Ey Yolcu, Savaştan Nasıl Haberimiz Olmaz!

İzmir Şehir Tiyatroları, prömiyerini 1 Mayıs 2024’te yaptığı, Nâzım Hikmet’in “Yolcu” adlı oyununu, “Sezon Sonu Şenliği” kapsamında ustanın ölüm yıldönümü olan 3 Haziran’da sahneleyerek sezona veda etti. “Yolcu”, Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu direnirken bir köyün trensiz, yolcusuz tren istasyonunda mahsur kalan, dünyadan bihaber üç karakterin hikâyesini, ustanın Kuvâyi Milliye destanıyla iç içe anlatıyor. Fakat sadece onu anlatmıyor. Dördüncü karakterin gelişiyle savaştan haberdar olan üçlü, 2024 Türkiye’sindeki bizleri koltuklarımızda rahatsız edip soruyor: Savaştan nasıl haberiniz olmaz! Peki, siz nerenin, hangi savaşın yolcususunuz?

 

“Onlar ki toprakta karınca,

                                    suda balık,

                                                  havada kuş kadar 

                                                               çokturlar;

korkak,

            cesur,

                     câhil,

                             hakîm 

                                      ve çocukturlar

ve kahreden

                 yaratan ki onlardır,

destanımızda yalnız onların maceraları vardır.”

 

Nâzım Hikmet okurları bilir; Kuvâyi Milliye böyle başlar. Usta, Kurtuluş Savaşı’nın destanını, İkinci Dünya Savaşı hüküm sürerken yazmıştır. Savaş içinde savaş… Anadolu’nun direnişi bir daha hiçbir kalemde bu kadar güzel, bu kadar ihtişamlı, bu kadar etkileyici parlamayacaktır. Bu nedenle 2024 Türkiye’sinde sahnede okunduğunda kalplerde hâlâ 1920’lerin özgürlük ateşi yanmaktadır. Aynı İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları (İzBBŞT) sahnesinde yandığı gibi…

Kuvâyi Milliye, İzmir Şehir Tiyatroları İsmet İnönü Sahnesi’ne, yazarının bir başka metni aracılığıyla taşındı. Nâzım Hikmet’in “Yolcu” adlı oyununu sahneleyen İzBBŞT, Orhan Alkaya rejisiyle iki metni iç içe geçirdi. Savaş içinde savaş… Zaten oyun, 1921 Şubat’ında, Kuvayi Milliye’nin Milli Mücadele destanını canıyla, kanıyla yazdığı savaş yıllarında, Anadolu’nun kuş uçmaz kervan geçmez bir köy istasyonunda geçmekteydi. Fakat oyundaki karakterlerin bundan haberi yoktu. Onları savaştan haberdar etmek gerekti. Nâzım Hikmet, oyunun hikâyesinde bu görevi, istasyona uğrayan atlı askere vermişti. Oyunun yönetmeni Orhan Alkaya da destanla oyunu iç içe geçirerek sahnedeki Nâzım Hikmet ihtişamını büyüttü.

“Yolcu”, karın yolları kapattığı bir Anadolu köyünde; hiçbir trenin uğramadığı, yolcusu olmayan tren istasyonunda istasyon şefi, onun karısı ve makasçı arasındaki gerilimli hikâyeyle geçiyor. Karakterlerin dünyadan haberi yok. Tek telgraf direği de tipide devriliyor. Hayatla bağları; birbirlerine olan öfkeleri, tutkuları, hınçları ve asıl büyük yeri kaplayan içsel yalnızlıkları. Anadolu’da neler olup bitiyor, savaş bitti mi, sürüyor mu, onların köye de geliyor mu… Bilmiyorlar. Tek bildikleri, dünyanın bu karla kaplı çölündeki minicik bir istasyon evine sıkışmış oldukları. Sıktıkça patlayan her şey gibi bu üç karakterin de duygu dünyaları patlıyor. Karı kocanın birbirinden bıkmışlığı, kadının eski yaşamına özlemi ve kocası dışında gördüğü tek adam olan makasçıdan medet umuşu, istasyon şefinin karısını kıskanışı… Ülkelerinde savaş sürerken onlar iç savaşlarıyla meşgul. Yine savaş içinde savaş… Derken yaralı bir atlı asker çıkageliyor ve onları iç savaşlarından çekip çıkarıyor. “Savaştan nasıl haberiniz olmaz?” diye soruyor. 

Askerden öğrendiğimize göre İnönü Zaferi elde edilmiş. Gelecek güzel günlere dair umut kıvılcımını çakıyor. Hikâyeye örülen Kuvâyi Milliye’nin birinci, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci baplarından dizeler, dört oyuncunun seslendirdiği şarkılara dönüşerek Kurtuluş Savaşı’nı sahneye daha kuvvetle taşıyor. Fakat istasyon şefliğindeki eve sıkışmış üç kahramanımızdan biri için artık yarın diye bir şey olmayacak. Çünkü her savaş, ardında ölüler bırakır. Oturduğumuz koltuklarda biraz daha rahatsız hissediyoruz kendimizi. Oyunun geneline hâkim olan kasvet, karanlık, ağırlık, savaşın bedelleriyle içimize çöküyor iyice. Bugün, sanki her şey oturduğumuz koltuklara tepeden sunulmuş, bu toprakta kendiliğinden bitivermişiz, kimse ölmemiş ve biz dünyanın hâkimiymişiz gibi davranmamamız gerektiğini hatırlatıyor. 

Dekoru ve kostümleriyle hem o dönemi hem de hikâyenin ağır, sıkıştıran atmosferini yaşatan; ışık tasarımıyla sobanın harından telgraf direğinin devrilişine kadar izleyiciyi atmosferin içine sokan oyun, gerçeklik algısı yaratıyor. İzBBŞT oyunlarının şahane müziklerinin bestecisi Cem İdiz, “Bu memleket bizim” bestesiyle oyunun kasavetine umut ışığı yakarak finali yapıyor. 

İzBBŞT Kurucu Genel Sanat Yönetmeni Yücel Erten’in 2023’ün 3 Haziran’ında izleyici karşısına çıkarmayı planladığı fakat ihale mevzuatının uzun sürmesi nedeniyle neredeyse bir yıl sonra, 1 Mayıs’ta prömiyer yapan oyun, tiyatroya yakışan bir sezon finaliyle veda etti. İzBBŞT’nin Sezon Sonu Şenliği kapsamında, ustanın 61’inci ölüm yıl dönümü 3 Haziran 2024’te sezonda son kez sahnelendi. Biz izleyicilerine tatil ödevi vererek ayrıldı sahneden: Dünyamızda hangi savaşlar sürerken biz nereye gidiyoruz? Hangi savaşların yolcusuyuz? Bir atlı askerin gelip savaştan nasıl haberimiz olmadığını sormasını mı beklemekteyiz? Tam olarak ne zaman uyanırız? 

 

OYUNUN KÜNYESİ:

Yazan: Nâzım Hikmet

Yöneten: Orhan Alkaya

Müzik: Cem İdiz

Koreografi: Dolun Doyran

Sahne Tasarımı: Özlem Karabey

Giysi Tasarımı: Deniz Bilgili

Işık Tasarımı: Kemal Yiğitcan

Dramaturgi: Halil Ünsal

 

İstasyon Şefi: Ayhan Anıl

İstasyon Şefinin Karısı: Şirin Saraçoğlu

Makasçı: Efe Ünal

Atlı: Deniz Gürzumar

Ses: Devrim Karakoyun

Piyano: Cem İdiz, Dicle Taylan Talayhan

Dayanışmanın Sanatsal Pratiği: Sanat Kolektifleri

Semih Çelenk: “Öncelikli İş Büyük Bir Seyirci Havuzunu Var Etmek Olmalı”