Öğrenciler, Bahar Şenliklerini Geri İstiyor!

Son yıllarda her alanda giderek artan yasaklama ve engellemeler arasında üniversite öğrencileri için düzenlenen festivallerle birlikte bahar şenlikleri de dikkat çekiyor. Üniversite yönetimleri özellikle nisan-mayıs aylarında düzenlenen ve hâlihazırda pek çok büyük üniversitede gelenekselleşen şenliklere farklı gerekçelerle sınırlama getiriyor, bazı şenliklerin yapılmasını iptal ediyor.

Bir önceki yıl birçok okulda örneklerini görmüştük. Bu yıl da  ODTÜ Rektörlüğü bir e-posta ile Bahar Şenliğinin iki güne indirildiğini ve Devrim Sahnesi’nin şenlik programından çıkartılacağını duyurmuştu. Söz konusu kararda öğrenci topluluklarına danışılmadığı da aktarılmıştı. Bu karar karşısında seslerini duyurmak isteyen öğrenciler kalabalık bir grup hâlinde rektörlüğe yürümüştü.

Benzer biçimde Mayıs’ın ikinci haftasında Uludağ Üniversitesi Rektörlüğünün de bahar şenliği yapılması için öğrenci topluluklarının yaptığı başvuruyu ‘Akşam saatlerinde kızlı erkekli böyle konserler istemiyoruz.” diyerek reddettiği ortaya çıktı. Rektörlükle anlaşamayan öğrenci toplulukları Z Doğa Derneği öncülüğünde birçok öğrenci topluluğu ve derneğin katılımıyla Görükle’de Nilüfer Gençlik Meclisiyle 16 Mayıs’ta bir Gençlik Festivali düzenledi. Burada öğrencilerin atölyeler, etkinlikler ve konserler gerçekleştireceği bir alan açıldı. Festival ekibi etkinlik sonunda bir açıklama yaparak festivalde yer almak isteyen topluluklara izin vermeyen yönetimin birçok topluluğu kapatmakla tehdit ettiğine değindi.

Bütün bu süreçlerden sonra bahar şenliklerinin neden bu kadar rahatsızlık verdiğini incelemek istedik. Uludağ Üniversitesinde yaşanan son gelişmeleri Bursa CHP Milletvekili Orhan Sarıbal’a sorduk. Sarıbal kararın ardında yatan düşüncenin dayandığı noktanın kamu idarecilerinin tutumları üzerinden ele alınabileceğini belirterek; “Kamu idarecilerinin anlamadığı ya da yadsıdığı bir şey var, yetki ve sorumluluk iki ayrı şey. Ve yöneticiler kendilerini sadece yetkiyle donatılmış sanıyorlar. Sorumluluk ve görev başka, yetki başka şey.” şeklinde açıkladı. “Mesela üniversitelerde rektörün görevi öğrenci ‘içindir’, öğrenciye ‘rağmen’ değil. Şimdi Uludağ rektörü Feridun Bey “kızlı erkekli konserler istemiyorum” diyor, kendini bu konuda yetkili biliyor. Doğrudur, bazı yetkileri de vardır ama bu, üniversiteyi kişisel tekkesi gibi kullanabileceği bir yetki değil. Onun canının, keyfinin isteğine tabi olamaz kampüs yaşantısı.” diyen Sarıbal, açıklamasını şöyle sürdürdü: “Fakat işin doğrusu şu, üniversitenin bahar şenliğini tarif etme yetkisi değil, kolaylaştırma sorumluluğu vardır rektörün. Rektör öğrencinin memurudur, velisi, vasisi değil. Üniversite de onun tekkesi değil, öğrencinin evidir. Ardında yatan düşünce de malumdur, kime ve nereye baksa ‘cinsiyet’ gören anlayışı rektör yaptığınızda elbette öğrencilere bakınca da ‘kızlı erkekli’ bir ‘ahlakçı’ manzara görecektir. Ve kendi sözüm ona ‘ahlaki’ sistemini dayatacaktır.”

“Peki, özellikle son dönemde Türkiye’de bahar şenliklerine neden bu ölçüde sınırlama getiriliyor, şenlikler niçin iptal ediliyor?” şeklindeki sorumuza Orhan Sarıbal  toplumsal kamuoyunun belirleyici olmadığını işaret ederek şöyle yanıt verdi: 

“Toplumsal kamuoyu aslında mutlak belirleyici değil, daha ziyade belirlenendir. Siz bir rektör, bir yetkili, bir figür, bir temsil, bir erk olarak bahar şenliklerini ‘kızlı erkekli’ şeklinde tarif ederseniz, toplum bunu böyle kabul edip yeniden üretir. Ya da siz bahar şenliklerini ‘birlikte yaşam, kampüs hayatı, ortak payda, demokratik ifade, kültür sanat organizasyonu’ gibi daha çağdaş şekilde formüle ederseniz toplum bu defa da bunu böyle kodlar ve kabul eder. İfrat ve tefrit arasında gidip gelmenin bize ne kadar zarar verdiğini biliyoruz. ‘Kişiler’ değil ‘kurumlar’ bu nedenle daha önemlidir. Üniversite kurumu aydınlanmacı bir kurumdur, aydınlanma kurumudur. Biyolojik cinsiyet belirlenimi ise aydınlanma öncesi bir mefhumdur.” 

“YÖK KAPATILIR, ÜNİVERSİTELER ÖZERKLEŞİRSE TEK BİR SORUN KALMAZ”

Bu noktada yaşanan bu yasakların geniş alanda akademisyenlere ve akademi ortamı içinde olması gereken özgürlükçü ifade alanlarına ait bir bakışın uzantısı olarak görebilir miyiz? Orhan Sarıbal konunun tam da bu noktada düğümlendiğini belirtti ve şöyle açıkladı:

“Zaten bu yasakların, rektör atamalarındaki usullere bakınca da, sürpriz olmadıklarını söylemek mümkün. Kampüs iradesine aykırı atamalar, siyasal iktidarın kendini dayatmasıdır. Bu da sadece bir makam mevki savaşı değil, hegemonya savaşıdır. Özgür üniversitede savaşçılar yetiştiremez, sorgulayan akıllara fanatizm yerleştiremezsiniz. Tartışmaya açılırsınız. Tartışılırsınız. Oysa muktedir, tartışmaya kapalıdır. Egemen olan kendini tartıştırmak istemez. Bu nedenle siz şenliklerden kolokyumlara, öğrenci kulüplerinden ders programlarına, mümkün olan her alanda ne kadar hegemonya kurarsanız o kadar egemen olursunuz. Yaşanan budur.”

Öğrencilerin ODTÜ başta olmak üzere pek çok üniversitede seslerini duyurmak için yasal çerçevede eylemler düzenlediğini anımsattığımızda Sarıbal,  “Öğrenciler yaşam alanlarına sahip çıkıyor, makro iktidarlara ortak payda iradesiyle karşı geliyorlar. Bunun yasalara, mahkemelere konu olması kural olarak yanlıştır. ODTÜ’lüler hala yargılanıyorlar, soruşturuluyorlar. Ama örneğin ODTÜ devrimcileri, devrimciliği bir gelenektir. Oranın yöneticileri kim, bilmiyoruz. Öğrencileri kim, onu çok iyi biliyoruz. Yasalara bakıp öğrenciler hakkında söz söyleyemeyiz. Yasaları yapanlar yine egemenlerdir çünkü.” dedi.

Her sorunda olduğu gibi akademi işleyişi içinde de bu tip sorunların giderilmesi, daha özgürlükçü bir ortamın tesis edilmesi, öğrencilerin kendi yaşam alanlarında söz sahibi olması için ciddi adımlar atılması gerekiyor. Sarıbal bu noktada konunun temel muhatabı olarak YÖK’ü işaret etti: “Her şeyden önce bir hegemonya kurumu olarak YÖK, her sorunun kaynağıdır. YÖK kapatılır, üniversiteler özerkleşirse, tek bir sorun bile kalmaz. Üniversite eğitimi, kampüs yaşantısı doğal seçilimsel olarak ilerlemecidir. Önüne çıkmasanız yeter.”

 ŞENLİKLERE İTİRAZIN “SÖZDE” SEBEBİ: GÜVENLİK VE TEMİZLİK KAYGILARI

Uludağ Üniversitesi’ndeki yakın tarihli örnek bir yana pek çok başka üniversitede de benzer sorunlar yaşanıyor. Dosyamızın kalanında şenliklerin yapılması için mücadele veren öğrencilerin görüşlerini sorduk. Bahar şenlikleri neden yapılmak istenmiyor, sorunun çözümünü nerede aramak gerekir, çeşitli yasaklarla karşılaşan farklı üniversitelerden öğrencilerle bu sorulara yanıt bulmayı amaçladık:

Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencisi Deniz Kuzu, bahar şenliklerinin öğrenciler için özellikle akademik ve ekonomik açıdan bin bir zorluk, kaygı ve stres dolu bir yılın sonlarında eğlenebilecekleri, kafalarını boşaltabilecekleri, kültür sanat gibi alanlarda keyifli bir şekilde kendilerini geliştirebilecekleri önemli bir süreç olduğunu söyledi. “Üniversite içinse vazgeçilmez bir gelenek hâline gelmiş ve her yıl mezunuyla öğrencisiyle bütün bileşenlerin her türlü baskıya yasaklamalara rağmen gerçekleştirmek için uğraştığı şenliklerdir.” Kuzu’ya göre Üniversite yönetimleri bu şenliklerin yapılmamasına dair genelde güvenlik ve temizlik konusuna dair kaygıları gerekçe gösteriyor. Ancak Deniz “Bunun hiçbir geçerliliği ve tutarlılığı yoktur. Bu şenlikler daha önce onlarca kez sıkıntısız bir şekilde yapılmıştır ve öğrenciler bu konuda gayet bilinçlidir. Asıl sebep, eğlenmeyi öğrencilere bir hak olarak görmeyen ve üniversitelerin içini boşaltmaya çalışan iktidar tarafından atanmış kayyumların onlarla aynı zihniyette olması ve emirleri dışına çıkmamasıdır.” şeklinde açıkladı.

Peki öğrenciler nasıl dayanışıyor? Özellikle de eylemleri engellenmeye, kampüs içinde kendilerine ifade alanı bulamadıklarında… Deniz Kuzu bu konudaki deneyimlerini ve görüşlerini şöyle açıkladı: “İlk olarak durum tüm kampüse ve  öğrencilere duyurulmaya, konuyla ilgili bilgilendirmeye gidilir. Daha sonrasında ise rektörlükle konuşmaya çalışılır. Görüşme talebi karşılanmaz veya olumlu geri dönüş olmazsa öğrenciler seslerini yaptığı eylemlerle duyurmaya çalışır. Hiçbir şekilde sonuç alınamadığı takdirde de öğrenciler ile mezunlar el ele verip tüm imkânlar ve bağlantılar zorlanarak şenlikleri kendi kendilerine üniversite yönetiminin desteği olmadan örmeye çalışırlar.” 

Bu konuda kamuoyunun bakışı ne durumda sorusuna Deniz’in yanıtı şu oluyor: “Kamuoyunun yasaklara bakışı maalesef çok tanınan siyasetçi veya sanatçılar olaya dâhil olmadığı sürece yetersiz kalıyor. Öğrencileri ciddiye alıp da sorunlarını duyurmaya çalışan çok az kurum var. Bizim çalışmalarımız var ve süreç belirttiğim gibi bağlantı kurabildiğimiz siyasetçiler, sanatçılar ve topluluklarımızın medya bağlantıları üzerinden büyütülmeye çalışılıyor.”

“Üniversite yönetimleri öğrencilerle yasakların çözümü için diyalog kurmaya çalışıyor mu?” diye sorduğumuzda Deniz bir diyalogdan bahsedilemeyeceğini söylüyor ve ekliyor: “Yönetim aynı bahaneleri attığı maillerde ve görüşmelerde sürekli tekrarlıyor ve öğrencileri hiçbir şekilde dinlemiyor. Çözüm için uğraşılmıyor. Sadece yasakları dayatmanın üzerinde görüşmeler veya dönütler oluyor.”

ODTÜ’de özellikle son dönemde karşılaştıkları yasak sürecini de Fikir Gazetesi’yle paylaştı Deniz Kuzu:

“ODTÜ özelinde karşılaştığımız yasak, onlarca yıldır şenliklerin vazgeçilmezi olan Devrim Sahnesinin yasaklanması oldu. Şenliğimizi asıl ören topluluğumuz Uluslararası Gençlik Topluluğu (UGT) rektörlükle görüşmeye çalıştı fakat dönüş alamadı. Daha sonrasında kamuoyu oluşturulmaya ve tüm kampüs çapında öğrenciler bilgilendirilmeye çalışıldı. Çok büyük bir kitleyle ilk eylemimizi normalde yasak olan rektörlük önünde gerçekleştirdik. Çok fazla uğraş sonucunda görüşme alındı fakat Devrim Sahnesi ile ilgili bir gelişme kaydedilemedi.

Bir hafta sonrasında yine çok büyük bir kitlesellikle ikinci eylemi gerçekleştirdik ve o günden itibaren 11 gün boyunca rektörlük önünde kamp kurduk. Bu 11 günü topluluklarımız ve bize destek veren sanatçılarla yaptığımız konserler, etkinlikler, açık hava dersleri, danslar ve yemeklerle hem bir şenlik havasında hem de siyasetçilerin ve politik kişilerin desteğiyle sert protestolarla geçirdik. Bir sonuç alamadık ve 100’e yakın arkadaşımıza uzaklaştırma talepleriyle soruşturmalar açıldı. Biz de artık rektörlükten izin beklemiyoruz ve kendi şenliğimizi kendimiz alternatif bir şekilde örmeye çalışıyoruz.”

“ÖĞRENCİLERLE DEĞİL, DESTEĞE GELEN BELEDİYE BAŞKANLARIYLA GÖRÜŞÜLDÜ”

ODTÜ’den bir başka öğrenci Meyra Şahutoğlu ise yaşanan yasaklanma sürecini şu şekilde aktardı: “ODTÜ’de özellikle bu sene birçok topluluğun etkinlikleri engellenmeye çalışıldı ama es geçilen bir şey daha var ki rektörlüğün önüne kitlesel olarak gitmemiz yasaklanmıştı. Yurt eylemlerinde rektörlük önüne giden 100’e yakın öğrenciye tutanak tutulmuştu ve şenlik eylemlerine kadar bu kabullenilmiş bir süreçti. Şenlik eylemleri bunu da yıkmış oldu. Hatta biz 10 gün boyunca rektörlük önünde kamp yapmış olduk. Bu son dönemlerdeki ODTÜ için büyük kazanımlardan bence. Onun dışındaki yasaklarda kampüs içindeki basın açıklamaları veya yürüyüşlerle tepki koyulmaya çalışılıyor ancak bu süreçler artık çok olağanlaştığı için dikkat de çekemediği bir noktada. Şenlik eylemleri bunu da kırdı. 10 gün boyunca basın açıklaması veya yürüyüş eylemselliklerine sıkışmadan farklı bir tepki koymuş olundu.”

Meyra, üniversite yönetiminin öğrencilerle diyalog kurmaya çalışması hakkındaysa şunları söyledi: “Türkiye genelinde çok nadir eylemselliklerin kazanımla sonuçlandığını görüyoruz. Son dönemlerde çünkü yönetimlerin herhangi bir diyalog kurma çabası yok, hatta öğrencilere karşı çok üstenci bir bakışın hakim olduğunu düşünüyorum. Yönetim açısından yani bizi bu yasaklar karşısında bir özne olarak görmeyip yaptığımız eylemselliklerin sönümlenmesini bekleyen bir tutum içindeler. ODTÜ’de de bu sene farklı olmadı öğrencilerle değil desteğe gelen belediye başkanlarıyla görüşüldü ve bu da bence öğrencilerin kampüste meşru demokratik süreçleri yürütmesindeki en büyük engel.”

“KAYYUM YÖNETİMİ ÖĞRENCİLERLE HİÇBİR DİYALOG KURMUYOR”

Marmara Üniversitesi öğrencisi Şükrü Ünsal ise bahar şenliklerinin üniversite öğrencilerinin bir araya gelmesini sağlayan etkinlikler olduğunu belirtti. “Bu etkinlikler; zaten yalnızlaştırılan üniversitelilerin kendi kampüsleri içerisinde bir araya gelme olanakları arttırmaktadır.” diyen Ünsal üniversite yönetimlerinin bahar şenliklerini yasaklama nedenleriniyse şöyle aktardı: “En başında iktidar ve kayyum yönetimi üniversite öğrencilerinin bir araya gelmesinden, öğrencilerin üniversitede ve memlekette kötü giden şeyler üzerine konuşmasından ve harekete geçme ihtimalinden korkmaktadır. Diğer bir sebebin ise yaşamlarımıza yönelik baskı ve yasak politikalarından kaynaklı olduğunu düşünüyoruz. İktidar; geçtiğimiz yıllarda aylar boyunca süren bir müzik yasağını uygulamaya koymuş, özellikle kadın ve LGBT+ sanatçıların etkinliklerini engellemişti. Konser ve festival yasaklarının; ahlakçı, baskıcı, yasakçı zihniyetin bir yansıması olduğunu düşünüyoruz.”

Öğrencilerin yasaklar karşısındaki dayanışmasıyla ilgili yaptıkları çalışmayı şöyle aktardı: “Marmara Üniversitesi özelinde konuşacak olursak bizler; ‘kayyumun bizlere sunduğu bir şenlik yoksa dayanışma pikniğinde buluşuyoruz’ diyerek kendi müziğimizi yaptığımız bir piknik düzenledik, üniversiteliler olarak alternatif bir etkinlik düzenleyerek bir araya geldik. Keza kayyum yönetiminin baskı ve yasak politikalarını da teşhir ederek bahar şenliği talebimizi yineledik.”

Şükrü Ünsal toplumun bakış açısının artık bu durumu kabullenmek yönünde olduğunu belirtti. “Yasaklara karşı toplumun bakış açısının artık bunu içkinleştirmek yönünde olduğunu düşünüyoruz. Zira baskılar ve yasaklar hayatlarımızın en içine kadar girdi. Bizler ise üniversiteliler olarak bu politikaların bizleri hayattan kopartmaya yönelik politikalar olduğunu teşhir etmeye, sosyal medya kanallarıyla ve kampüste yan yana geldiğimiz tüm sıra arkadaşlarımıza anlatmaya devam ediyoruz.” 

Ünsal’a göre üniversite yönetimi öğrencilerle sorunun çözümü için diyalog kurmuyor. “Kayyum yönetimi elbette öğrenciler ile herhangi bir diyalog kurmuyor. Kayyumluk; festivalin planlanmasından ona yapılan eleştirilere kadar her süreçte biz üniversitelileri karar alma mekanizmalarından dışlıyor.”

Üniversitelerinde yaşanan yasaklama sürecini ise şöyle anlattı: “Üniversitemiz; AKP’nin arka bahçesi hâline getirilmek istenen, kayyum yönetiminin hakim olduğu ve faşist çeteler eliyle öğrenci hareketinin engellenmek istendiği bir yer. Bu yüzden özgül koşullara sahip. Kulüp etkinliklerinden tutalım da kampüs içinde yapmak istediğimiz herhangi bir etkinlik sansüre ve yasağa maruz kalıyor. Kampüsteki sorunlara yönelik aldığımız her eylemlilik kayyumun baskı mekanizmaları ile karşılaşıyor.”

“İNSANLAR YASAKLARA O KADAR ALIŞTI Kİ…”

İstanbul Üniversitesi öğrencisi Faruk Başaran da bahar şenliklerinin; sosyalleşme ve eğlence alanları her gün daraltılan üniversite öğrencileri için, zamlardan dolayı her gün gidilmesi daha da zorlaşan sinema ve konserlere bir alternatifi olduğunu vurguladı. “Kampüsler biz öğrencilerin yaşam alanıyken bu kampüsleri verimli kullanamıyor, sosyalleşemiyor ve bu alanları benimseyemiyoruz. Bu noktada bahar şenlikleri bizim kampüslerimizi benimseyip sosyalleşmemiz için oldukça önemli.”

Başaran, üniversite yönetimlerinin bahar şenliklerini yapmak istememesini ise Kayyum yönetimine bağladı: “Kayyum yönetimi bahar şenlikleri düzenlemiyor, öğrencilerin düzenlemesi önüne de ket vuruyor. Öğrencilerin şenlik talebi üzerine de İstanbul Üniversitesi kayyum rektörlüğü, merkez kampüse açtığı iktidar yanlısı siyasal İslamcı stantlarla okulun öğrenci profiliyle alakası olmayan ‘etkinlikler’ düzenliyor, okula yine iktidar yanlısı konuşmacılar getirip seminerler düzenliyor ve bunu ‘şenlik’ adı altında öğrencilere servis ediyor. Öğrencilerin normal bir şenlikte bir araya gelip eğlenmesi, derdini paylaşıp bu dertleri ortaklaştırması ve sorunlarının sebeplerinin ortaklaşmasından korkan kayyum rektörlükler, gerek okulda gerek şenliklerle öğrencilerin bir araya gelmesini engellemek için elinden geleni yapıyor.”

Öğrencilerin özellikle de kendi üniversitesinde yasaklara karşı bir arada neler yaptıklarına ilişkin görüşlerini şöyle aktardı Faruk Başaran:

“Öğrenciler olarak sadece şenliklere gelen yasaklara karşı değil, kampüslerimizde yalnızlaştırılmamıza karşı da dayanışma gösteriyoruz. Okulun bizim sosyalleşme alanlarımızı kısıtladığı noktada alternatif sosyalleşme alanları yaratarak bir araya geliyoruz. Gerek film gösterimlerinde, gerekse yazılarından basımına değin tamamen kendi emeğimizle ürettiğimiz fanzinlerle sosyalleşme alanlarımızı ortaklaştırıyoruz.” 

Kamuoyunun bu konudaki bakışında ise normalleşme gördüğünü belirtti. “İnsanlar 20 yıl kadardır yasaklara o kadar alıştı ki, üniversite öğrencilerinin bile bir kısmı günlük olarak yasaklanan birtakım şeyleri oldukça sıradan bulur hâle geldi. Öncelikli amacımız kendi sıra arkadaşlarımızın sürekli olarak yasaklanan eğlence ve sosyalleşme haklarımızı geri almaya çabalamasını sağlamak. Çünkü kendi sıra arkadaşlarımızın bile kaybettiklerinin farkında olmadığı noktada bir kamuoyu oluşturmak mümkün değil.” 

Başaran’a göre de diyalog kurma çabası yok. “Kayyum yönetimin öğrencilerin derdini dinleme, isteklerini yerine getirme gibi bir çabası olduğuna hiç denk gelmedim. Öğrenci temsilciliği kurulu adı altında bizleri temsil ettiği iddia edilen öğrenciler ise yine okulun öğrenci profilinden uzak, iktidar yanlısı ve sorunların çözülmesine katkı sağlamayan öğrencilerden oluşuyor.”

İstanbul Üniversitesi’nde yasakların durumuna ilişkin Başaran’ın gözlemleriyse şöyle: “İstanbul Üniversitesinde her gün yeni bir yasağa uyanıyoruz. En ufak bir kıpırdanmada fakülteler arası geçiş yasağı getiren kayyum yönetim, kendine bu yasağın kalkması yönünde dilekçe verildiğinde zaten böyle bir yasağın olmadığını iddia ediyor. Öğrencilerin oturduğu bankları kaldırıp fakültelerin bahçeye açılan kapılarını kilitlemeye kadar giden kayyumluk, öğrencilerin diretmesi ve akademisyenlerin desteklemesiyle kapıları ancak geri açmıştı. Bu noktada öğrencilerin düzenli direnişi ve akademisyenlerin bizlere destek çıkması oldukça önemli.”

Sınav Gençliği: Üniversiteye Hazırlanan Öğrenciler Neler Yaşıyor?

Öğrenci Gençler Konuştu: Denize Değil İşe Giriyoruz! 

Öğretmenler ve Öğrenciler İçin Kamusal Eğitimin Karnesi