Sanatın belirli bir zümreye ait, çok niş bir alanı kapladığı ve toplumsal karşılığının da oldukça sınırlı olduğu günümüzün bir gerçekliği olarak karşımızda duruyor. Sanatsal üretimin niteliği, kimin sanatçı olup olmadığı, bu tanımlamaların neye göre belirlendiği ise yüzyıllardır devam eden bir tartışma. Estetik değerlerin spekülatifliği, tarih boyunca toplumsal ve siyasal iklimle bağlantılı şekilde değişen yapısı ve günümüzde artık yapay zekanın da etkisiyle el becerisinin ikinci plana düşmesi, sanatın ne olduğu tartışmasını harlayan bir noktada duruyor. Bununla birlikte bir meslek grubu olan sanatçıların üretimleri üzerinden yaşamlarını idame ettirmek zorunda oluşları çoğu kez tartışma konusu olmuyor. Birkaç büyük sermayedarın tekelinde olan sanat piyasasında yer alabilmenin ön koşulu, üretiminin içeriğinden bağımsız bir ilişki ağına, piyasa diliyle bir ‘’network’’e sahip olabilmekle mümkün ancak. Bunun yolu da ya şanslı doğan azınlık içinde olmaktan ya da patronaj ilişkilerini koşulsuz kabul etmekten geçiyor.
Bunları reddeden sanatçıların yolu ise uzun ve meşakkatli. Fakat emin adımlarla ilerleyenler de oldukça fazla. Hem kent içinde görünür olan hem de sanatsal üretimlerini bir dayanışma temeli üzerinden var eden sanat kolektifleri bu yolu yürüyenlerin başında geliyor belki de. Biz de bu dosyada sanat kolektiflerinin günümüzdeki durumuna, hem kolektiflerde yer alan sanatçılarla hem de kültür sanat yöneticileriyle birlikte baktık. Bu kapsamda Hayy Açık Alan, Şöyle Böyle Atölye ve Tohum Sanat İnsiyatifi ile konuştuk.
HAYY AÇIK ALAN
Sanata ve paylaşıma dokunması koşulu ile her disipline açık olan bir mekân Hayy Açık Alan. Yalnızca sergi değil; workshop, konuşma, okuma ve dinleme gibi etkinlikler de düzenleyerek kolektif üretimin düşünsel boyutuna, yaratım sürecini oluşturan bütün aşamalara alan açıyor. Kurucularından biri olan Saliha Yavuz, her ne kadar Ayşe Gür ile birlikte kurucu olarak görünseler de her yaptıkları etkinlik ve harekette, kolektif hareketin içinde yer alan, destek veren, parçası olan çok dostları olduğunu belirtiyor. ‘’Tüketime değil; üretime, anlatmaya değil; dinlemeye ve deneyimlemeye alan açmayı amaçlayan’’ bir mekân olan Hayy Açık Alan, İzmir, Kemeraltı’ndaki Piyaleoğlu Han içinde yer alıyor. Hayy’ın, yaratıcı zihinlerin bir araya geldiği, sadece sanatçılar değil ara aktörleri de bir araya getiren bir alan olarak kurgulandığını, dolayısıyla, bireysel üretimler, ortak fikirler ve niyetlerle burada bir araya gelindiğini ifade eden Saliha Yavuz kolektif hareketin sosyal bir varlık olan insan için kaçınılmaz olduğunu belirtiyor. Bu ihtiyacın sanatsal üretimlere yansıyıp yansımadığı konusuna ise ‘’Bireysel üretiminde bile sanatçı bazen bir ustadan, bazen bir küratörden, yazardan, fotoğrafçıdan destek alıyor, birlikte çalışıyor. Bu anlamda kolektif ve inisiyatiflerin ihtiyaçla ve dostluklarla, organik olarak gerçekleştiği kabulü ile sanat üretimine de yansıdığını düşünebiliriz.’’ diyerek yanıt veriyor.
“VARDILAR, VARLAR VE VAR OLACAKLAR”’
Sanat piyasası içinde kolektiflerin durumu herkesin malumu. Ama zorlayıcı tüm şartlara rağmen buraya bir gedik açmaktan da vazgeçmiyor hiçbiri. Saliha Yavuz, kolektiflerin güncel sanat piyasasındaki durumunu şöyle özetliyor: ‘’Güncel sanat piyasası içinde bir yerleri olduğunu düşünmüyorum. Çünkü sermaye ile bir ilişki içinde değiller çoğu zaman. Ya kendi kaynakları ile ekonomilerini yaratıyorlar, ya imece usulü emeği değer olarak kullanıyorlar ya da fonlar ve fonların talepleri doğrultusunda ürettikleri içeriklerle ayakta kalabiliyorlar. Son dönemde popüler bir yaklaşımla, alternatif sanat alanları olarak dikkat çekiyor, güncel sanat alanının içinde değinilmeyen, politik, kavramsal, hassas konulara değinerek çeşitlilik yaratan yapılar olarak değerlendiriliyorlar zannımca. Sanat piyasası olsa da olmasa da sanat kolektifleri vardılar, varlar ve var olacaklardır.’’
ŞÖYLE BÖYLE ATÖLYE
Var olmak için inat eden, piyasa ilişkileri içine girmeden de sanat yapabilmenin mümkün olduğunu kanıtlayan kolektiflerden biri de Şöyle Böyle Atölye. Türkiye’de 90’lı yıllarda başlayan ve 2000’lerde sayısı artarak devam eden sanat kolektiflerine bakıldığında bir araya gelmelerinin arkasında farklı dinamikler olduğunu görüyoruz. İzmit’te yaklaşık altı ay önce kurulan, benim de kendileriyle 8 Mart’ta sergiledikleri dev bir kukla vesilesiyle tanıştığım Şöyle Böyle Atölye’den Hakan Keskin, bir araya gelmelerini sağlayan temel motivasyonun aktivizim olduğunu söylüyor: ‘’Biz hepimiz zaten bundan birkaç yıl öncesine, Pandemiye kadar Kocaeli LGBTİ+ İnsiyatifinde aktivizm yürütüyorduk. Daha sonrasında faal olmadı bu örgüt ama biz kendi aramızda, o bir arada olma ruhunu yeniden yaşatmak istedik ve bir şeyler üretmek istedik. Böylelikle bir araya gelelim dedik.’’
Hilal Akcan ise ‘’Biz atölyeyi açtığımız zaman Akbelen’de dinamitlerin patladığı zamandı. Sonra ağaç kuklasını yaptık. Çöpten malzeme topladık. Yine o dayanışma hâliyle arkadaşlarımız bize malzeme getiriyordu. Biz bulduğumuz bütün malzemeleri bir şeye dönüştürüyorduk. Aslında atölye öyle plansız programsız bir yerden açıldı ki şu anki hâli bizim için de çok akışta ilerliyor.’’ diye aktarıyor atölyenin açılma sürecini.
“SOKAKTA OLMAK BİZİ DAHA ERİŞİLEBİLİR HÂLE GETİRİYOR”
Kolektifte yer alanların hepsi tiyatro kökenli ve hâlihazırda hepsinin bireysel olarak yürüttüğü başka işler de var. Fakat kolektif içinde yaptıkları üretimleri ortaklaştırıyorlar. ‘’Hepimizden bir parça barındırıyor işler. Bir malzemeye sadece tasarımcının değil oyuncunun gözünden de yazarın gözünden de bakılıyor. Orada hem yazarın hem oyuncunun hem de tasarımcının gözü var aynı zamanda. Hepimiz bir şeyler katmaya çalışıyoruz. Çok harman bir şey çıkıyor aslında ortaya.’’ diyor Hakan Keskin ve üretimlerini eylemlerde, direniş alanlarında ve sokakta sergilemeyi tercih etmelerine dair şunları söylüyor: ‘’Sokaktayız. Binlerce liraya kiralanan sergi salonlarında var olmuyoruz. Sokakta olmak bizi daha erişilebilir bir hâle getiriyor. En son projemizi denizde sergilemeyi düşünüyoruz. Herkese açık bu. Biz şuradayız, gelin demiyoruz. Orada bir şeyler oluyor ve biz de oraya dâhil oluyoruz aslında.’’
Yasemin Navruz ise ‘’katarsis’’ kavramı üzerinden değerlendiriyor bu durumu: ‘’Tiyatroya giderken seyirci olarak ne izleyeceğini üç aşağı beş yukarı kestirebilirsin ama sokakta bire bir çarpıştığın şeyle kestiremiyorsun bence bunu ve birden karşına çıkıyor olması sanki katarsisi daha da güçlendiriyor.’’
Sokaklarda sergiledikleri performansları için yaptıkları dev kuklalar sabit bir mekân tutma zorunluluğunu da beraberinde getiriyor. Bu da mekânın yer aldığı mahalleyle bir ilişkilenme hâli doğuruyor. Büyük sanat galerilerinin korunaklı ve yer aldığı çevreden izole hâline karşı Şöyle Böyle Atölye, bulunduğu mahalleyle geliştirdiği organik ilişkiler dolayısıyla oranın bir bileşenine dönüşüyor. Kolektifin yer aldığı mahallenin hem çok muhafazakar hem de çok kültürlü olduğunu belirtiyor Hilal Akcan: ‘’İki sokak arkada Roman mahallesi var. Bir alt sokakta Suriye’den göçmüş Araplar yaşıyor. O mahalleden de tanıdığımız insanlar var; çok az Türkçe ile konuşup anlaştığımız, pazar dönüşü poşet taşımaya yardım ederken tanıştığımız. Ve bir komşuluk ilişkisi kurabildik onlarla. Mahallenin girişinde ise oto tamirciler var. Onlarla ilişkimiz çok geç gelişti çünkü bizi ilk başta kabul edemediler. Atölyeyi açalı beş ay oldu, onlarla daha yeni iletişim kurabildik. Ama şu an geldiğimiz noktada önlerinden her geçtiğimizde selamlaştığımız, arada gelip onların da selam verdikleri bir ilişkiye dönüştü. Bizi galiba onlar da biraz kabul etmekte zamana ihtiyaç duydular. Mahallede şunu da yaşadık. Ezan okunurken müzik açıktı bir gün ve uyarı aldık. Böyle şeylere dikkat ediyoruz. Mahalledekiler de yaptığımız şeyleri merak ediyorlar. İçeride dev bir kukla görüyorlar ve bakmaya geliyorlar. Her hafta bazı günler atölye açıksa gelip selam veren, içeriye girmek isteyen komşularımız var. Mahalleyle gerçekten aramız iyi gidiyor ve bir sorun yaşamıyoruz. Biraz bizi tanımaya çalıştıkları bir yerdeler.’’
TOHUM SANAT İNİSİYATİFİ
Yerelle ilişki geliştirmenin temel meseleleri olduğunu belirten kolektiflerden biri de Tohum Sanat İnisiyatifi. Urla’da yer alan insiyatiften Gülderen Depas ve Hakan Kırdar, kendilerini özellikle merkezin sınırında konumlandırdıklarını belirterek proje ve etkinliklerinde yerele ait temaları evrensel normlar içinde işlemeye çalıştıklarını aktarıyor: ‘’Yerel izleyici ile onları da kapsayan temalar bağlamında, duygudaşlık temelinde ve katılımcı yaklaşımla karşılıklı ilişkiler geliştirmeye ve bağ kurmaya gayret ediyor ve çalışıyoruz’’. Bu amaçla herkesin katılımına açık olarak düzenledikleri Fluxus-Avangard sanat atölyelerinin yoğun bir ilgiyle karşılaştığını ifade ediyorlar.
Rekabetin geliştirici olduğu algısı yaratılarak dayanışmaya dair her şeyin ikinci plana atılmaya çalışıldığı, onun yerine tek tek bireyler olarak hedeflerin peşinden gidilmesi gerektiğinin meşrulaştırıldığı bir dönemde dayanışma temelli ilişkilerin, kolektif çalışmaya yatkın sanatçıları üretim yönünde motive ettiğini belirtiyor Tohum Sanat İnisiyatifi ve bir araya gelmelerinin nedenlerinden birinin de bu olduğunu söylüyor: ‘’Tohum olarak büyük sanat kurumlarının kar odaklı ilişkileri yerine dayanışma temelli ilişkiler geliştiriyoruz. Bu yapı, sanatçıların daha özgün ve samimi üretimler yapmasına olanak tanıyor. Yaratım süreci zaten kırılgan bir süreç. Dayanışma temelli yaklaşım, ekonomik ve yaratıcı riskleri paylaşarak, sanatsal özgürlüğü artırıyor ve yenilikçi projelerin hayata geçirilmesini sağlıyor.’’
HAYAT İLE SANAT ARASINDAKİ MESAFEYİ AZALTMAK
Sanatın ne kadar toplumsallaşabildiğine ya da toplum tarafından sanatsal üretimlere ilginin ne ölçüde olduğuna dair sorulara verilen yanıtlar, yanıtlayanların perspektifleri, önlerine koydukları amaç ve pratikte yürüttükleri işler doğrultusunda değişkenlik gösterebiliyor. Tohum Sanat İnisiyatifi ise hedeflerinden birinin hayat ile sanat arasındaki mesafeyi mümkün olduğunca azaltmak olduğunu ifade ediyor ve belki de atölyelerinin yoğun bir ilgiyle karşılaşmasının nedenlerinden biri de bu oluyor: ‘’Bağımsız hareket etme, gönüllülük, katılımcılık, işbirliği, emek ve deneyim paylaşımı, alan açıcı kolektif tutum ve eylemlilik ortaklaştığımız ana ilkelerimiz. Bizimle bu niyet ve ilkeleri paylaşan herkes kolektife dâhil olabilir.” Bu kapsamda herkese açık olarak düzenledikleri atölyelerde kolektif çalışmayı deneyimleyerek birlikte ürettiklerini ve bu üretimlerini yine beraber sergilediklerini aktarıyorlar. “Kendimizi sanatçı inisiyatifi yerine bir sanat inisiyatifi olarak tanımlıyoruz. Farklı alan ve disiplinlere açık bir bileşen yapımız var. Bileşenlerimiz daha çok bireysel üretim yapan sanatçılar olmakla birlikte, gerektiğinde üretimlerimizi ortaklaştırma potansiyeline de sahibiz.”
Son olarak sanat kolektiflerinin nasıl bir ihtiyaca karşılık geldiği sorusuna ise onları da bir araya getiren temel motivasyon olan ve bu anlamda inisiyatif alma refleksi geliştirdikleri, kurumsal yapıların yetersizliği üzerinden cevap veriyorlar: ‘’Dünyada sanat kolektiflerinin yeri, bulundukları ülkenin durumuna bağlı olarak değişkenlik gösteriyor. Türkiye güncel sanat ortamında, sanatın üretilmesi ve sunumu bağlamında kurumsal yapıların eksik kaldığı yer ve dönemlerde, sanat kolektifi ve inisiyatiflerinin devreye girdiğini görüyoruz. Örneğin bizim de içinde yer aldığımız İzmir sanat ortamında bu oluşumların sayıca çok olmasının nedeninin bu olgu olduğu rahatlıkla söylenebilir.’’
Sanat Kolektifleri: Dayanışma ve Yaratıcılığın Buluşma Noktası