Geçenlerde Twitter’da görmüş olabileceğiniz bir tartışma aslında çok temel birkaç konuyu tekrar konuşmamız gerektiğini hatırlattı bana. Baştan söyleyeyim bu yazı boyunca tartışmanın içeriğine ilişkin değil daha ziyade tartışma sürecine ve sonrasında Twitter’da gelen tepkilere yönelik birtakım olguları ele almak ve tartışma kültürümüzün durumunu ele almak istiyorum. Yani tartışmanın içeriğine ilişkin bir şeyler okumak isteyenler için doğru yazı bu değil.
NELER OLDU?
Fikren nerede olduğundan emin olmadığım Asrın Tok ile içerik üreticisi olan Diamond Tema adını kullanan kişi, Yer6 (https://www.youtube.com/@Yer6film ) isimli bir YouTube kanalında bir moderatör eşliğinde tartışıyorlar. Konu ise şeriat. Videonun içerisinde ise Asrın Tok şeriatın neden gelmesi gerektiğini savunurken karşısında yer alan Diamond Tema bu durumun ülkemizde neden gerçekleşmeyeceğine değiniyor. Tartışmanın bir noktasında ise konu Hz. Peygamber’in Hz. Aişe ile yapmış olduğu evliliğe geliyor. Bu konuda Diamond elindeki referanslar üzerinden evlilik sırasında Hz. Aişe’nin yaşının 6 olduğunu dile getiriyor. Tartışmanın bu kısmı ise bir kesit olarak sosyal medya üzerinden yaygınlaşıyor ve Diamond’a tehditler yönelmeye başlıyor. Sonrasında ise Diamond hakkında yakalama kararı çıkarılıyor.
TARTIŞMA KÜLTÜRÜMÜZ (!) VE BİZE GETİRDİKLERİ
Benim ele almak istediğim konu ise tam olarak burada başlıyor. Türkiye’de nitelikli bir tartışma yürütenlerin sayısı oldukça az ancak bunun nedeni nitelikli bir tartışma yürütmek için yeterli donanıma sahip insanların olmaması değil. Aksine bu konuda fena sayılmayacak kadar okur-yazar insanımız olduğunu düşünüyorum. Asıl konu eşit bir kamusal zemin inşa edememekten ortaya çıkıyor.
Türkiye’de tartışma zeminlerinde artık olağan gelmeye başlayan bir asimetri var. Tartıştığınız konu eğer hükümet uygulamaları, toplumsal değerler ya da dini değerler ise taraflar arasında toplumsal genel kanıya yakın olan ve bu yönde anlatı yapanların lehine olacak şekilde bir dengesizlik tartışmanın başlangıcından itibaren var oluyor. Ne bu asimetri? Daha da açmak gerekirse, güç unsurlarının onayını alacak ve sırtını sistemsel sorunlarımızın yaratmış olduğu avantajlara yaslayanların kendilerini ifade ederken bir sorun yaşamayacak olmasına karşın karşısındaki insanların sözlerinin anında bir soruşturma ya da kovuşturmaya dönebilecek olması… Bu aslında güçlünün yaratmış olduğu bir sistemsel sopa. Bu sopa, tartışmanın doğal olarak bir taraf için mayınlı bir araziye dönmesine neden olurken diğeri için kendi fikrini söylemek yerine karşı tarafı bu mayınlı arazide hata yapmaya zorlama şeklinde kendini gösteriyor. Tartışmanın doğal akışını da önemli ölçüde bozan bir hâle geliyor.
Fikirlerin ve onların ifade ettiklerinin konuşulması yerine güçlünün yanında konumlananın kendini tribünlere “onaylatması” ve karşı tarafın söylediklerinin aslında ne kadar “tehlikeli” içerikler olduğunu kanıtlaması odaklı bir tartışma ortaya çıkıyor. Bu da fikirlerin içinin tartışılmasını engellerken bir tarafın baskı kurmasına diğer tarafın ise aslında tartışılan konuda “yanlış” tarafta olmadığını kanıtlamaya çalışmasına dönüşüyor. Hak verirsiniz ki bu bir tartışma değil daha çok dengesiz bir dövüşe benziyor. İşte bu tartışma kültürü, aslında bir günde inşa edilmedi. Bu kültürün nasıl inşa edildiğini ele almak gerek.
YANLI MEDYA VE ALTERNATİFİN GENELE ERİŞME SORUNU
Bu asimetrik tartışma ortamlarının doğmasına neden olan ana unsur, tartışma zemini olarak oldukça kıymetli olan kamusal zeminlerin yok olmasıdır. Kamusal zemin aslında her fikrin kendini gösterebileceği ve argümanları ile kendine zemin açabilmesi adına şart koşulan bir durum. Bu durumu da en temelde tarafsız medya üzerinden oluşturmak mümkün. Ancak Türkiye’de medyanın el değiştirme sürecinin sonunda olduğumuz bugünlerde ana akımın bunu yapmaktan uzak olduğunu söylemek gerekiyor. Alternatiflerin internet bazlı faaliyetlerini genele yaymaktaki en temel kısıtı ise oluşan yankı odaları ve kaliteli internet hizmetinin ülkemizde henüz tam anlamıyla demokratikleşmemiş olmasıdır. Hâl böyle olunca o da gerçek bir “alternatif” olmaktan ziyade daha dar bir kesime sıkışmış durumda. Bu kamusal zemin yokluğu meselesini ilerleyen günlerde daha da sert bir şekilde hissedeceğiz. Zira artık bu kamusal alanın ne demek olduğunu hayatında hiç görmemiş kitlelerin daha da arttığı bir döneme giriyoruz. O nedenle birinin fikrini ifade etmesinin ne kadar doğal olduğunu da anlatmamız gereken yeni bir devrin içindeyiz.
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ YENİDEN SAVUNMAK
Eğer çevrenizde ifade özgürlüğünün tartışılmaz bir hak olduğu konusunda insanlar hemfikirse siz geneli yansıtan bir çevrede değilsiniz demektir. Ülkede fikir ifade etme alanları daraldıkça insanların günlük hayatlarında görmedikleri “farklı” fikirleri duyma imkânları azalıyor ve bu durum onların “normalini” değiştiriyor. Farklı fikirleri duymadığınız bir ortamda yetiştikten sonra farklı fikirlerle özellikle yukarıda saydığım toplumsal değerler, dini meseleler ve hükümet politikaları gibi insanlar için “tartışılmaz” görünen konularda yeni bir fikir duymak hele de karşıt bir görüş duymak oldukça sarsıcı bir hâl alıyor. Ben hâlen bu durumun toplumdaki insanlar için karşı tarafı “yok etmek” üzerine bir kurguya neden olmasının desteklendiğini düşünmüyorum. Ama bu genel kanının önünde güç aygıtlarını kontrol eden hükümetin daha sert olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Özellikle bu sertlikle müdahale anlarında toplumsal tepkiler gelmedikçe bu durum daha da olağan hâle gelmeye başlayacak ve genelin sert olmaya gerek olmadığı düşüncesi de süreç içerisinde değişime uğrayacaktır. O nedenle ifade özgürlüğünü yeni koşullar çevresinde sıfırdan savunmak gerek ve tartışmayı olabilecek en temel düzeyde ele alarak ona yönelik kampanyalar yürütmek gerek.
SÖZÜN ÖZÜ
Bu olay bize ilerleyen günler için oldukça değerli izlenimler veriyor. Bu izlenimler doğrultusunda da siyaset üretme tarzında bir güncellemeye gidilmesi ve temel değerlerin yeniden net, direkt ve herkese ulaşır şekilde ortaya konması gerekiyor. Diamond’a açılan soruşturma ve özgürlüğüne vurulmak istenen kete karşı durarak başlayacak olan bu savunuyu fikrin beğenilme durumundan bağımsız olarak her fikir için tüm bileşenler olarak ortaya koymalıyız. Burada siyaset kurumu ve sivil toplum ise günlük zararların getirdiği endişe ile hareketsiz kalma reaksiyonu vermemelidir. Siyaset ve sivil toplum temel hakları anlatmak ve bunları savunmakla sorumlu en temel kurumlar olarak harekete geçmeli. Umarım buna dair birtakım adımların atıldığını görebiliriz. Yoksa seçim döneminden seçim dönemine temel hakları seçim konuşmalarına eklemekle ilerlenmeyeceği oldukça açık.
Yeniden Refah Partisi İzmir İl Başkanı: Devletin Dini Adalettir