İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi öldü. Destekçileri üzgün, muhalifleri mutlu, belki umutlu. Ülkede bir bakıma “gölge komutan” Kasım Süleymani suikastı sonrası hava hâkim. Azerbaycan sınırına yaptığı bir ziyaretten dönerken helikopterin dağlık arazide düşmesi sonucu hayatını kaybetti 64 yaşındaki Reisi. Yanında bir kariyer diplomatı alan Dışişleri Bakanı Hüseyin Emirabdullahiyan da vardı.
Reisi ve beraberindekileri taşıyan Bell 212, Vietnam Savaşı dönemi üretilen UH-1N Twin Huey’nin sivil versiyonuydu. Dizmar Ormanı’nı kaplayan sisin içinde seyreden helikopter günümüzde Japonya Sahil Güvenliği, ABD’deki bazı kolluk kuvvetleri ve Tayland polis departmanı tarafından kullanılıyor. Gençliğinde Şah rejiminin azılı düşmanı olan İran İslam Cumhuriyeti’nin 8. Cumhurbaşkanı’nın son durağı Şah döneminde satın alınan bir helikopterin içi oldu.
SABIKALI BELL 212
Uzmanlar helikopterin yaklaşık 50 senelik olabileceğini söylüyor. İran’da aynı tip helikopter bundan önce 2018’de düşmüş, dört kişi hayatını kaybetmişti. Uçuş Güvenliği Vakfı’na göre yarım asır içinde Bell 212’lerin karıştığı kaza sayısı 430’u buluyor. Buna Reisi’nin öldüğü olay da dahil.
Aslına bakılırsa Tahran yönetimi 1979 İslam Devrimi’nden beri kaçak parçalar ve tersine mühendislik kombinasyonlarıyla sivil ve askeri havacılık filolarını ayakta tutmaya çalışıyor. Bu cümleden çıkacak sonuç Batı yaptırımları nedeniyle İran’ın yaşadığı bakım zorlukları olabilir. Bununla ilgili nadir ters okumalardan biri havacılık şirketi Cirium’un analistlerinden Paul Hayes’e ait. Reuters haber ajansına konuşan Hayes, İran’ın havacılık konusunda benzersiz teknik kapasiteye sahip olduğu kanaatinde.
ABD merkezli ABC News’te yayınlanan “Start Here” programına katılan emekli Albay Steve Ganyard ise kazanın fon resmine dikkat çekiyor. Dağlık arazi ve olumsuz hava koşullarında çok önemli kişiler taşıyan helikopter pilotlarının zihinsel baskıyla karşılaşabileceğini belirtip “Çok düşük görüş mesafesine sahipken helikopter pilotlarının doğal olarak alçalmaya, sis veya bulut tabakasının altına inme eğilimi vardır. Ancak bu durum çoğu zaman trajediye yol açar” diyor. Bu yılın şubat ayında ABD’de bir deniz piyadesi helikopteri San Diego’nun doğusundaki dağlardan geri dönmeye çalışırken düşmüştü.
GÜLÜNÇ OLAĞAN ŞÜPHELİ: “ELİ COPTER”
Yine de koşullar bilinmesine rağmen helikopterin neden havalandığı merak konusu. Ortada bir ihmal olduğu düşünülüyor. Peki ya suikast iddiaları? Ortadoğu’daki mevcut gergin atmosfer nedeniyle “Helikopteri İsrail mi düşürdü?” kabilinden sorular dillendiriliyor. Bu sorunun sorulması başka ekran karşısında saçmalamak bambaşka… İsrail kanalı i24 News’ün siyasi analistlerinden Daniel Haik’in yaptığı gibi. Haik’in olayın ardından canlı yayında esnasında telegramda gözüne çarpan “Pilot, ismi Eli Copter olan bir Mossad ajanıydı” mesajını izleyicilerle paylaşması sonrası kısa süreliğine akıl tutulması yaşandı. İsrail ve Hamas’a ait kanallarda bu ifade gerçek bir istihbaratmış gibi elden ele dolaştı. Ortada bir “heli-kopter” olduğu kesin fakat kanıtlanana değin bir “Eli Copter” yok.
Yani şu an baskın görüş teknik arıza senaryosu. Bununla birlikte uzaktan devreye sokulabilecek dijital bir karıştırıcı ihtimali de öylece bir köşede duruyor. Yani kimi analistlerin dile getirdiği “Reisi’nin ölümü İran’da güç boşluğuna yol açacağı gerekçesiyle bir sabotaj potansiyeli taşıyor” görüşü en azından şu an için devre dışı gibi görünüyor. Bazı Türk TV’lerinin haber kj’lerine attığı “Reisi’nin ölümünün ardında İran derin devleti mi var?” sorusunu yönelttiğim iki İranlı akademisyenden yalnızca biri, Profesör Marendi “İran çok fazla denetim ve dengeye sahip, bunlar Hollywood komplo teorileri” yanıtı veriyor.
UZMANLAR NE DİYOR?
İranlı yetkililer soruşturma başlattı. Olay sonrası konuştuğum akademisyen Doç. Dr. Dalal Iriqat “Umarız ölüm nedenlerinin doğal olduğu ortaya çıkar” diyerek şüphe şerhini düşüyor. Tahran Üniversitesi Dünya Çalışmaları Fakültesi’nde görevli İranlı akademisyen Doç. Dr. Fuad İzadi’ye de meseleyi açıyorum. Yaşananlarla ilgili bilinenlerin sınırlı olduğunu, soruşturmanın takip edilmesi gerektiğini söylüyor. Aynı üniversitede Amerikan Çalışmaları profesörlüğü yapan Muhammed Marendi’nin söyleyecekleri daha fazla. Marendi Viyana’daki İran nükleer müzakereleri ekibine danışmanlık yapmıştı. Babası ise İran hükümetinde geçmiş dönemlerde bakanlık koltuğundaydı. Sıcağı sıcağına ne düşündüğünü sorduğumda “Şu ana kadar bunun trajik bir kazadan başka bir şey olduğuna dair kanıt yok, bunun kaza olabileceğine inanmak için sebepler var” diyor. Helikopterin havada patladığını, çok sert iniş yaptığını söylüyor, yolculardan birinin üç saat boyunca hayatta kaldığını anımsatıyor. “Helikopterle ilgili soruların cevaplanması gerekiyor. Bu sorular için yeterli cevaplar olabilir ama soruşturma sırasında ele alınmaları gerekiyor. Eğer başka bir şeyin olduğu kanıtlanırsa o zaman işler doğal olarak değişir” diye açık kapı bırakıyor. Alman Uluslararası Politika ve Güvenlik Politikaları Enstitüsü’nden Dr. Jens Bastian ile görüşüyorum. “Genel olarak sonuçları belirlemek için henüz çok erken. İlk olarak kazanın nedenini belirlemeye çalışıyoruz” cevabı veriyor. Ardından güvenlik analisti Hasan Selim Özertem’i arıyorum. İtidalli yaklaşacağını bile bile direkt soruyorum: “Sıradışı bir müdahale söz konusu olabilir mi, kaza aslında kaza olmayabilir mi?” diye. Özertem’in yanıtı kısa ve net: “Mesele çok bulanık. Ne denilse tamamen spekülasyon…”
Ortadoğu ve havacılık güvenliği analistleri İran’ın kendi topraklarında cereyan eden, siyaseten bu denli hassas bir meselede dış yardım arama ihtimalinin düşük göründüğü hususunda hemfikir. İran, 2020’de Ukrayna uçağının düşürülmesinin ardından kara kutuları Fransa’ya göndermişti. Ancak Fransa’nın rolü sadece kayıt cihazlarını okumakla sınırlandırılmıştı. Bir başka deyişle soruşturmaya dahil edilmemişti.
REİSİ, HAMANEY’İN GERÇEKTEN HALEFİ MİYDİ?
8. İran Cumhurbaşkanı Reisi kimilerine göre dini lider Hamaney’in halefi olarak görülüyordu. Bu görüşe göre ölümü onu Hamaney’in halefi olarak görmek isteyen sertlik yanlılarının planlarını altüst etmiş olabilir. John Hopkins Uluslararası İleri Araştırmalar Okulu’nda Ortadoğu Çalışmaları ve Uluslararası İlişkiler profesörü Vali Nasr, Reisi’nin, onu “Yüce Lider” olarak görmek isteyen bir grup tarafından desteklendiğini ve bu rolü açıkça istediğini söylüyor. Profesör Marendi ise bu görüşe “Yabancı medyanın spekülasyonu” diyerek karşı çıkıyor:
“Başkan Reisi hiçbir zaman liderin halefi olarak görülmedi. İran’da bazıları onun olası bir halef olabileceğini söyledi. Ama o hiçbir zaman böyle bir rol aramadı. Aslında, eğer böyle bir rol arıyorsa başkan olmak istemezdi çünkü yargı başkanı olarak popüler kalırdı. Reisi popüler bir kişiydi. İnsanlar onu bu rolü oynayan başarılı biri olarak görüyorlardı. Oysa başkanlık adaylığına karar verdiğinde ülkenin ekonomisi çok kötüydü. Yaptırımlar ile ülkeye maksimum baskı uygulanıyor, ABD, İran’ı izole ediyordu. Bu kadar zor koşullarda başkan olarak popüler olamazsınız. Bir konsey var, uzmanlar meclisi ki bu meclis anayasada belirtilmiştir ve lideri seçer ve görevden alır. Yani liderin kim olacağına onlar karar verecek. Bu, denklemin dengesini değiştirmez.”
Tartışmaya kapalı olan olgu İran’ın dini lideri Hamaney 85’inde olduğu. Şah’tan sonra geçtiğimiz yüzyılın en uzun süre görev yapan ikinci İran lideri. Prostat kanseri tedavisi gördüğü 2015’te iki yıl ömür biçilmişti. Ölümü halinde İslam Cumhuriyeti’ni kimin devralacağı konusunda rekabetin mevcut tabloda alevleneceğini düşünenlerin sayısı az değil. Doç. Dr. Fuad İzedi ise bu bakış açısına katılmadığının altını çiziyor. Genel olarak Batı medyasının İran’da cumhurbaşkanının önemli olmadığını söylemek istediğini ancak bunun doğru olmadığını düşünüyor:
“Eğer bu doğru olsaydı, cumhurbaşkanının kim olduğunu önemsemezlerdi. Ki; önemserler. Bu yüzden bu tür ifadeleri ciddiye almamanızı umuyorum. Yürütme organı başkanı cumhurbaşkanıdır. Cumhurbaşkanı ülkeyi yönetir. Çok fazla gücü vardır. Bakanları atar. Bu yüzden ülkenin en üst düzey yürütme yetkilisidir ve politikalar belirler. Yüce lider terimini kullanmanıza gerek yok. Sadece ülkenin lideri, günlük işleri yürütmez. Yasaları geçirmez. Parlamento yasaları geçirir. Onun sorumluluğu ülkenin ana konularda rehberlik etmek, ülkenin anayasasının takip edildiğinden emin olmaktır. Dış politika konularında, İran’ın bu ulusal Güvenlik Konseyi vardır, bu konsey cumhurbaşkanı tarafından yönetilir. Ve evet, bir karar verdiklerinde, bu kararlar ülkenin liderine iletilir ve genellikle Ulusal Güvenlik Konseyi’nden gelen bu kararları kabul eder. Bu konsey cumhurbaşkanını, parlamento başkanını, yargı başkanını, farklı bakanları, farklı askeri liderleri içerir”
İzedi’nin aksine İran’ın dini ve hükümet yapısı arasında bölünmüş çift yönlü siyasi sistemi olduğunu ve cumhurbaşkanından ziyade Hamaney’in tüm büyük politikalarda son söze sahip olduğunu söyleyenler çoğunlukta. Yani “yüce liderin” İran’da nihai güç sahibi olduğunu ve büyük ölçüde ABD ile İsrail ile çatışma ekseninde tanımlanan dış politikanın yönünü belirlediğini ifade edenler…
Reuters’a konuşan Profesör Vali Nasr, “Hamaney halefini onaylamamış olsa bile İran gözlemcileri Reisi’nin en sık adı geçen iki isimden biri olduğunu, diğerinin ise sahne arkasında etkili olduğuna inanılan Hamaney’in ikinci oğlu Mücteba Hamaney olduğunu söylüyor. Şimdi bir adayları yok ve bu, diğer fraksiyonların veya diğer figürlerin ciddi adaylar olarak ortaya çıkmasına kapı açıyor” diyor. Doç. Dr. Fuad İzedi, İran’da monarşi olmadığını, ülkenin liderinin oğlunun onun yerine geçmeyeceğini söyleyip ekliyor:
“Uzmanlar Meclisi var. 83 üye halk tarafından seçildi. Onlar bir sonraki lideri seçecekler. Ve İran’ın bir zamanlar monarşi olduğunu düşünürsek, şu anki ülke liderinin oğlunu seçmeyecekler. Çünkü bu devrimin neyle ilgili olduğu yani monarşiyi sona erdirmekle ilgili olan şeyle benzerlik gösterecektir. Bu yüzden genellikle hükümetleri tarafından belirlenen bazı dış politika hedeflerini gerçekleştirmeye çalışan bu medya kuruluşlarına fazla dikkat etmemenizi rica ediyorum ve ciddiye alınmamalıdırlar.”
Profesör Marendi ise gerekli yanıtı İran anayasasının vereceğini belirtip “Anayasa her şeyi istikrarlı kılar ve süreklilik sağlar. İmam Humeyni vefat etti ve sonra Ayetullah Hamaney lider oldu” diyor.
Kimi kaynaklar ise İran’daki Uzmanlar Meclisi’nin Reisi’yi zaten ABD yaptırımları ve ekonomik sıkıntılar gerekçesiyle yaklaşık altı ay önce potansiyel halefler listesinden çıkardığını öne sürüyor. Reisi taraftarı kimi etkili din adamlarının ise adının listeye yeniden dahil edilmesi için yoğun lobi faaliyeti yürüttüğü de kapalı kapılar ardında konuşulan bir başka iddia.
REİSİ’NİN YOKLUĞU REJİMİ NASIL ETKİLER?
Sorulardan biri ise Reisi’nin ölümünün rejimi tehlikeye sokup sokmayacağı yönünde. Bu soruya ümitvar bir “Evet” diyenler olsa dahi realite tam tersi. Reisi, Ağustos 2021’deki seçiminden zaferle ayrıldığında ılımlılar, muhafazakâr ilkeciler kampına karşı ağır yenilgiye uğramış, “eslaahtalab” olarak anılan reformcuların bir anlamda sonu gelmişti. Sonrasında İran’daki tablo malumunuz. Muhaliflerin susturulduğu, gençlerin öldürüldüğü, kadınların özgürlüğünün iyice bastırıldığı bir ortam yine yeniden daha kuvvetli bir şekilde inşa edildi, o baskı binasının üstüne yeni katlar çıkılarak…
Dolayısıyla Reisi artık yok ama sistem yerli yerince duruyor ve daha fazla katılaşması ihtimali de var. Yani Reisi’nin yokluğu Tahran’ın rotasını değiştirmekten çok Pasdaran yani İslam Devrimi Muhafızları Ordusu başta olmak üzere güvenlik tedbirlerinin daha fazla artmasına neden olabilir. Bunun anlamı daha fazla baskı ve ülkedeki muhalif İranlılar ile yönetim arasındaki uçurumun daha çok açılması…
Batı basınına yansıyan en ilginç tespitlerden biri ise İtalyan gazetesi La Repubblica’da yayımlanan jeopolitik uzmanı Lucio Caracciolo’ya ait. Sistemle ile ilgili yaptığı “Rejimin bir ayağı çukurda” benzetmesi açıkçası bir klişe ama helikopter ile ilgili tespiti dikkate değer. Caracciolo “İran devletinin resmi liderinin, kötü hava koşullarında Nuh Nebi’den kalma bir hava aracına binmesi, Reisi’nin rejim açısından ne denli mütevazı bir anlam taşıdığını teyit ediyor” diyor.
Daha yeni cumhurbaşkanı belli olmadan bir yandan gelecekteki dini liderin akıbeti tartışılıyor. Sonuçta Hamaney hala ayakta ve hayatta. Ve İran’da yaklaşık 50 gün içinde yeni cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak. Lakin halkın sandığa gitme motivasyonu hayli düşük. Önceki seçimlerdeki katılım oranının düşüklüğü hatırlandığında, bu durum rejim açısından bir anlamda meşruiyet sorunu yaratıyor.
Peki bir dişlinin bir süreliğine dahi olsa eksilmesi İran’da sistemi altüst eder mi, yıkar mı? Bu sorunun yanıtı net bir “Evet”ten çok uzak. Ortadaki en belirgin gerçek otoriter rejimlerin en nefret ettiği şeyin değişim olduğu gerçeği. Halkın bir kısmının arzuladığı, mollaların ise uzak durmak istediği…
RADİKALIN DE RADİKALİ: PAYDARİ CEPHESİ
Tüm bunların yanında İran’da son zamanda yükselen radikal bir grubun varlığını da unutmamak gerekiyor: Cephe-i Paydari. Yani Direniş Cephesi… Arap basınındaki bazı haber ve analizlerde “İran’daki bu grubu İsrail için aşırı sağ ne anlama geliyorsa Paydari de İran için aynısını temsil ediyor” yorumu göze çarpıyor.
Çok değil, 9 yıl önce Batı ile İran arasında imzalanan nükleer anlaşma metnini İran Şura Meclisi’nin çatısı altında yakmışlardı. Bu aşırı muhafazakâr grubun Reisi’yi bile kimi zaman pragmatist bulduğu iddialar arasında. Bununla birlikte Reisi, 2021’de cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduğunda bu gruptan pek çok kişiyi hükümetin önemli makamlarına yerleştirilmişti.
REİSİ’DEN EVVEL İRAN’IN KADINLARI…
İbrahim Reisi’nin taşıdığı diğer anlamlara, geçtiği yola bakmadan evvel ülkede isimleri değişim ile özdeşleşen iki kadını anmak gerek: Nida Ağa-Sultan ve Mahsa Amini. Mahsa’yı anımsamayan ve yakın zamanda anmayan yoktur, bilhassa Reisi’nin ölümü sonrası sevenleri sayesinde. Ülkede zorunlu başörtüsüne karşı çıktığı için başkent Tahran’da tutuklandıktan sonra polis nezaretinde öldürülmüş, bu ölüm hem ülkede hem küresel anlamda protestolara yol açmıştı.
Nida da Mahsa ile yıllar önce aynı sonu paylaşmıştı. 2009’un haziran ayında o dönem tv8’in haber sitesi için kaleme aldığım yazıda şöyle anlatıyordum Nida ve başına gelenleri:
“Ve Nida! Dünyanın en kapalı toplumlarından İran’da, basına sansürün uygulanan İran’da, çoğu zaman hiddetli ama muhteriz bir edayla özgürlüğü ve hakkı talep eden İran’da sanal alemin gücü sayesinde tanıyabildik onu. Cep telefonlarına yansıyan o kaçak görüntülerde, ölüyordu Nida! ‘Şimdilik’ İran’daki isyanın, direnişin ve kadının simge ismi oldu. Durumu diğerlerinden biraz farklı olsa bile. Nida nişanlısına göre sadece yanlış zamanda yanlış yerde oluşunun faturasını ödemişti. Ama sonuçta reformcuların meleği oldu. Henüz 27 yaşındaydı. Felsefe eğitimi alıyordu. Bir seyahat acentesinde çalışıyordu. Müzik öğretmeni ile birlikte arabaya atladı, Tahran sokaklarında ilerledi. Trafik iyice sıkışmıştı. Dört bir koldan Mir Hüseyin Musavi yanlıları geliyor, seçimlerin yeniden yapılması için slogan atılıyordu. Gösterilere karışması da böylece, kendiliğinden oldu Nida’nın. Arabadan indi. Koyu renkli bir penyesi, beyaz ayakkabıları ve mavi kotu vardı üstünde. Başında saçını biraz açıkta bırakan başörtüsü… Tesadüf eseri indiği Karegar Caddesi’nde göstericiler ile içli dışlı olmak, belki de yıllardır içinde biriktirdiklerini haykırmak istemişti. Nişanlısı Caspian Makan ‘Onun hedefinde ne Ahmedinejad ne Musavi vardı. Onun hedefi İran’dı. Daha özgür bir İran!’ diyor The Guardian gazetesine. Düne kadar ismini pek bilen yoktu Nida’nın. Adının Farsça’daki anlamı çağrıydı ve gerçekten de Nida özgürlük çağrısı yapanların simgesi oldu. Sadece birkaç kurşun ve birkaç dakikalık dehşet videosuyla. Nida’yı öldüren kurşunu kimin sıktığı bilinmiyor hala. Belki bir Besiç milisi, belki bir devrim muhafızı ya da sadece bir kaza kurşunu! Ama bilinen bir şey var ki; o kurşun günlerdir süren ve günden güne protestodan isyana evirilen bir başkaldırının simgesi yaptı onu. Toplumsal ve siyasal değişim isteyenlerin nidası oldu. Öyle ki; Tahran yönetimi genç kadının ölüsünden bile korktu. Cenazesi, ailesine bir an önce gömülmesi şartı ile verildi. Arkasından dua okutulması dahi yasaklandı. Bundan 30 yıl öncesinde de İranlı kadınlar sokaklardaydı. İslam Devrimi öncesi milyonlarca kadın Şah rejiminin devrilmesi için yürüyüşlerde boy gösteriyor, genel grevlere katılıyorlardı. Kimi bunu sadece dini talepler doğrultusunda yapıyordu, kimi siyasi ve toplumsal talepleri dahilinde… 30 yıl sonra komşuda durum benzer. Kadınlar yine sokakta. Ancak bu sefer kendi çıkarları için alandalar. Ellerinde tuttukları demokrasi nidaları ile süslenmiş pankartları aslında kafalarının içinde ateşlenen o ütopik değişim arzusunu gözler önüne seriyor. Anayasayı Koruma Konseyi ‘Seçimi yenilemeyeceğiz’ diyor. 1979’da Şah’ı deviren Şiilerin Hz. Hüseyin’den kalma 40 günlük yas geleneği, devrim şehidi ilan edilen Nida için başlıyor. Ne ilk ne son…”
İşte Reisi, Nida ve Mahsa gibilerinin karşısındaki kaleydi. 2009’da nasıl reformist Yeşil Hareket’in karşısındaysa cumhurbaşkanlığı makamına geldiğinde de aynıydı. Hatta daha sertti. Kadın hakları ve özgürlükleri konusunda tartışmalı açıklamalar yaptı, sert politikalar uyguladı. Göreve geldikten sonra İran’da kadınların kamusal alanda giyim ve davranışlarını kısıtlayan “Hicab ve iffet yasasının” daha sıkı uygulanmasını emretti. Hicab yasasını ihlal ettiği iddiasıyla ahlak polisi tarafından tutuklandıktan sonra gözaltında ölen genç Kürt İranlı kadın Mahsa Amini’nin ölümü sonrası yetkililerin aldığı tedbirleri savundu. İran siyasetinin erkek egemen bir şekilde yoluna devam ettiğinden bahse ise gerek bile yok.
HUKUK EĞİTİMİ ŞÜPHELİ YARGIÇ
İbrahim Reisi, Hamaney’in himayesinde yükseldi. Humeynici aktivistlikten İran Cumhurbaşkanlığına giden yolu elbette kestirmeden olmadı. Kutsal Kum şehrindeki bir dini seminere genç bir öğrenci olarak katılan Reisi, 1979 devriminde Batı destekli Şah’a karşı protestolara katılmış, Kum’daki dini liderlerle temasları onu yargıda güvenilir bir figür haline getirmişti. Henüz 20’lerinde Hamaney’in dizinin dibindeki Reisi, 1985’te hiçbir hukuki tahsilatı olmadığı yönündeki güçlü iddialara karşın (Daha sonraları Motahari Üniversitesi’nde özel hukuk alanında doktora derecesi aldığını iddia edecekti) Tahran Devrim Savcı Yardımcısı oldu.
Birkaç yıl içinde özellikle Kürtlerin baskın olduğu bölgelerde isyana katılanların dosyalarına bakan kişi oydu. Kısa sürede rejimin kılıcını muhaliflerin üzerinde sallandırmaya başladı. Tahran’da genç bir savcıyken, 1988’de yüzlerce siyasi mahkûmun idamını denetlediği belirtiliyor.
Uluslararası Af Örgütü’nün raporu dini yargıçlar, savcılar ve istihbarat bakanlığı yetkililerinden oluşan ve birkaç dakika süren keyfi yargılamalarla binlerce tutuklunun kaderine karar veren ölüm komitelerinin içinde Reisi’nin de bulunduğunu anımsatıyor. Kaç kişinin infaz edildiği hiçbir zaman tam olarak bilinemeyecek ama tahminler en az 5 bin kişiye işaret ediyor.
İran başından bu yana işkence iddialarını reddetse de ABD merkezli İran İnsan Hakları Merkezi’nin icra direktörü Hadi Ghaemi’ye göre Reisi devlet politikalarını eleştirmeye cesaret eden insanları hapseden, işkence eden ve öldüren bir sistemin temel taşı olageldi. 2021’de 1988 infazlarındaki rolü sorulduğunda “Bir yargıç, bir savcı, halkın güvenliğini savunduysa, övülmelidir… Şimdiye kadar bulunduğum her pozisyonda insan haklarını savunduğum için gurur duyuyorum” diyen Reisi’nin muhalifler arasındaki lakabı Tahran kasabı.
Yıllar içinde sertliği ile nam salmış bir savcıdan tavizsiz bir cumhurbaşkanlığına yükseldi. Yükseliş yolunda önce İran’ın Şii Müslüman din adamları arasında kendine yer edindi, 2014 yılında başsavcı olarak atandı, 2019’da yargı şefliğine getirildi. Kısa süre sonra bir sonraki Yüce Lideri seçmekten sorumlu 88 üyeli din adamları meclisinde Uzmanlar Meclisi başkan yardımcısı oldu. Belki de kendisiyle ilgili en net nitelendirmeyi, Ortadoğu konusunda uzmanlığıyla bilinen gazeteci Bülent Şahin Erdeğer yapıyor. “Şahların Şahına karşı mücadele eden devrimci genç Şahinlerin Şahini bir statüko muhafızına dönüştü” diyerek.
REİSİ NE YAPTI?
İslam Cumhuriyeti tarihinin en düşük seçim katılım oranıyla (yüzde 49) koltuğuna oturan Reisi kısa sürede ülke içindeki protestoları bastırdı, dünya güçleriyle yapılan nükleer görüşmelerde sert tutum sergiledi. İran’ın giderek gelişen teknolojisine sadece mütevazı kısıtlamalar karşılığında ABD yaptırımlarından geniş bir rahatlama kazanma şansı gördü. Geçen ay İran’ın Şam’daki büyükelçiliğinde üst düzey İran Devrim Muhafızları subaylarını öldüren bir füze saldırısı sonrası, İran İsrail’e yönelik benzeri görülmemiş doğrudan hava bombardımanı ile karşılık verdi. Tüm bu başlıklarda Ayetullah Ali Hamaney’in doğal desteğini aldı. İran ekonomisini düzeltme konusundaki başarısızlığı ise Reisi’nin ülke içindeki popülaritesine darbe vuran etkenlerden bini olarak öne çıktı. Mart ayında yapılan parlamento seçimlerinde sertlik yanlıları hakimiyetlerini korusalar bile seçimlere katılım devrimden bu yana en düşük seviyeye düşmüştü.
CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİNDE KİMLER ÖNE ÇIKIYOR?
İran’da cumhurbaşkanlığı için aday kayıtları 30 Mayıs’ta, erken oy verme işlemleri ise 28 Haziran’da başlıyor. İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun eski komutanlarından Muhammed Bakir Kalibaf’ın adı adaylar arasında geçiyor.
Bir önceki cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılımına izin verilmeyen eski Meclis Başkanı Ali Laricani ve ılımlı sayılabilecek bir isim olan eski Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani adaylıkta ismi geçen diğer isimler. Ancak Ruhani’nin adaylığının engellenebileceği konuşuluyor.
GEÇİCİ CUMHURBAŞKANI MUHBİR KİM?
Reisi’nin yerine biri seçilene kadar cumhurbaşkanlığı görevi geçici olarak Muhammed Muhbir Dezfûlî’nin… 68 yaşındaki Muhbir, Reisi’nin 2021’de cumhurbaşkanı seçilmesiyle birinci cumhurbaşkanı yardımcısı olmuştu. Parlamento başkanı ve yargı başkanı ile birlikte cumhurbaşkanının ölümü sonrası 50 gün içinde yeni bir cumhurbaşkanlığı seçimi düzenleyecek üç kişilik konseyin parçası.
Muhbir, Hamaney’e yakın, hatta ona bağlı bir yatırım fonu olan Setad’ın başındaydı. Söz konusu kuruluş İran ekonomisinde önemli bir oyuncu. Ekim ayında Moskova’yı ziyaret eden ve Rusya’nın askeri güçlerine karadan karaya füzeler ve daha fazla insansız hava aracı tedariği kabul eden İranlı ekibin içindeydi.
14 yıl önce Avrupa Birliği Muhbir’i balistik füze faaliyetlerine karıştığını gerekçe gösterip yaptırım listesine sokmuş, iki yıl sonra ise adını listeden çıkarmıştı. 2013’te ise ABD Hazine Bakanlığı başında olduğu Setad’ı yaptırım uygulanan kuruluş arasına katmıştı. Profesör Marendi’ye, Muhbir’in 40-50 gün sürecek başkanlığı sırasında ne yapacağını sorduğumda Reisi’nin aynı politikalarını sürdüreceğini, seçim sonrası yeni cumhurbaşkanının da dış politika konusunda farklı bir tutum izlemeyeceğini söylüyor. Bir bakıma bu sözlerin çevirisi şu: Reisi bir sistem oyuncusuydu ve yerlerine geçecek yeni teknokratlar da benzer bir çizgide ilerleyecek. Bir başka deyişle İslam Devrimi önderi Ayetullah Humeyni’nin içine İslam hukuku, anti-emperyalizm, devrim ihracı, din ve devlet bütünlüğünü alan Hatt-ı İmam Çizgisi’ni devam ettirecek. Tabi öncesinde yine muhalif adaylar veto edilecek. Demokrasinin oyun alanı sınırlandırılacak. Sonrasını zaten biliyorsunuz…