Dünya genelinde iktidarlar günden güne otoriterleşiyor, göçmen karşıtlığı, kadın ve LGBTİ+ düşmanlığı gibi eğilimler güçleniyor. Bir süredir toplumsal, politik, ekonomik ve daha pek çok açıdan tartışılan bu duruma dair yine muhtelif tespitler öne sürülüyor ve çözüm önerileri dile getiriliyor.
Yaşadığımız coğrafyaların kadim sorunlarından otoriterleşen rejimlerin yapıp etmelerine kadar pek çok problemin psikolojik düzlemdeki etkilerinin de kaçınılmaz olarak gündeme gelmesi gerekiyor. Ancak, psikoloji alanında çalışan uygulayıcılardan bilim insanlarına değin geniş bir çevre genellikle politik bağları olan bu tarz durumları ele almaktan, onları değerlendirmekten ve çözüm önerilerini dile getirmekten kaçınıyor.
Ana akım psikoloji olarak nitelendirebileceğimiz egemen psikoloji üretim mekanizması, zaman zaman mevcut sorunlardan kaçmaya ek olarak o sorunları bireysel bir zemine hapsederek insanları suçluyor, çözümsüzlük üretiyor ve üstelik bunu “bilinçli” olarak yapıyor. Bir başka deyişle, neoliberal düzenin yapıp etmelerine ortak oluyor.
Dünyada ana akım psikoloji üretimine muhalif, eleştirel psikoloji yaklaşımı da bu bağlamda ön plana çıkıyor. Mevcut sorunların yalnızca bireysel düzleme hapsedilmemesi gerektiğinden hareket eden eleştirel psikoloji yaklaşımı, psikolojik olanın politik olanla ilişki kurması gerektiğini, üstelik bunun eleştirel perspektifle yapılması gerektiğini vurguluyor.
Yaklaşımın dünyada önde gelen temsilcilerinden Ian Parker ile otoriterleşen iktidarları, artan nefret söylemlerini, ana akım psikolojik yaklaşıma karşı nasıl bir mücadele hattı örülmesi gerektiğini ve içinde bulunduğumuz bu zor dönemde psikolojik sağlığımızı nasıl korumamız gerektiğini konuştuk.
“NEOLİBERAL DÖNÜŞÜM, BİREYLERİ DERİNDEN ETKİLİYOR”
Dünyada iktidarların otoriterleştiğini, sağ eğilimlerin güçlendiğini gözlemliyoruz. Nasıl değerlendirmeliyiz?
Mevcut neoliberal koşulların, her biri belirsizlik ve kaygıya neden olan üç bileşeni vardır. Bu bileşenlerden ilki, insanları psikolojik destek de dahil olmak üzere desteğe ihtiyaç duyduklarında çaresiz bırakan, devletin sosyal yardım işlevinin ortadan kaldırılmasıdır. İkinci bileşen ise, bireysel sorumluluğa yapılan ideolojik vurgudur, bu nedenle insanlar kendilerine veya sevdiklerine bakamadıklarında kendilerini suçlu hissederler. Üçüncüsü ise kolluk güçlerinin yetkilerinin artması dolayısıyla insanların korku duymasıdır. Yani, siyasetteki neoliberal dönüşümün bireyler ve ilişkiler üzerinde derin etkileri olduğu söylenebilir.
Bununla birlikte göçmen karşıtlığı, kadın düşmanlığı ve LGBTİ+’lara nefret söylemleri ön plana çıkıyor. Bireysel ve toplumsal etkileri neler olabilir?
Bahsettiğim kaygı ve belirsizlik, sağcı gruplar tarafından toplumun olağan uyumlu işleyişini bir şekilde bozduğu düşünülen tanımlanabilir düşmanlara karşı yönlendirilmektedir. Elbette bu, bir gerçeklik düzeyinde değil, bir fantezi düzeyinde tehdit olarak görülmektedir ve toplum hiçbir zaman sağcıların gösterdiği nostaljik biçimde “uyumlu” olmamıştır. Ancak, insanlar yalnızca “düşmanın” (yabancılar, feministler veya diğer gruplar olabilir) hedef alınması durumunda toplumsal ve bireysel sorunların çözülebileceğine inanmakta; o zaman düzene ve “uyuma” dönüş olacağını düşünmektedirler.
Sağ eğilimlerin hızlı bir biçimde yükseldiğini ve dalga dalga yayıldığını gözlemliyoruz. Bireyleri hızlıca sağ eğilimlere iten şey(ler) ne olabilir?
Solun, ki sol bu tarz sağcı fikirlere kapılmamayı bilmelidir, bazı kesimlerinde bir miktar korku ve başarısızlık hissiyatı var. Örneğin, solda uyumlu toplumsal düzenin birisi ya da bir şey tarafından bozulduğu yönündeki sağcı fantezinin bir kopyası olan, benim “Stalinist gerçekçilik” diye adlandırabileceğim bir eğilim var. Bu “Stalinist gerçekçi” yaklaşım, sorunları çözmek için homojen bir “işçi sınıfı”na bakmakta ve ardından feminizmi veya trans mücadelelerini “sapmalara” neden olarak görme eğilimindedir.
“ANA AKIM PSİKOLOJİ, SORUNUN BİR PARÇASIDIR”
Ana akım psikoloji üretimi tüm bu meseleleri mekanik bir biçimde ele alıyor. Dünyadaki durumu eleştirel psikolojik açıdan nasıl değerlendirmeliyiz? Ana akım psikolojiye karşı nasıl bir mücadele hattı örülmelidir?
Ana akım psikoloji sorunun bir parçasıdır ve ana akım psikolojinin büyük bir kısmı neoliberalizme çok iyi uymaktadır. Psikologlar, sıklıkla devletin verdiği sosyal yardım hizmetleri çerçevesinde çalışmak yerine özel muayenehanelerinde çalıştılar ve bu nedenle de bireyci neoliberal zihniyete kapılmış durumdalar. Aslında, “psikolojikleştirme”, yani sanki sorunlar sadece bireysel olarak çözülebilirmiş gibi toplumsal sorunların bireysel düzeye indirgenmesi neoliberalizmin yüzlerinden biridir. Bu durum, toplumsal/sosyal konulara dair psikolojik indirgemeci yaklaşımın sınırlarını ve sorunlarını gösteren “anti-psikologlar” olarak hareket etmemiz gerektiğini göstermektedir.
Baskılara karşı direnen, otoriterleşmeyi reddeden ve daha iyi bir dünya için çabalayan aktivistler için zor bir dönem olduğunu söyleyebiliriz. Psikolojik sağlığımız bu süreçte nasıl etkileniyor? Neler yapmalıyız?
Gücümüz, kolektif tartışma, harekete geçme ve ezilenlerin ittifakını kurma becerimizde yatmaktadır. İşçi sınıfı, tamamen aynı inanç ve çıkarlara sahip homojen bir grubun “Stalinist gerçekçi” fantezisinin aksine, çeşitlilik gösteren bir toplumsal süreçtir. İster fabrikada ister ofiste ister evde olsun, çoğumuz “çalışıyoruz” ve işçi sınıfı kimliğimiz birçok farklı kimlik türünden oluşuyor. Psikolojik sağlığımız izolasyondan ve demoralizasyondan en kötü şekilde etkileniyor ve bu nedenle birbirimize önem vereceğimiz; neoliberal kapitalizme (ve hetero-ataerkiye) karşı birlikte direniş inşa edebileceğimiz alanlar yaratmamız gerekiyor.