Yazıldığı Gibi Okunmayan Kelime: Yurt Dışı

‘Yurt dışı’nın yazılışı dahi hâlâ tartışmalı. Ayrı yazıldığından daha çok birleşik yazıldığını görüyorum. Bense ayrı yazanlardanım, yurdunun dışında olmak sürgündür, ayrılıktır çünkü. Yurt dediğim yerin sadece siyasi haritada aynı sınır içinde olmakla ilgili olmadığını söylemeliyim. Bazen aynı şehrin içinde dahi yurtsuz kalabilirsiniz, evinizi taşımak zorunda kaldığınızda yeni bir yola alışmak, alışveriş yapacağınız yeni marketin kasiyerleri ile tanışmak, dükkanların çalışanlarıyla, kaldırımdaki kırık taşlarla, yoldaki su birikintisiyle yeniden haşır neşir olmak yaşlandıkça daha da zorlaşıyor. İlişkilerinizi de evinizin eşyaları gibi bir günde taşıyamıyorsunuz. Yurt, ilişkidir yani biraz da ve hatta daha çok. 

Sık taşınmak zorunda kalanlar iyi bilir her evin kendi sesi vardır ve ancak yeni seslere alıştığınızda güven içinde uyur, nihayet günler sonra belki dinlenmiş olursunuz. Taşındığınız halde kolilerinizi uzun süre açamamanız sadece zamansızlıktan değil gitmek zorunda kalmayı örtük olarak kabullenememekten de kaynaklanabilir. Böylece hâlâ yeni yurdunuza konmamış, eskisini terk etmemiş hissedebilirsiniz. Kedimizi sahiplendiğimiz andan itibaren birkaç gün boyunca bizden uzak durup evin içinde olmadık yerlere saklanması da daha anlaşılır oluyor bu açıdan. Biz ne kadar iyi olduğumuzu düşünsek de kedinin bundan haberi yoktur henüz. Güvenebileceğini anlaması ise elbette zaman alıyor ve ben onun güvenini yıkacak herhangi bir şeyi yapmaktan yıllar sonra bile özenle kaçınıyorum. Bazen o bana bakarken gözlerimi kapatıyorum ki ilişkimiz güvenli ve huzurlu olsun. Sana güveniyorum dediğim ada biliyor ve kısa bir süre  sonra onun da gözünü kapadığını görüyorum: Ben de sana güveniyorum… 

Yurt içi ve yurt dışı birbirine karışırken aslında güven ilişkilerini kaybettiğiniz yerdir yurt dışı yahut güven duyduğunuz, onu inşa ettiğiniz yerin adıdır. Yazım farklılığı aklı da meseleye bakışı da etkiliyor mu acaba, neyse. Doğduğun yeri yurt olarak düşünürsek tam ortasında olduğumuz göçmenlik çağında terk ettiğin, ettirildiğin yer yurt dışı mı olur bir anda? Bir göçmenin doğduğu yer yurdu değilse terk etmek zorunda kaldığı yer nasıl yurdu olabilir? Gözünü açtığın yer olan yurdunda başarısız olduğunda yurt dışında başarmayı aramak haktır ama kaç kişi yurt dışına çıktığı hâlde hayal ettiği etkiye sahip olmuştur? Yoksa yurdun toprak değil de soyun mudur? Soy ile mekân (yurt) bir olsa dahi aynı soydan farklı fikirlere ve mekânlara sahip olmak nasıl izah edilecek? Bir ulusa vadedilmiş topraklar anlayışı bugün Filistin’de ölüm olarak yağıyor insanların üstüne. İnsan yoldaşını soydan olan değil de yoldan olanla seçer bana kalırsa. Hem soydan hem yoldan da olabilir tabii ama biri diğerini koşullamaz… Yolun kendisi bir soy yaratır. İşte o yüzden olmalı kimi göçmenlerin birbirini sahiplenmesi. Akdeniz’in sularında batan teknede çoluk çocuk göçmenler ölürken hiç tanımadığın, hiç bilmediğin ulustan hiç yüzünü görmediğin bir insanı canhıraş kurtarmaya çalışmanın temel motivasyonu bu olmalı sanırım. Yolun kendisi bir duygu ve soy yaratıyor. Ama benim dert ettiğim bir sorun da kendi yurdunda başarısızken yurt dışında başarılı olsan da bu yine de kendi yurdunda başarılı olmuş gibi hissettirir mi? Kategorik ve ideolojik olarak reddetseniz de doğduğunuz yerdeki mikro ya da makro otoriteye kendini kabul ettirmek ve dahi onu aşmak daha büyük mesele sanırım.

Oğlumla konuşurken birdenbire ağzımdan çıkıverdi. Ki her ebeveynin bildiği, bir aşamada yaşadığı diyalog hâliyle bizde de gerçekleşti. Ben de kendi ebeveynlerimle yaşamıştım bittabii. Oğlum, “Beni bu dünyaya getirirken bana sormadınız!” sitemini ederken haklıydı. “Fakat biz çağırdık sen de geldin” deyiverdim… Bilinçsizce geldiğimiz yer olsa da gelmiştik işte hayata ve o ülkenin içine. Bu açıdan hayatımız yurdumuzdur. İçine doğduğun yeri bilme ve onu değiştirme çabası da bir var oluş mücadelesine dönüşüyor hâliyle. Bilinçsizce geldiğin yer ilk aşamada size bilinç veren ama sonrasında ise kendi bilincinizi inşa ettiğiniz, tercih ettiğiniz yer de oluyor. Reddettiklerinle ve kabul ettiklerinle, taktik ve stratejilerinle… Elbette kutsal değil sadece doğduğun yerde başarılı olmak. Hatta doğmadığın yerlerde daha başarılı da olunabilir. Neydi, hah hatırladım ‘ Doğduğun köyde çoban olamazsın!’’ Olduğun yer seni baskılarken, saymazken olmadığın ve olmayı hayal ettiğin yerde gerçekten de başarılı olma ihtimalin olabilir. Hoş, zaten bu ihtimalin kendisi de bir pazarlama stratejisi olabiliyor aynı zamanda ‘gelişmiş’ addedilen ülkeler için. Ama mesela Afganistan’da Taliban’dan kaçarken uçakların tekerleklerinin üstüne binen insanların çaresizliği ise ağır bir gerçek bir yandan da. Onların, yıkılan rejimin bürokratı, memuru değil sade halk olduğunu anlamak için orada olup gözlerimizle görmemize gerek yok. 

Burada bir parantez açıp kapatacağım. Öyle sanıyorum ki bir göçmen Batı’ya gittiğinde önceden yaşadığı yerden daha başka kurallar, yaşam olacağı fikrine net bir şekilde sahip. Yani sistemin ne kadar güçlü olduğunu ( Batı’ya hiç gitmemiş olan ben dahi) biliyor ve gönüllü olarak ona uyum sağlıyor ve dahi ona doğru gitmek için ölümü de göze alıyor. Gidilen yerlerdeki yaşamı kendi olduğumuz yerlerde yaratmak istediğimiz andaysa yine bizatihi o ülkelerin geldiğiniz yer olan kendi ülkenizdeki otoriter kurumlara, iktidarlara nasıl destek verdiğini de görüyoruz. Böylece işler karışıyor gibi görünse de sadeleşiyor. Gitmek istediğimiz yer bizi geride bırakan yer aynı zamanda. İleride ve ileri olmak ancak o mekâna, o akla girebilmekle mümkün ve bu da bir ayrıcalık hâline geliyor. Batı’ya garson olarak gitmeyi kabul eden mesela bir mühendisin kendi ülkesinde mühendis olarak ortalama üstü bir maaşla dahi çalışmayı istememesi tam olarak böyle oluşturuluyor olmalı. Kendi ülkende mühendis olsan da ilerleyemezsin ama Batı’ya gidersen garson olsan da bir aşamada muhakkak ilerlersin…

‘’Sen kendi ülkende beğenmeyip alay ettiğin en vasat Hollywood gişe filmindeki eleştiri sahnesini bile kendi ülkende çekemezsin!’’ 

Fakat göçmenin göçmene nefretini de konuşmalıyız. Bu da sistemin sahibi hissetmek ve hatta ‘sahibi olmakla’ alakalı olmalı. Avustralya İngiltere’den sürgün edilen mahkumların ceza kıtası olarak sürgün yeriyken bugün en huzurlu yerlerden biri olarak biliniyor. Öyledir de … Ama ve fakat yeni göçmenlerin üstelik geldikleri, bin bir sebeple gitmek zorunda bırakıldıkları ülkelerinde mahkum olanlar olmadığı hâlde birden çok adada, mahkum gibi yıllarca bekletilmeleri de ayrı mesele…

Yaşadığım site içinde, ki site devlet demektir, yurttaşlar genelde kurallara uyarken dışına çıktığı anda o kuralları terk etmesi bu sefer işleyişin nasıl tersine döndüğünü de gösteriyor. Aynı kişi İstanbul’un içinde var olmanın koşulu olarak daha agresif ve daha kural tanımaz olmayı içgüdüsel olarak biliyor olmalı. Oysa site de İstanbul ve hatta Türkiye’nin içinde. Yani İstanbul’un içinde bir yerlerde pekala ‘Batı’daki gibi olabiliyor en azından bazı şeyler. Siteden çıktığı andan itibaren kuralları terk etmek yerine tersi de olabilirdi. Sitelerde yaşayanlar kendi içlerindeki inceliği kendi dışlarında olan sitede yani şehirde de  pekala gösterebilirdi. Yani göçmenler kendi ülkelerinde özledikleri gibi yaşanabileceğini geldikleri, terk ettikleri ülkelerde de pekala başarabilir. Batı’nın havasından suyundan değil ki tüm bunlar.

Öyle ya da böyle gittikleri, yolunda öldükleri Batı nasıl Batı olmuştu? Engizisyon Mahkemesinin ibret olsun diye deri yüzme cezası verdiği insanları ilk okuduğum anda bir şey hissetmemiştim ama neden sonra insanın derisinin nasıl yüzüldüğünü öğrendiğimde uzun süre bir şey okuyamamıştım. Hâlâ daha sarsıcıdır benim için ve kurşuna dizilme, asılma, giyotin için ‘’ Bunlar daha acısızmış, daha insaniymiş’’ diye düşünmek durumunda kalmıştım. Bir insanın derisinin nasıl yüzüleceğini öğrenmek için kaç insanın derisini nasıl yöntemlerle yüzmeye çalışmışlardır…

Ama Engizisyon’un o ibret meydanları nasıl oldu da kaybettikleri, tükendikleri, terk edildikleri meydanlar oldu…

Afganistan’dan kalkan bir uçağın tekerinin üstüne binenler yeter ki bir umut olsun ölmeye doğru da gidebilirim demiş oldular. Nihayet insan doğum ve ölümüyle de göçmen. Kim doğduğu köyde ölebilir ki artık? Olağan dışı olan göçmenlik değil göçmemek. İster ekonomik ister savaş, ister eğitim veya politik sebeplerle olsa da göçmemek garip… Bedeni göçenin ruhu da göçer mi? O yolun kendisi de size akıl fikir vermez mi? Ve hatta o yola düşmeden de yolun hayali fikrinizi değiştirmez mi?

Bitlisli William Saroyan neden sürgün oldukları ABD’de her gün ‘ bugün ölen var mı’ diye evleri dolaşan büyüklerini anlatır. Şimdilerde göçmek için gidilen ABD’den o niye geçmişte Bitlis’e dönmeye çalışır?

Bize propaganda olarak yapılan ve aslında gayet basit yapılabilecek şeyler, saygı bile özgürlük bile sadece dışarıda olabiliyor diye kanıksatılıyor.  Oysa baskı, bir özgüvensizliği de başka türlü yönetemediğinizi ifade eder. Söz, tartışma nasıl olup da Orta Doğu’dan uçup gitti ve elimizde sadece zulüm kaldı üzerine daha çok konuşmalıyız. 

Dinler tarihi açısından konuşsanız da duyacağınız şudur: Peygamberler itiraz edeceği toplumun içine doğdu ve hatta orada yetişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın emek verip yetiştirdiğimiz çoluk çocuğumuz için giderlerse gitsinler demesi bu açıdan Batı’nın isteğine, propagandasına uyumlu görünüyor. 

Kendiniz güçlü görüp uzaklaştırdığınız insanların göç yollarında ölümlerinden sorumlu olmadan başarılarından da sorumlu olamazsınız. 80 darbesinin sürgüne gönderdiği yüz binlerce insan gittikleri yerlerde tavrını ve duruşunu yurt bilip kimileri başarılı olduğunda vatandaşlıktan çıkardığınızı da yaşattığınız kederi de hatırlamalı ve yine dini referansla konuşulursa Tanrı’nın yarattığı dünyanın topraklarını kendinizin sanıp o topraklardan hoşlanmadığınız insanları kovduğunuzda bir gün kaçınılmaz ölüm her  insana olduğu gibi kapımıza gelip toprağın altına girdiğimizde insanın toprağın değil, toprağın insanın sahibi olduğunu hatırlarız.

Cumhur İttifakı dağılıyor muymuş dağılmıyor muymuş!

‘’Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar

Ve dağılmış pazar yerlerine memleket

Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile’’ (*)

____________________________

(*) Mendilimde Kan Sesleri, Edip Cansever

 

Eski olmadan yeni de olmaz…

Yaşadım, Biliyorum…