof. Çarkoğlu: Erdoğan, Özel ile Görüşerek İmamoğlu’nu Ekarte Etti
Derya Kömürcü: Koşullar İktidar Değişikliği İçin Oldukça Müsait
Prof. Karakaş: Belediyeler Şoförün Yanında Para Toplayan Muavin Gibi