Kurmaca Dünyanın Köpekleri

Son zamanlarda hararetli tartışmalara neden olan önemli bir gündem konusu var biliyorsunuz, sokak köpekleri ve onların akıbeti. Gerçekten, çözümü pek kolay olmayan ve çok boyutlu düşünülmesi gereken bir mesele. Hem insanların hem de köpeklerin yaşam haklarının dikkate alınması, akılcı, sağduyulu ve bilimsel çözümlerin üretilmesi gerekiyor bu konuda. 

Ben bir edebiyatçı olarak çocukluğumdan bu yana çevremde yer alan kedilerle köpekleri ve okuduğum kitaplardaki köpek kahramanları anımsıyor, onların hayatımda ve belleğimde bıraktığı izlerin ardına düşüyorum şu an. 

Çocuk dünyasında yaşam bir bütündür, çocuklar yaşamı saf, temiz, katışıksız, yorumsuz ve önyargısız olarak algılar ve ona göre davranırlar. Çocukken bir kedi ya da köpeği içtenlikle sevmemiş, onunla arkadaşlık kurmamış çok az insan vardır kanımca. Çocukluğumda evimizin bahçesindeki kedilerle ve küçük bir yavru köpekle öyle güzel yaşantılarım ve sevgi dolu oyunlarım olmuştu ki aradan yıllar geçmesine rağmen hiçbirini unutamıyorum. O küçük canları beslemek, onların tüylerini okşamak hatta onlarla konuşmak harikaydı benim için.

Çocukluk günlerimize eşlik eden çocuk kitapları da bu konuda belleğimizde derin izler bırakabiliyor. İlkokuldayken yaz tatilinde okumam için bana alınan kitaplar arasında Yuvaya Dönüş’ü ve onun sevimli köpek kahramanı Lassie’yi unutamıyorum. Resimlerle dolu o büyüleyici kitapta, hayvan ve doğa sevgisini derinden hissetmiştim çocuk ruhumda. O günlerde Ömer Seyfettin’in And adlı öyküsünü de okuyunca başka düşünceler ve duygular kaplamıştı benliğimi. Çocukluk anılarından hareketle yazdığı o öyküde Ömer Seyfettin, ilkokuldayken Mıstık adlı bir çocukla kan kardeşi oluşlarını, iri yarı Mıstık’ın onu korumasını ve her türlü zor durumdan kurtarmasını anlatır. Ancak bir gün küçük Ömer, kocaman bir köpek tarafından kovalanınca Mıstık hemen yetişir, köpekle boğuşup kan kardeşini yine kurtarır. Ne yazık ki köpek kuduzdur ve küçük Ömer çok sevdiği Mıstık’ı sonsuza dek kaybedecektir. Öykünün hazin sonu, içimi sızlatmıştı; bakımsız köpeklerin hastalanabileceğini ve insana ölümcül derecede zararlar verebileceğini anlamıştım böylece.  

JACK LONDON’UN ROMANLARINDAKİ ACIMASIZ DOĞA KOŞULLARINDA KALAN KÖPEKLER

Aradan yıllar geçtikçe hem yaşadığım hayatta hem de okuduğum kitaplarda yine pek çok hayvan dostum oldu. Ortaokul yıllarımda Jack London’ın kitaplarına merak sarmıştım; yazarın en önemli yapıtları olan Martin Eden ve Demir Ökçe’yi henüz okumamıştım ama, Beyaz Diş ve Vahşetin Çağrısı adlı romanlarındaki köpeklerin başından geçenleri ilgiyle ve merakla okuyordum o zamanlar. Jack London’ın evrimsel bir yaklaşımla işlediği bu romanlarda asıl karakterler köpeklerdir. Beyaz Diş, köpek karakterin adıdır ve roman, onun bakış açısından anlatılır. Vahşi kurt-köpek kırması olan Beyaz Diş’in, ABD’de 1890’lardaki “altına hücum” döneminde Yukon bölgesi ve Kuzeybatı topraklarındaki evcilleşme yolculuğu işlenir. Yazarın öteki yapıtı Vahşetin Çağrısı, doğal ortamından kaçırılarak evcilleştirilen Buck adlı köpeğin, daha sonra yaşamak zorunda kaldığı acımasız ve sert doğa koşullarında hayatta kalma mücadelesini ve yaşamak için yeniden vahşi atalarının doğasına dönmesini, yani evcilleşmiş bir köpeğin vahşileşerek “kurtlaşması” serüvenini dile getirir. Beyaz Diş ve Vahşetin Çağrısı’nın aynı zamanda birbirlerine tematik birer ayna oldukları belirtilir. Her iki romanda hayvanların şiddet dolu dünyası anlatılırken insanların dünyasının da ne denli şiddetle dolu olduğu gösterilir. Jack London, çok tartışılan bu iki kitabına dair şunları ifade eder: “Anlatılarımda defalarca ve birçok kez, köpek kahramanlarımdan bahsederken şöyle yazdım: ‘O bunları düşünmedi; sadece yaptı,’ vs. Ve bunu, anlatımımın tıkanmasına ve sanatsal prensiplerime aykırı olmasına rağmen defalarca tekrarladım; bunu, ortalama insan anlayışına, bu köpek kahramanlarımın soyut muhakeme ile değil, içgüdü, his, duygu ve basit muhakeme ile yönlendirildiğini yerleştirmek için yaptım. Ayrıca, hikâyelerimi evrimin gerçekleriyle uyumlu hâle getirmeye çalıştım; onları bilimsel araştırmaların belirlediği çizgiye uygun hâle getirdim.” 

Bu konuyu araştırırken Jack London’ın İyi Köpekler Kötü Köpekler ve Kuzey Toprakları adlı başka bir yapıtının olduğunu keşfettim. Kitabın arka kapak yazısında şunlar belirtilmiş: “Çocukluğu çiftliklerde geçen Jack London neredeyse köpeklerle büyümüş, çiftlikten ayrıldıktan sonra bağı zayıflasa da onlara olan ilgisini asla yitirmemişti. Yazarlık yaşamı boyunca çeşitli vesilelerle onlara ilişkin gözlemlerini zenginleştirdi ve öykülerine yansıttı. Elinizdeki kitapta yazarın farklı yıllarda yazdığı üç köpek öyküsü bir araya getiriliyor. Kahverengi Kurt (1906), Ah O Benekli (1907) ve Batard (1902) öyküleri insana yalnızca sadakatiyle değil, cesareti, dirayeti, zorbalığı, kibri, hıncıyla eşlik eden üç ayrı köpeği işleyerek insanın hayvanlarla kader ve duygu ortaklığını çarpıcı biçimde sergiliyor.” Bu kitabı, gecikmeyle de olsa okuyacağım. 

KUTSAL METİNLER VE EFSANELERDE KÖPEKLER

Çok eskilere, kutsal metinlere bir yolculuğa çıkarsak karşımıza Ashab- Kehf ya da Yedi Uyurlar ve köpekleri Kıtmir çıkar. Rivayete göre Roma imparatoru Decius zamanında yedi Hıristiyan genç, devrin egemen putperest inançları nedeniyle öldürülmekten korkarlar ve Efes yakınlarındaki bir mağaraya sığınırlar. Onları bulamayan Romalı askerler mağaranın ağzını taşlarla kapatırlar. Gençler mağaradayken üzerlerine ağırlık çöker ve orada yüzyıllarca sürecek mucizevî bir uykuya dalarlar. Yedi Uyurlar’ın üzeri kapatıldıktan yaklaşık 230 yıl sonra mağaranın yer aldığı toprağın sahibi, işçileriyle birlikte mağaranın girişini açar ve Yedi Uyurlar ve köpekleri ile karşılaşır. Kıtmir, Eshab-ı Kehf’in köpeğinin adıdır. Cennet’e gideceğine inanılan hayvanlardan biridir. Kur’an’da Kehf Suresi 18. ayette şöyle geçer: “Sen onları uyanık sanırsın, oysa onlar (derin bir uykuda) uyuşmuşlardır. Biz onları sağ yana ve sol yana çeviriyorduk. Köpekleri de iki kolunu uzatmış yatıyordu. Onları görmüş olsaydın, geri dönüp onlardan kaçardın, onlardan içini korku kaplardı.” Hikâyeye değinen en eski Hıristiyan metinlerinden biri olan Theodosius’un 530 yılı civarında yazdığı De situ Terrae Sanctae adlı eserde de şu cümlelere rastlanır: “Asya eyaletinin Efes şehrinde yedi uyuyan (erkek) kardeş vardı ve köpek Viricanus ayaklarının dibindeydi.” 

Irvin Cemil Schick adlı araştırmacının K24’teki yazısına  göre; “İslâm dünyasının, Taberî’den tutun da Mevlânâ Celâleddîn’e kadar birçok âlim ve edib tarafından üstünde durulan, halk arasında da her zaman sevgi ve saygıyla yad edilen en kutlu köpeği, hiç şüphesiz, adları gümüş muskalıklarla divitlerin, akik yüzüklerle mühürlerin üzerine hâk edilen, kumaşlara işlenen, kâğıt üstüne yahut cam altına yazılan, şiirlere ve menkıbelere konu edilen Ashâb-ı Kehf’in vazgeçilmez yoldaşı Kıtmîr’dir ki, imanın ve sadakatin kişileşmiş hâlidir denilse yeridir.”

Eski Mısırlılarda siyah çakal ya da çakal kafalı adam şeklinde betimlenen Anubis köpeği önemlidir. İnançlara göre Anubis, insanların cenaze törenlerinde önemli görevler alır. Yunan mitolojisinde yer altı tanrısı Hades’in kapısında bekleyen ve adı Kerberos olan üç başlı korkunç bir köpek vardır. Ayrıca Yunan mitolojisinde köpekler bekçi tanrıça Hekate’nin sembolü olarak görülür. Eski Türklerin on iki hayvanlı takvimlerinde, köpek, on birinci ayın simgesidir. İnanışa göre, hekim ve büyücü olan şamanlar, Barak adlı köpeğe binerek gökyüzüne yükselirler. Şamanların boyunlarında köpek heykelleri taşımaları, gelenek olarak yerleşmiştir. Kırgız ve Altay efsanelerinde ise insanların köpekten türediğinden söz edilir.

İlkçağ Yunan filozofu Diogenes’in, köpekler ve “köpeksilik” konusunda ilginç fikirleri vardır. İskender, Diogenes ile karşılaştığında “Ben Makedonya kralı Büyük İskender” diye kendini tanıtır. Diogenes ise kendinden “Ben de köpek Diogenes” diye söz eder. Çünkü Diogenes, Atina’da Sokrates’in öğrencisi Kinik (Kynik) Okulu kurucusu Antisthenes ile tanışınca hayatı bütünüyle değişmiştir. Kinik yani “köpeksi” sözcüğü o günün görüş açısından aşağılama amacı taşımayan simgesel bir kelimedir. Bu düşünceye göre, bir köpeğin hiçbir şeyi yoktur, ülkesi de malı mülkü de yoktur. Kinik Okulu kurucuları köpekler gibi hiçbir eşyaya sahip olmadan sokaklarda yaşıyorlardı. Diogenes de kendini felsefi anlamda “köpek Diogenes” olarak tanımlıyor, İskender’den hiçbir şey istemiyor ve ona “gölge etme başka ihsan istemem” diyordu. Bir rivayete göre, kendisine niçin “köpek” dendiği sorulunca Diogenes şöyle cevap vermişti: “Çünkü ben hakikati kötü, yalancı insanların yüzüne vururum ve kendileri hakkında gerçeği söylerim, iyi insanlara kuyruk sallarım, kötülerin suratına hırlarım.”

Bilindiği üzere, Homeros’un destan kahramanları arasında Argos adında bir köpek de vardır. Çok ince ve duyarlı bir köpek olan Argos, yirmi yıl boyunca sahibi Odysseus’un geri dönmesini bekler. Çok uzun süre sahibini görememiş olmasına rağmen, döndüğü zaman Odysseus’u hemen tanır ve onu inanılmaz bir sevinç ve sadakat halesiyle kuşatır.

BATI KÜLTÜRÜ VE EDEBİYATINDA KÖPEKLER

Bir köpeğin sahibine sadakati ve sevgisi o kadar güçlüdür ki bütün ömrü cephelerde geçmiş Napolyon’u bile duygulandırabilir. Napolyon, İtalya’daki muharebe sonrası alanda ölüler arasında dolaşırken bir cesedin başında inleyen, bağıran ve ölünün yüzünü yalayan bir köpek görür. Napolyon, anılarında, bu gözlemine dair şunları dile getirir: “Savaş alanlarımdan hiçbirinde hiçbir şey beni böylesine etkilememiştir. Ordunun kaderini çizecek savaş emirlerini soğukkanlılıkla vermiştim; aramızdan birçoğunun ölümüne yol açan harekâtları kuru gözlerle izledim; ama burada duygulandığımı hissettim, bir köpeğin bağırışları ve acısı beni sarsmıştı.” Çünkü o köpeğin feryatları sadelik, bağlılık ve içtenlikle doluydu.

Baskervillerin Köpeği, Sir Arthur Conan Doyle’un 1902’de yayımlanan romanıdır. Bu yapıtta Sherlock Holmes’un maceralarından biri anlatılır. Sherlock Holmes ve Dr. Watson, Dartmoor’da Baskerville ailesinin başına yıllarca musallat olduğu söylenen canavar bir köpekle mücadele ederler. Baskervillerin Köpeği, şimdiye kadar yazılmış en büyük suç romanlarından biri kabul edilmektedir.

Thomas Mann’ın Efendi ile Köpeği de köpek konusunu işleyen bir yapıttır. 1919 tarihli bu otobiyografik metinde Mann ailesiyle birlikte yaşayan av köpeği melezi Bauschan ve sahibi arasındaki ilişkiler anlatılır. Bu hikâyede, köpeğin, insanın yaşam alanının çok içinde olmasına rağmen doğası gereği ona biraz uzak kalışı dile getirilir. Modernist edebiyata özgü alegorilerin de yer aldığı Efendi ile Köpeği, kent ile kırsal kesim arasında sıkışan bireyin dünyasına özgün bir bakış açısı getirir.

Franz Kafka, Bir Köpeğin Araştırmaları adlı eserinde, olayları deneyler ve araştırmalar yapan bir köpeğin gözünden anlatır. Kitapta insanın insana, doğaya ve topluma yabancılaşması dile getirilir. Roman Gary’nin Beyaz Köpek adlı yapıtı, siyahlara saldırmak üzere eğitilen “ırkçı köpek” Batka’yı iyileştirme çabalarını, vahşete, nefrete ve adaletsizliğe karşı mücadeleyi dile getirir.

Araştırmalarıma göre, Madauruslu Apuleius’in Altın Eşek, Miguel de Cervantes’in Köpeklerin Sohbeti, Guy de Maupassant’ın Matmazel Fifi, E. T. A. Hoffmann’ın Kedi Murr’un Dünya Görüşü gibi yapıtlarının ana fikri, insan ve evcil hayvanın birlikteliği ve bu bağlamda insan ile doğa arasında yitirilmiş olan uyum ve dengeye yeniden kavuşmanın olabilirliğidir. Bu yapıtların bazılarında hayvanın başından geçen olaylar bir anlatıcı tarafından hikâye edilirken, bazılarında hayvanların olay anlatıcısı olmaları ve başlarına gelenleri kendi bakış açılarına göre ifade etmeleri, yani masalsı ya da alegorik bir yaklaşım söz konusudur. Yüzyıllar önce oluşturulan ve “fabl” türünün öncüsü kabul edilen Kelîle ve Dimne’deki hayvan hikâyeleri de mecazi anlamda insan ve toplumun aksayan yönlerini dile getirir. 

Rus yazar Çehov, 1887 tarihli Kaştanka öyküsünde kaybolan bir köpeği konu edinir ve köpeğin bakış açısına göre insanların karakter özelliklerini sergiler. Kaştanka, sokaklarda yaşar; kaybettiği sahibi Aleksandroviç’i bulma çabasındadır. Turgenyev’in Mumu adlı öyküsü, insana sadık bir köpeğin öykü kişisi olduğu yapıtlara dair oldukça hüzünlü bir örnektir.

On dokuzuncu yüzyılın büyük realist romancısı Charles Dickens, Oliver Twist adlı yapıtında, olumsuz karakter Bill Sikes’ın köpeği olarak Bull’s Eye adlı, İngiliz bull terrier cinsi bir köpeğe yer verir.

Yirminci yüzyıl başında, Batılı modernist edebiyatın öncüsü Virginia Woolf, Flush adlı yapıtında empati gücünü doruğa çıkararak insanın yarattığı uygarlığı ve yaşadığı aşkları bir köpeğin gözünden göstermeyi başardı. Mina Urgan, İngiliz Edebiyatı Tarihi adlı kapsamlı çalışmasında Flush hakkında şunları yazar: “Virginia Woolf’un Flush’ı bu konuda son derece sevimli bir kitaptır. Elizabeth Barrett Browning’in çok sevdiği İtalya’ya kaçarken beraberinde götürdüğü köpeğin yaşamöyküsünü anlatan Flush’da bu aşk öyküsünü bir de o köpeğin açısından görürüz.”

Milan Kundera’nın Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği adlı romanındaki Karenin’in Gülümsemesi adlı bölüm, sevilen bir köpeğin insanın yaşamındaki yeri ve değerine dair hüzünlü ayrıntılarla doludur. Kanser olan Karenin adlı köpekleri, Tomas ile Tereza’ya veda etmek üzeredir. Karenin’in durumu iyice ağırlaşınca, Tomas acılarını sona erdirmek için onu uyutarak ölüm aşamasına geçirecek iğneyi yapar. Tomas da Tereza da ruhlarında çok derin bir keder hissederler. 

Bulgakov, Köpek Kalbi adlı yapıtında sokak köpeği Şarik’in öyküsünü alegorik bir yaklaşımla ve hiciv diliyle anlatarak dönemin yönetimini ve toplum yapısını eleştirir.

Dino Buzzati’nin Tanrıyı Gören Köpek öyküsünde, insanın bencilliği, çıkarcılığı, açgözlülüğü; yoksulları düşünmeyip her zaman kendine yontması gibi zaafları dile getirilir. Bir gün köye gelen bir ermiş ve köpeği, her şeyi yavaş yavaş değiştirecek, insanların vicdani ve manevi duygularını geliştireceklerdir. 

YENİ TÜRK EDEBİYATINDA KÖPEKLER

Yeni Türk edebiyatındaki köpeklerin en akıllı ve en sevimli olanlarından biri Sancho’dur. Haldun Taner, Sancho’nun Sabah Yürüyüşü adlı öyküsünde bir köpeğin gözünden, insanları ve toplumsal statüleri ironik ve alegorik bir yaklaşımla eleştirir. Öyküde Sancho’nun görüş açısına uygun olarak görürüz gerçekleri. Sancho’nun, sahibinin babası eşliğinde Ankara sokaklarında yürüyüşü anlatılırken insanlar ve yanlarındaki köpekler üzerinden 1960’ların Ankara’sının sosyal yapısına ayna tutulmuş olur. Öykünün bir yerinde şu cümlelerle karşılaşırız: “Dünyanın en nankör yaratığı insanla en sadık yaratığı köpek arasındaki, dünya tarihi kadar eski bu çözülmez sıkı fıkılık, aslında köpeğin insana değil, insanın köpeğe muhtaç oluşundan geliyor. (…) Bütün mesele bu. Peki insan bu sadakate değer mi? O bambaşka bir konu.”

Daha eskilere gidersek Refik Halit Karay’ın 1940’ta yayımlanan Gurbet Hikâyeleri içinde yer alan Köpek adlı hikâyesinin dikkate değer bir yapıt olduğunu görürüz. Gurbet yaşamı, köpeği bile olumsuz etkilemiştir: “Her şeyi garipsemişti, onun için böyle yılgın, kamburu çıkık, kuyruğu bacaklarının arasında, yaşlı gözlüydü.”

Sait Faik Abasıyanık’ın 1952 tarihli Havuzbaşı adlı kitabı içinde yer alan Serseri Çocukla Köpek adlı öyküsü dikkatimizi çeker bu konuda. Sait Faik, o yalın üslubuyla şunları yazar: “Köpeği omzuna almış gidiyordu. Köpek de, sokak çocuğu da pis değildi. Kirliydiler. Köpek iki aylıktı. Çocuk on yaşındaydı. Vakit de gece yarısı. Beyoğlu sabah olmak üzere olan bir ortaçağ şehrine benziyordu.”

Sabahattin Ali, Sırça Köşk içindeki Bahtiyar Köpek öyküsünde, hayvansever anlatıcısının bakış açısından şunları ifade eder: “Bütün canlı mahlukları, hayatı, güzelliği, saadeti severim. Bahtiyar bir köpek bile benim içimi sevinçle dolduruyor.” Aziz Nesin, Hayvan Deyip Geçme adlı kitabındaki Bobicik öyküsünde insanların peşine takılan sevimli bir köpeği konu edinir.

Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken adlı öyküsünde anlatıcısının köpek korkusunu şöyle dile getirir: “Dün gece eve dönerken köpekler arkamdan havladı. Bizim mahallenin köpekleri. Bir ikisi de peşime takıldı; adımlarımı sıklaştırdım. Daha önce onların böyle bir davranışıyla karşılaşmamıştım; korktum.”

Edebiyattaki köpeklere dair pek çok örnek geliyor aklıma. Mesela, son yıllarda yayımlanan kitaplar arasında, Burak İhsan’ın Hoşt, Kemal Varol’un Haw, Emrah Polat’ın Köpek Adamlar ve Sezgin Kaymaz’ın Düz Dünyacılar adlı romanlarında köpek kahramanlar ve onların hayata bakış açısı ön plana çıkar.  

Sonuçta “edebiyatta köpekler” ya da “kurmaca dünyanın köpekleri”, uzun sürebilecek araştırmaları gerektiren kapsamlı bir konudur. Bu yazımda dünyadan ve Türk edebiyatından olabildiğince çok sayıda örnek vermeye gayret ettim. Daha kapsamlı araştırmaları ise meraklı, iz sürücü, detaycı okur ve yazarların ilgisine sunuyorum. 

 

Bu Yaz Hayvanlar Sokağa Atılacak Tatil Oyuncağı Olmasın

Uyutma Yasası, Çocuklar ve Toplumsal Bilinç