Nedir Bu Normal?

Türkiye’de bir süredir “normalleşme” ve “yumuşama” tartışmaları siyasal gündemin ön sıralarında kendine yer buluyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve CHP Genel Başkanı Özel’in görüşmesinin ardından yoğunlaşan tartışmalar bir süre daha devam edecek gibi görünüyor. Tartışmaların ana eksenini oluşturan “Türkiye siyasetinde normal olmayan ne?” sorusu ise hâlâ kapsamlı bir yanıta muhtaç.

31 Mart yerel seçimlerinin ardından ortaya çıkan değişim tablosunun etkisiyle başlayan normalleşme/yumuşama tartışmaları ve görüşmelerinin nasıl bir seyir izleyeceği merak konusu. Görüşmelerin sürecek olması, normalleşmenin ya da başka bir ifadeyle yumuşamanın nasıl bir bağlamda şekilleneceğine dair ipuçları verse de siyasilerin devam eden sert söylemleri yeni soru işaretlerini beraberinde getiriyor.

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin CHP lideri Özgür Özel ile görüşmesi yumuşama/normalleşme sürecine MHP’nin de dâhil olabileceğini düşündürürken geçtiğimiz günlerde Bahçeli’nin “Garabet yumuşamaya karnımız tok, yüzümüz de dönüktür.” açıklaması, kamuoyunda MHP’nin bu tartışmalara kapıyı kapattığı şeklinde yorumlanıyor.

Bu yoğun gündem içinde normalleşme tartışmalarını siyasetin farklı alanlarını gözlemleyen isimlerle konuştuk. Sol Parti Merkez Yürütme Kurulu üyesi Alper Taş, gazeteci Ayşenur Aslan, gazeteci, medya ombudsmanı Faruk Bildirici, Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hakkı Özdal, siyasetbilimci Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar ve ekonomist Nesrin Nas görüşlerini Fikir’le paylaştı:

GERÇEKTE DEĞİL “SÖZDE” NORMALLEŞME

İktidarın normalleşme konusundaki politikasını değerlendiren Sol Parti Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyesi Alper Taş, normalleşmeye bakışın seçim sonuçlarına göre şekillendiğini vurguladı:  “Normalleşme tartışmaları yerel seçim sürecinin bir sonucudur. Yerel seçimlerde büyük bir yara alan iktidar bloku normalleşme tartışmalarına can simidi gibi sarıldı. Yaralarını sarma, zaman kazanma, yönünü belirleme ve aynı zamanda muhalefeti yumuşatma konusunda bir fırsat olarak gördü. Normalleşme tartışmalarının içinde anayasal bir hak olan 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması yine yasaklandı, kutlamak isteyenler gözaltına alındı, tutuklandı. Erdoğan seferberlik yetkisini aldı. Yetki ajanı yasası gündeme alındı. Türkiye Yüzyılı Maarif Müfredatı adıyla eğitimde dinselleşme süreci hızlandırıldı. Kobani davasında cezalar yağdırıldı. İşçiye, emekçiye, emekliye ve üreticiye kemer sıkma politikalarına tam gaz devam edildi. Son olarak Hakkari Belediyesi’ne kayyum atanmasıyla ‘üslupta normalleşme’ ve sözde normalleşmenin sonuna gelindi. Normal olmayan, bu faşizan uygulamalardır ve bu uygulamaların temel yürütücüsü olan AKP-MHP iktidar bloku ve onun dayandığı başkanlık sistemidir.”

Söz konusu Başkanlık sisteminin normalleşme önünde engel olduğunu belirten Taş, “Normalleşmeden anlamamız gereken, her şeyden önce demokratikleşmedir. Mevcut iktidar blokunun ve onun dayandığı başkanlık rejiminin demokrasi ile hiçbir bağı yoktur. Normalleşme, ifade ettiğimiz gibi her şeyden önce demokratik bir Türkiye’dir. Bu, ancak bir mücadele sürecinin ürünü olarak hayat bulabilir ve bunu sağlayacak olan, toplumsal muhalefetin örgütlü mücadelesidir.” dedi ve görüşlerini şu sözlerle noktaladı:

“Toplum iş istiyor, aş istiyor, ekmek derdinde, ayın sonunu nasıl getiririm derdinde, çocukları için nitelikli ve parasız eğitim, sağlığa erişim derdinde… Tepede, özde değil sözde normalleşme tartışmaları toplumun can yakıcı sorunlarına değmiyor, gündemini ilgilendirmiyor…”

“BU ÜLKEDE ‘NORMALLEŞME’ KONUSUNDAKİ SORULARIN HİÇBİRİ ‘NORMAL’ DEĞİL” 

Normalleşme tartışmaları beraberinde ister istemez “Normal olmayan nedir?” sorusunu da getiriyor. Bu soruyu yönelttiğimiz Gazeteci Ayşenur Aslan, sorunun kendisinin normal olmadığını söyledi ve şöyle açıkladı:  “Normal olmayan, bu sorunun sorulması. Özgürlük, insan ve hayvan hakları gibi temel hakların olduğu ya da en azından bir vasatta olmasına çalışıldığı, hukukun çiğnenmediği ülkelerde böyle bir soru abestir. Türkiye’de saydığım ve sayamadığım herhangi bir alanda ‘normal olmayan’ ile karşılaşabilirsiniz.”

Peki Normalleşme kısa vadede mümkün olabilir mi? Ayşenur Arslan’a göre Normalleşme için çok ama çok ciddi bir zamana ve çabaya ihtiyacımız var. Zira “karşıtı” ile dokunmadık kurum ve değer bırakmadılar!” 

Arslan, toplumun bu konudaki algısının da değişken olacağını, beklentilerin her kesime göre farklılaşacağını vurguladı: 

“Toplumun her kesimi, hatta her bireyi buna farklı yaklaşacak, kendi beklentisini dile getirecektir. Her toplumsal ya da sınıfsal kesimde farklı yanıtlar verilecektir. Ancak bütün o yanıtların ortalamasını/ vasatını bulabilmek mümkün olsa sanırım karşımıza şöyle bir başlık çıkacaktır: ‘Normalleşme gelişmiş bir ülkedeki normal insanlar gibi yaşayabilmektir.’ Yani barınma korkusu yaşamayacağı, çocukların iyi bir eğitim imkânına sahip olabileceği ve eğitimle iş kaygısı yaşamadan geleceğini inşa edebileceği… İnsanların dini, etnik kimliği ve düşüncesi yüzünden eziyet görmeyeceği… Ve nihayetinde dünyadaki pek çok yaşıtı gibi emekliliğinde (nihayet) hayatın tadını çıkartıp belki tatile gideceği bir yaşam… Bu kadar sıradan istekler bile lüks hâline gelmişse… Başa dönüyorum: Bu ülkede “normalleşme” konusundaki soruların hiçbiri “normal” değil!”

“ASIL GEREKSİNİM NORMALLEŞME DEĞİL DEMOKRATİKLEŞME”

Parti başkanlarının görüşmelerinin normalleşme ya da yumuşama kavramlarıyla ilişkisini bağdaştırmanın zor olduğunu ‘normalleşme’den anlamamız gereken noktanın toplumsal, sosyal ve siyasal yaşamda kurulması gerektiğini belirten gazeteci ve medya ombudsmanı Faruk Bildirici görüşlerini şöyle açıkladı:

“Aslına bakarsanız, normalleşme ya da yumuşama denen kavramlar bana bir şey ifade etmiyor. Henüz ne anlama geldiğini, iki genel başkanın neden buna gerek duyduklarını anlamış değilim. Kaldı ki, neden pozisyonlarını değiştirdiklerini açıklamadıkları gibi, şeffaf yürütülen bir süreç de yok ortada. Hele sonuçları ve varılmak istenen hedefin ne olduğu da bizlere, bu ülkenin insanlarına anlatılmış değil.  Şu anda yapılan, gördüğüm kadarıyla partilerin bayramlaşma ziyaretlerinden öte gitmeyen ziyaretleşmeler…

Doğrusu benim beklediğim ve ülkemizin gereksinimi olan ise yumuşama, normalleşme değil demokratikleşme. Ağır aksak giden demokrasiyi iyiden iyiye bozan, otoriter rejime dönüştüren Erdoğan ve iktidarının o yoldan ricalarla döneceğine inanmak için gerçekten saf olmak gerekir. Umarım yanılırım…”

“NORMALLEŞME, 31 MART YENİLGİSİNİN FİİLİ REDDİNE İLİŞKİN”

Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni  Hakkı Özdal, “normalleşme”nin seçim sonrası AKP için bir tür parola gibi değerlendirilebileceğini  belirtti:

“Normalleşme ya da bazı başka kullanımlarıyla ‘yumuşama’, Türkiye’de siyasetin 31 Mart seçimlerinden sonra ortaya çıkan özgül bir dönemine ve bu dönemin ihtiyaçlarına denk düşen, çoklu anlam taşıyan bir parola gibi. Bu adlandırmalar, Erdoğan ve iktidarı için, 31 Mart yenilgisinin fiili reddine ilişkin bir anlam taşıyor. Tüm “rıza” iddiasını sandıktan devşiren, ama işte nisan 2024 itibariyle ikinci parti hâline gelen AKP-Erdoğan’ın, hâlen siyaset üzerinde hegemonik bir etkiye sahip olduğunu gösterebilmesinin yolu, böyle bir ‘müzakere’nin oyun kurucusu ve inisiyatif sahibi olarak davranmasından geçiyordu. 31 Mart sonuçlarını istisnai ve geçici görme ve başta kendi politik kadroları olmak üzere başkalarının da böyle görmesini sağlamaya dönük bir ön alma hamlesi. AKP iktidarının tümüne teşmil olan ama özellikle MHP ittifakıyla geçilen son 7-8 yılda başat hâle gelen “CHP ile karşıtlık” temelinde kurulu politik söylemin, böyle bir manevrayla “yumuşama” iklimi lehine terk edilmesi (ya da öyleymiş gibi yapılması) hâlen geniş bir hareket alanına sahip belirleyici politik aktör olma iddiasını güçlendiriyor. MHP’nin buna ilişkin öznel itiraz ve rahatsızlıkları ayrı bir değerlendirmenin konusu.”

Normalleşmenin Mehmet Şimşek programıyla ilişkili olduğunu da vurgulayan Özdal “İkinci ve daha önemli olarak ise Türkiye kapitalizminin gelip dayandığı noktada egemen sınıflar için bir tür ‘zorunluluk’ hâline gelen “Şimşek programı”nın bir milli mutabakat meselesi olarak konmasıyla ilgilidir bu normalleşme mefhumu. Şimşek programının ortaya çıkaracağı toplumsal huzursuzluk ve itirazların soğurulması yönünde bir pazarlık niteliğindedir. CHP’nin 1 Mayıs konusunda, gerek öncesinde gerekse 1 Mayıs günü takındığı tutum, konunun bu yanının daha berrak görünmesini sağladı. AKP-Erdoğan, kendisi de 2001’de benzer bir kemer sıkma programından sonra iktidar olmuş bir parti-lider olarak yol açtığı yıkım ve bunu onarmak için uygulanan programın müstakbel sonuçlarını biliyor. Genel planda sermaye sınıfını ve onun çıkarlarını gözeten bir programın siyaseten AKP-Erdoğan’ı yıkmak yerine daha geniş bir mutabakatla sahiplenmesini hedefliyor bu yüzden. CHP’nin bu konudaki tutumu ise ayrı bir değerlendirmeyi gerektiriyor.” dedi.

“NORMALLEŞMEDEN HER PARTİ FARKLI BİR ŞEY ANLIYOR”

Aslında “normalleşme” tartışmalarının Erdoğan-Özel görüşmelerinden sonra başlaması ister istemez konunun bu zeminde tartışılmasına neden oldu. Siyaset bilimci Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, bu tartışmalar üzerinden “normal olmayan”ın özellikle ötekileştirme siyasetiyle başladığını vurguladı:

AKP iktidarının uzun bir dönemi boyunca süren ciddi bir polarizasyon, ciddi bir ötekileştirme var. Normal olmayan şey bu.” diyen Kaynar, şöyle devam etti: “CHP, AKP ile görüşmüyordu. ‘Orası saray, oraya gitmem!’ söylemi vardı. Erdoğan, CHP liderine ‘Bay Kemal’ diyordu.  ‘Bunlardan adam olmaz!’ ya da ‘Koyunu versen güdemez!’ gibi söylemleri vardı. Yani, partiler arasında medeni ilişkiler bile doğru düzgün yürütülemeyecek düzeye gelmişti ve ciddi bir ötekileştirme söz konusuydu. 31 Mart seçimlerinin ardından ise bu durumun değişme imkânını gördük. CHP, AKP’yi ziyarete gitti. Ardından AKP, CHP’yi ziyaret gidecek. En azından birbirlerine ‘Bay Kemal’ gibi ‘Recep Efendi’ gibi hakaret etmiyorlar. Görece daha medeni bir ilişki yürütmeye gayret ediyorlar. Türkiye’de şu an için normalleşme dediğimizde biraz da bunu anlıyoruz.”

Mete Kaan Kaynar, toplumun beklediği normalleşmeninse kısa vadede gerçekleşmesi için “Her bir partinin, siyasal sistemin temel aktörlerinin normalleşmeden ne bekledikleri ya da neyi kastettikleri önemli.” dedi ve şöyle açıkladı: “Tek bir tane kavram var önümüzde: ‘normalleşme’. Ama her parti, her parti derken temel olarak AKP ve CHP’yi ve biraz da MHP’yi kastediyorum, normalleşmeden aynı şeyi anlamıyor.

CHP için normalleşme, 2028’e doğru giderken oluşturduğu, üzerinde ince ince düşünülmüş politik stratejilerinin iki ayağından birini oluşturuyor. Diğerini ise yerel yönetimler oluşturuyor. CHP 2028’e kadar yerel yönetimlerde bir başarı elde ederek bunu o tarihlerde yapılacak genel seçimler için bir sıçrama tahtası olarak kullanmak istiyor. Yani, belediyelerde daha iyi hizmet vererek bir şekilde bunu 2028’e doğru taşımaya çalışmakta.”

Mete Kaan Kaynar’a göre AKP’nin yumuşama kavramıyla ‘oyun teorisi’ni anımsatıyor: “AKP için ise yumuşama, stratejik bir hamle olmaktan ziyade daha çok oyun teorisini, pragmatik bir hamleyi anlatıyor. Bu pragmatik hamlede biraz daha ‘Bekle gör.’ politikası geçerli. Aslında bakarsanız tüm partiler için geçerli bu, sadece AKP için geçerli değil. Oyun teorisini  temelde ‘diğer oyuncuların yapacakları hamlelere göre o oyuncunun kendi hamlesini ayarlaması’ şeklinde düşünürsek aslında bu bütün partiler için geçerli. Ama yumuşama konusunda AKP’de  bir pragmatizm olduğunu söyleyebiliriz. Yumuşama, AKP için stratejik bir hamle olmaktan ziyade pragmatik bir hamle. Umduğunu alamadığını düşündüğü anda sayın Erdoğan’ın hemen bu politikadan vazgeçebileceği gibi bir izlenim var bende. Yani AKP stratejik olarak yumuşamaya oynamaktan ziyade ondan ne geliyor ne gelmiyor onun hesabında.”

Tabii bir de İktidar ortağı MHP var. Normalleşme sürecinin MHP’nin işine gelmediğini aktaran Kaynar “MHP için ise yumuşama bir tehdit arz ediyor. Görebildiğim kadarıyla MHP, yumuşamayı AKP’nin kendinden kurtulmasının bir planı, bir parçası olarak görmeye çalışıyor. Zaten MHP’nin gündeminde yumuşama veya benzeri bir gündem yok. MHP’nin ‘Biz neden yumuşayacağız, bizde hata yok ve olmamız gereken doğru yerdeyiz.’ gibi bir bakışı var. Tam da polarizasyona hizmet eden bir söylem bu.” dedi.

Profesör Kaynar, bu siyasal tartışmaları “oyun teorisi” üzerinden açıklamayı sürdürdü: “Yine oyun teorisinin kavramlarıyla konuşacak olursak, ki siyaset biliminin önemli kavramlarından birisidir, bir ‘Nash Dengesi’ kurulur mu, yumuşama başarılı olur mu, olamaz mı buna bakabiliriz. Bu denge, diğer oyuncuların pozisyonunu değiştirmediği, yeni bir hamle yapmadığı sürece yani A, B ve C hamlelerini değiştirmediği sürece her birinin o an için daha fazla kazanabileceği imkânın olmadığı bir sürece işaret ediyor. Bu denge, en iyi sonuçları üretmek zorunda değil.

Bu anlamda, yumuşama devam eder mi? Eder. İşte en fazla bu kadar eder. AKP, CHP ve MHP pozisyonlarını değiştirmediği sürece neden olmasın, Türkiye’de bu yumuşama devam eder. Belki, derinleşebilir, farklı enstrümanlar devreye girebilir. Bu sürecin devam etmemesi bir tehdit algılama süreciyle olur ki MHP’nin bunu bir tehdit olarak algıladığını düşünüyorum, bu durum yumuşama sürecini sekteye uğrayabilir.”

KUTUPLAŞTIRICI SİYASETİN ETKİSİ

Toplumun normalleşmeyi nasıl algıladığına ilişkin sorumuzu ise Mete Kaan Kaynar, kutuplaştırma kavramından yola çıkarak açıkladı: “Önce bir miktar polarizasyon meselesi üzerinde duralım. Bu polarizasyon, popülizmle birlikte inşa ediliyor. Popülizm biz ve öteki ayrımına, mesela halk ve elit ayrımına dayanır. Bu somut bir ayrım değildir. Biraz da kurana bağlı bir ayrımdır. Popülistin dilinde inşa edilir bu ayrım. Popülist, bu ayrım ile ‘iyi olan’ bizler ve ‘kötü olan’ ötekiler arasında popülist bir dil inşa eder; polarizasyona yol açar. Türkiye’de siyaset uzun yıllardır bunun üzerinde ilerliyor. Mesela son yaşanan olaya bakalım, biz sokak hayvanları ile ilgili bir kanun tasarısı tartışıyoruz ve ‘Mama lobisi’, ‘İt severler’, ‘İt taparlar’ gibi söylemler kullanılıyor. İşte burada popülizmin, ötekileştirmenin dili devreye giriyor.

En ufak toplumsal sorunda bile bu polarizasyon popülizm dili üzerinden inşa ediliyor. Popülizm çok geçer akçe bir siyasal duruş. Toplumu senin açından güzel inşa eder popülizm. Yani, elindeki bir sorun üzerinde fazla düşünüp uzun uzadıya politikalar üretmene gerek kalmaz.”

Kaynar’a göre siyasi partiler bu yumuşamanın toplumda karşılığı olsun diye uğraşmıyor. “Topluma seslendikleri dilde ciddi bir ayrımcılık ve ötekileştirme devam ediyor. Dikkat edelim Özel’in Bahçeli’nin TBMM’deki odasına gittiği gün, Bahçeli grup toplantısında zehir zemberek bir konuşma yaptı.  CHP’yi yerden yere vurdu.” diyen Kaynar şöyle devam etti: “Sonuç olarak, kanımca, MHP için ortada bir yumuşama yok:  CHP randevu istedi, MHP randevuyu verdi. Bahçeli’ye mesir macunu ve tespih hediye edildi. Özel de tabağını aldı gitti. Akabinde Bahçeli, grup toplantısında, aynı sert ötekileştirici, popülist dili kullandı. Çünkü orada kitleye mesaj veriyor. Malum grup toplantıları Türkiye’de liderlerin sadece gruplarına değil kitlelerine de seslendikleri önemli toplantılardır. Bakıyoruz orada hiç de uzlaşmacı bir dil kullanma niyeti yok.

Şu anda böyle bir yumuşamanın izlerini göremiyoruz. Ama CHP bu noktada biraz daha ayrı duruyor. Kılıçdaroğlu döneminden beri devam eden bir ‘helalleşme’ söylemi var. CHP, elden geldiğince farklı toplumsal kesimlerle iç içe geçmeye diğer partilerden daha fazla dikkat ediyor. Özgür Özel’in de buna dikkat ettiğini görebiliyoruz. Bunu ‘Türkiye İttifakı’ söylemi altında yapıyor. ‘Milli takım gol attığında sevinenlerdir Türkiye İttifakı.’” diyor, burada çok geniş bir ‘biz’ tanımı var. Geçen günlerde Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kongresinde Özgür Özel’in yaptığı konuşmaya bakalım. ‘Burası sadece sol Kemalistlerin yeri değildir.’ diyor Özel, ‘Aynı zamanda muhafazakâr demokratların, liberal demokratların yeridir.’ diye ekliyor. Yani AKP ve MHP’ye nazaran daha kapsayıcı bir dil kullanmaya gayret gösteriyor. Ne kadar karşılık buluyor toplumda, bilemeyiz. Sonuç olarak, AKP ve MHP ama asıl olarak MHP’de herhangi bir yumuşama izine rastladığımızı söylemekte zorlanıyorum.”

ERDOĞAN, ‘YUMUŞAMA’YI OYUN TEORİSİ KURALLARI İLE OYNUYOR

Son olarak ekonomist Nesrin Nas  bahsi geçen süreç Özel’in Normalleşme, Erdoğan’ın Yumuşama söylemleri üzerinden tanımlanıyorsa iki tarafın da beklentilerinin sürece damga vuracağına inandığını belirtti ve şöyle açıkladı:

“Türkiye bugün anayasal bir devlet değildir. Anayasalı bir devlettir ve adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dedikleri literatürde bir karşılığı olmayan bir sistemle yönetilmektedir. parlamenter rejim, tek kişinin tüm yetkileri elinde topladığı, yetkilerini artırma gücünün de kendisinde olduğu ama sıfır sorumluluk taşıdığı çoğunlukçu bir otoriter rejime dönüşmüştür. Bu çerçevede Özgür Özel, normalleşmeyi kuvvetler ayrılığının olduğu anayasal bir devlete dönmek olarak ortaya koymuştur. Bu; çoğulcu, eşit yurttaşlık vaadi olan ve hukukun üstünlüğüne sahip bir devlet anlayışı demektir. Anayasa değişikliği talepleri karşısında, ‘anayasaya uymayan bir anlayışla anayasa tartışmayız’ diyerek sınırlarını çizmiştir. Benim de bugünün Türkiye’sini konuşurken normalleşmeden anladığım budur. 

Kaldı ki, kuvvetler ayrılığının olmadığı bir yerde anayasa olmaz ve kuvvetler ayrılığının olmadığı bir devlet anayasal devlet değildir.”

Bu noktadan yola çıkarak ‘normalleşme’nin kuvvetler ayrılığıyla ilişkili olması gerektiğini belirten Nas, “Normalleşme derken Özel’in kastettiği ve benim de beklentim, önce kuvvetler ayrılığının olduğu bir anayasa, çoğulcu ve eşit yurttaşlık temelli bir devlet etme anlayışı, yargıç bağımsızlığı, şeffaf ve hesap veren bir yönetimin varlığıdır.” dedi ve Erdoğan’ın yumuşama sürecini şöyle açıkladı:

“Erdoğan’ın yumuşama sürecine bakışı ise pragmatiktir. Bir yandan 28 Şubat generallerine af getiren, ama Gezi’de bir adım geri çekilmeyen, Kobani Davası’nda ağır cezaları makul bulan, 1 Mayıs’ta coplar yağdıran ve üçüncü kez kayyum siyasetine dönmekte bir beis görmeyen bir yumuşama. Bugüne kadar kendisine hep kazandıran pragmatizmine uygun bir yumuşama. Ona yarar sağladığı sürece yumuşayacağı, yararlı olmadığını düşündüğü anda da vazgeçeceği bir politika. Erdoğan yumuşamayı oyun teorisi kuralları ile oynuyor; asla stratejik bir yumuşama düşüncesi yok. Zaten ‘Yeni hükümet sistemiyle siyasi belirsizlik ortadan kalktı. Yönetimde güven ve istikrar tesis edildi…Yeni  anayasa meselesi de gelecek vizyonumuzun bir parçasıdır. Türkiye’yi darbe anayasasından kurtarmak bizim için milli bir görevdir.’ diyerek bu sürece pragmatik yaklaştığını göstermiştir. Bu süreci şimdilik sürdürüyor. Çünkü yeni bir oyun kurması için zamana ihtiyacı var. Ayrıca ekonomideki olumsuz tablonun yanı sıra, son seçimlerde toplumda mevcut otoriter yönetimin alt edilebileceği umudunun yeşermesiyle derinleşen meşruiyet krizini aşmak ve  çöken yenilmezlik efsanesini onarma ihtiyacı var. 

Muhtemelen 2028’e krizin nedeninin kendisi olduğunu unutturarak krizi çözen adam olarak gitmek ve yapabilirse tekrar seçileceği bir Anayasa değişikliğini yapabilme ya da CHP’yi bir erken seçimden kaçıyor korkusuyla köşeye sıkıştırıp, TBMM’de kendine en uygun tarihte bir erken seçim kararı aldırabilme planları ile bu sürecin galibi olacağı hesaplarını yapıyor olabilir.

Nas bu politik ortamda normalleşmenin genel gidişatı nasıl etkileyebileceğine dair değerlendirmelerde de bulundu:

“Kutuplaşma artık Erdoğan’a kaybettiriyor. Hem seçmen havuzunu daraltıyor hem de yeni kadrolara ulaşamıyor. Ayrıca en büyük kutup artık AKP karşıtları kutbu. Özel ise yerel seçimleri ezici bir sonuçla kazanan bir partinin genel başkanı olarak hizmet üretmek zorunda. 

Unutmayalım ki 14 Mayıs’ta muhalefetin yaşadığı yenilginin nedenlerinden biri, ‘Bunlar ülkeyi yönetemez’ algısıydı. Diyalog içinde, inisiyatif alarak spesifik sorunlara iktidarla birlikte çözüm bulmaya çalışan CHP, seçmene, ‘Yönetebiliriz’ mesajı vermek istiyor ama hukukun üstünlüğü ve demokratik değerlerden taviz vermeden ve siyasete alan açarak bunu yapmaya çalışıyor.

Araştırmalar toplumun Erdoğan yorgunu olduğunu ve sorunlarının çözümü için normalleşen bir siyaset ve siyasi dil istediğini gösteriyor. Erdoğan gibi siyaseti algılar üzerine bina eden ve devletin tüm gücünü elinde toplamış bir siyasi rakibe karşı Özgür Özel’in işi kolay değil. 

Kapsamlı siyasi program ortaya koyarak, halkı siyasetin öznesi kılan ve kısa vadede sonuç almak yerine sorunların çözümüne odaklanan bir siyaset etme anlayışını ortaya koyabilirse, toplumla güven ilişkisi kurabilir ve Erdoğan’ın kısa vadeli, pragmatik yaklaşımını boşa düşürebilir. Bu nedenle rejime şiddetle muhalefet etmeyi sürdürmek zorunda. Aksi halde rejimin muhalefetine dönüşür. Bu da Erdoğan’ın ana oyun planıdır.

Normal herkese göre değişmekle birlikte siyasette normal dediğinizde benim anladığım sorunları çözmek için müzakere edebileceğiniz, fikirlerinizi çekinmeden dile getirebileceğiniz, hak ve hukukun korunduğu  bir ortamın olmasıdır. Bu öngörülebilirlikle, öngörülebilirlik ise hukukla mümkündür. 

Politik dilini gerginlikle, paranoyayla, ötekileştirmeyle, hakaret ve küfürle besleyen, politikalarının ana hatlarını bunlar üzerine inşa eden hiçbir siyasi yapı normal olamaz. Böyle bir yapı öngörülmezlik ve belirsizlik üretir. Belirsizlik de şiddeti çağırır. Yoksulluk ve adalet yoksunluğu siyasi normali dışlayan yaklaşımın doğal sonucudur.

Dünyaya gelince; dünyada yeni normalin çerçevesi henüz oturmadı. Hızlı teknolojik değişim, dünyada da gelir bölüşümünün hem ülkeler arasında hem ülkelerin kendi içlerinde aşırı bozulması, bölgesel savaşlar ve küresel ısınma nedeniyle artan göçler dünyada da ciddi siyasi gerginliklere neden oluyor. Radikal sağın ve aşırılıkların yükselmesi, bildiğimiz demokrasilerin altını oyuyor. Öyle görünüyor ki, uzunca bir süre dünyada da normali bulmak kolay olmayacak. Gramsci’nin dediği gibi “Eski öldü yeni henüz doğmadı.” 

“İdare Edin” Genelgesi, Tasarrufun Mini Tarihçesi

Gençlerin Demokrasi Algısı: Beklentimiz ve Anladığımız

 

“Gücümüz, Ezilenlerin İttifakını Kurma Becerimizde Yatmaktadır”