İnsanların kimlikleri vardır. Bu kimlikler insanların tanımlanmasında, başkaları tarafından tanınmasında ve aslında içgüdüsel bir şekilde sınıflandırılmasında oldukça önemli bir rol oynar. Bunların olumlu ya da olumsuz versiyonlarına bir şey demeden meseleyi kentlere yani şehirlere getirmek istiyorum. Aslında isimlendirme yaparken dahi ona nasıl bir anlam yüklediğimize dair ipuçları vermeye başlıyoruz. Şehir dediğimde aklımda canlanan ile kent dediğimde aklımda canlananlar arasında oluşan farkın bir nedeni de aslında bu kavramları oturtmuş olduğum zemin. Tam bu noktada bu olguya dair kimlikler de giydirmeye başlıyoruz farkında olmadan. Aslında farkında olmadan yaptığımız bu giydirmeler onun zihnimizde yansımalarına etki etmekte. Bu bağlam içerisinde İstanbul özelinde kent imgesini çeşitli açılardan ele almak istiyorum.
Başlarken bir çerçeve çizmek için imgenin tanımını yaparak başlamanın daha isabetli olacağını düşünerek Türk Dil Kurumu’nun (TDK) imge tanımlarına yer vermek isterim. İlk tanım “Zihinde tasarlanan ve gerçekleşmesi özlenen şey, hayal, hülya” şeklinde çıkarken ardına gelen diğer tanım “Duyu organlarının dıştan algıladığı bir nesnenin bilince yansıyan benzeri, hayal, imaj” şeklinde çıkmaktadır. Bu iki farklılaşan tanım sayesinde de tartışmak istediğim alan daha net bir şekilde ortaya çıkacaktır.
Kent imgeleri oluşurken içerisinde kendimizden kattıklarımız mı daha fazla yoksa kentten aldıklarımız mı? Bu sorunun doğrudan bir cevabını bulamasak da bu bağlamda bir tartışma yürütmenin daha anlamlı olacağını düşünüyorum. Bu tartışmaya girmeden önce açmamız gereken bir diğer nokta ise aslında kent olgusundan ne anlaşıldığı. Kenti sadece insanların içinde yaşadığı belirli bir nüfusun üzerinde bir yer olarak tanımlamak ne kadar doğru olacaktır, bunu tartışmak faydalı olabilir. Bu bağlamda en başta yapmış olduğumuz insan ve kimlik ilişkisinin bir benzerini burada da kurmak pekâlâ mümkündür. Hatta Derya Oktay tarafından “kentsel kimlik” olarak adlandırılan noktada kentin bir yer olarak kendine özgü noktaları ve farklılıkları yansıtması yani özgün olması gerekmekte diye vurgulanmaktadır (Oktay 2011). Bu tartışmanın başlangıcında zihnimizde tasarladıklarımıza etkiler neler, onları ele alıp ardından bu noktaların bakışımızı nasıl farklılaştırmada işlevsel olduğunu irdeleyerek ilerletip en nihayetinde kent imgesini nasıl yeniden kurduğumuzla tamamlayacağım.
KENTE BAKMAK VE BAKIŞIN DEĞİŞİMİ
Aslında İstanbul örneğine de oldukça sık bir şekilde riayet eden kent imgesini oluşturmamızda ve yorumlamamızda bizim bakış açımızı değiştiren noktalardan ilki kent kavramının değişimi diyebiliriz. Kente bakışın değişimi özellikle İstanbul özelinde oldukça etkilidir. Şehre ve şehrin getirdiklerine bakışta küresel kent algısı oldukça fazla etki etmeye başlamıştır. Bu bağlamda örnek vermek gerekirse kimi insanlar kaos ve trafik sorunlarına bakışta bunların şehre özel güzellikler olduğunu düşünmektedirler.
İnsanların sinirlerini zorlayan ve hayatlarına olumsuz etkileri olan şehrin kaotik halinin bazı anlatılarda “cool” İstanbul tahayyülü çerçevesinde değer kazanmış kıymete binmiş olduğu düşüncesi ortaya çıkmıştır (Özkan 2012). Peki bu insanların bakış açılarını değişmesinde küresel kent algısı nerededir? Şehrin içerisinde yaşayanları dahi bıktıkları şeye aslında İstanbul’a özgü bir şey dedirten ve onun hakkında olumlama yaptıran hatta “cool” bulunmasına neden olan şeyi nasıl tarif etmek mümkündür?
Bu bağlamda, küresel kentin küresel sermaye ile ilişkisine dikkat çekmekte fayda var. Küresel kentlerin birbirinin aynı olan otelleri, restoranları ve hizmetleri var ve bu aynılık durumunun elbette bir amacı var. Dünyanın akışkan ve durmadan aktif olarak büyümeyi hedefleyen ekonomik sistemi içerisinde durmanın zararları oldukça büyük olacağı için dinamizmi korumak gerekli. Bu dinamizmi ise aynı hizmetlere aynı şekilde ulaşılabilecek benzer olan ve ulaşım iletişim ağları gibi ağlarla birbirine bağlanmış olan kentler meydana getirerek ve bu kentlerde çalışan insanlar istihdam ederek mümkün olabilir. Başka bir deyişle dünyada gecenin bir anlamı olmaması adına finans gibi büyük sistemlerin düzenli işlerliğini korumaya devam edebilmeleri için bir yerde gece olurken aynı koşulları ve sistemi sağlayan başka bir yerde sabah olmasıyla kaldığı yerden devam edebilmesi aranan dinamizmi kapitalizme verecektir. Bu nedenle de büyük kentler arası etkileşim ve iletişim eskisine nazaran daha da artmış ve yeni bir kavram olarak küresel kentler hayatımıza girmiştir.
Bu artmış etkileşim içerisinde iş yapmak için seyahat eden insanların da gittikleri şehirlerde olabildiğince az değişimle ve doğal olarak az etkilenmeyle işlerine devam edebilmeleri gerekmektedir. Ancak bu şehrin kendine özgü diyebileceğimiz yanlarına zarar vermeye başlamakta ve bir noktada aynılaştırmaktadır. Burada da pazarlanabilir “farklar” bulmak gereği doğmuştur. Ama önemli olan “fark”ın etkisini kırmak bir nevi içini boşaltarak onu pazarlanabilir bir hâle getirmek önemlidir (Özkan 2012). Bu noktada yukarıda bahsi geçen ve insanların yaşantıları içerisinde zorluklara neden olsa da onların hayat kalitelerini düşürse bile insanlar şehrin içinde olan kaosu güzellemeye ve onun şehrin önemli bir unsuru olduğunu söylemeye başlamışlardır. Burada yapılan Özdemir Arkan’ın anlatısı içerisinde örneklendirmelerini verdiği Beyoğlu’na bakışta “kendi görmek istedikleri” gibi görme eğiliminin bir çıktısı olmaktadır. Aslında kendi yaşantıları içerisinde o trafik ve kaostan oldukça mustarip hissetseler ve belki de isyan etseler dahi sonrasında zihinlerindeki imgelemeler ile bir anlatı gerçekleştirenler bu kaosun İstanbul’un bir parçası olduğunu iddia etmektedirler.
Beyoğlu’na hovardalığa gelenlerin hayal ettikleri ya da düşündükleri gibi gerçekleşmeyen olaylar karşısında pes etmeyerek yaşamayı istediklerini anlatmaları da onların imgelemlerini canlı tutma isteklerinden gelmekteydi örneğin (Arkan 1993). Onların Beyoğlu’na bakışı da başından itibaren elbette hovardalık üzerine kurulu olmasa gerek, belki de hiç duymadıkları bu semti ilk kez hovardalıklarını anlatan “abilerinden” duymuşlardı… Belki de daha önce gitmiş ancak olaya karışmamış oldukları bir yerken başka giden arkadaşlarının hikâyelerinden etkilenmiş ve Beyoğlu’na hovardalık için gidilesi yer gözüyle bakmaya başlamışlardı. Bu bakışın değişiminde Beyoğlu özelinde bazen sinema filmleri de etkili olabilmektedir. Zengin Kayserili iş adamı tiplemesi vb. tiplemelerle eğlence mekânı olarak lanse edilen yerin insanların zihninde ilk izleniminin bu şekilde oluşmaya başlamasının etkisi kaçınılmaz olacaktır.
Aslında bakışlarımızın değişime açık olduğu ve bu değişimin de dışarıdan gelen etkilerle gerçekleştiğini görmek gerek. İmgelerin oluşumunda ve sonrasında şehirle ilgili zihni canlandırmalarda hangi anıları/hatıraları silip hangilerini ne şekilde tuttuğunu gözlemlemek kente bakışın nasıl ortaya çıktığını görmemizi daha kolay bir hâle getirmektedir.
MEKÂNI YENİDEN KURMAK
Bu noktaya kadar aslında kentin, yerin insanların bakışlarında en başından beri aynı çağrışımları meydana getirmediği bunun farklı şekillerde etkiye açık kaldığı ve etki sonucunda değişikliklerle revize edildiğinden bahsedip bunun imge tanımlaması açısından nasıl bağlantılı olduğunu ele aldık. Burada ise mekânı değiştiren bu noktalara yeni eklemelerle insanların mekânı yeniden kurma becerisinin aslında nasıl aynı şehri farklı açılardan ele alabildiğini ortaya çıkarmış olacağız.
Şehir ortada ve herkes ne isterse şehirden onu bulabiliyor. Bu anlatım tarzını Anadolu’dan İstanbul’a yeni gelmiş birçok Anadolu kökenli gencin ailesinin anlatılarında bulabilirsiniz. “İstanbul’da ne ararsan o var” şeklinde gelişen bu anlatının genellikle sonunda şehrin içinde kaybolunmaması tavsiyesi de eklenir. Bu tavsiyenin nedenlerinden biri de İstanbul’u imgelerlerken izlemiş oldukları “yoldan çıkma, kötü yola girme” temalı Türk dizileridir aslında. Onların İstanbul imgelerinde şehri yeniden kurarken tuzaklarla dolu bir şehir algısını kuvvetlendiren bu izlenceler onların şehre karşı daha korumacı yaklaşmalarına ve çekinmelerine neden olmaktadır. Burada şehrin yeniden inşa edilmesi sürecinde inançların etkisinin önemi ortaya çıkmaktadır.
Tek yeniden inşa süreci etmeni elbette inançlar değildir. Aynı zamanda mekânı, mekâna ait içerikleri yeniden inşa ederek de dizayn etmek ve insanların zihinlerinde canlananlarla oynamak mümkündür. İstanbul aslında dönemler boyu var olmuş ve çeşitli kültürlerle yoğrulmuş “katmanlı” bir şehirdir. Bu katmanlı olma hâli de ister istemez şehre çok fazla anlam yüklenecek içerik barındırmasını sağlamaktadır. Bu anlamlar kimi zaman iç içe birlikte uyum içerisinde yer alırken kimi zaman da birinin girebilmesi için diğerinin çıkması gerekmiştir. Bu kapsamda İstanbul’u ele alanların en az tercih ettiği seçeneklerden biri sanayi şehri olarak ele almaktır.
Bu şekilde ele alma az tercih edilmesine karşın İstanbul bir sanayi şehridir. Bugün bu anlamda yoğun bir şekilde sanayi ile anılmasa dahi Osmanlı döneminde sanayi hareketinin merkezi tartışmasız bir şekilde İstanbul olmuştur (Ergur 2019). Elbette sanayi kenti olarak da İstanbul birtakım şehirlinin zihninde unutulmaz imgeler oluşmasına neden olmuştur. Bu imgelerin oluşmasında temel etkenler değişiklik göstermiştir. Mesela koku bunlardan biri olagelmiştir. Şehrin muhtelif yerlerinde konumlanan üretim yerleri şehre kokular bırakmış ve bu kokular insanların zihinlerine kazınmıştır. Kimi zaman likör kokusu olan bu kokular kimi zamansa tabakhane kokusu halini almıştır (Ergur 2019). Bu kokuları bırakan yerlerin durmadan bu işlevi sürdürmediğini elbette tahmin edebiliyoruz.
Gerek küresel kent olgusunun yeni ihtiyaçları olsun gerekse şehrin içerisinde üretim tesislerinin yer almasının hijyenik açıdan getirdikleri olsun bu tesisler başka yerlere taşınmıştır. Burada bazı sorgulamalar oldukça önemli olacaktır. Mekânı yeniden inşa ederken dönüşümü nereden ve ne şekilde başlatacağız? Rantın en çok olduğu yerden ekonomik çıkar odaklı bir dönüşüm mü? Yoksa başka türlü mü? Burada sorunun cevabını veren yetkililer aslında yeni imgeleme sahasını da seçmiş oluyorlar. Bilgi Üniversitesi’nin kurulu olduğu santral kampüsünde yer alan eski jeneratör, bir sergi gibi orada durmaktayken Bomonti Bira Fabrikası bir kültürel tüketim merkezi haline gelmiş olan “Bomontiada” olarak hayatına devam etmektedir. Öncesinde insanlar üzerinde bıraktıkları etkilere yeni versiyonlarında da etkiler bırakarak eklemeler yapmakta ve belki de nesiller arasında mekâna olan bakışın kaymasında rol almaktalar.
Kentlerin algısı onlara seslenme biçimimizden onlar içerisinde hangi amaçlar yer aldığımıza ve bu amacı gerçekleştirirken maruz kaldığımız kokulara kadar geniş bir yelpazede etkilenmektedir. Bu geniş etkilenme sahası içerisinde ise oluşan imgelerin daima sabit ve net bir şekilde kalmayacağı Beyoğlu’na gelen hovardalar örneğinde olduğu gibi bazen “işimize gelen” kısımlarıyla kalacağı bazense belki de hiç kalmayacağı görülmektedir. Mekânı kimi zaman belediyeciler kimi zaman siyasiler kimi zamansa mülk sahipleri yeniden fiziki olarak kurgulayabilmektedirler. Ama içinde yaşayanlar olarak biz ya da geçmişte içinde yaşamış olan diğerleri mekânı zihinlerimizde durmadan yeniden ve yeniden kimi zaman değişimler geçirterek inşa etmekteyiz.
İstanbul’un Beyoğlu semtine entelektüeller “ah canım Beyoğlu’m, ne hâle düştü” (Arkan, 1993) şeklinde bakarken kimileri de Beyoğlu’nun aslında süreklilik içerisinde devam ettiğini ve hatta oraya gelen Arap/Ortadoğulu turistlerin de bu süreklilik kapsamında orada olduklarını dile getirecektir. Elbette insanın yaşadığı yer ile olan yoğun ilişkisini ve bu ilişki sonucunda istemli ya da istemsiz bir şekilde olsun fark etmeksizin karakterine yansıtmasından dolayı bu ilişkinin çift taraflı olarak devamlılığı kesin olan yegâne şeylerden birisidir. Bu kapsamda kent imgesinin oluşum süreçlerini gerek kente bakışımızı değiştiren ulus üstü olaylar eşliğinde ele aldık gerek mekânı kendi içimizde yeniden inşa etmemize neden olan değişimlerle ele aldık. İmgenin ilk tanım “Zihinde tasarlanan ve gerçekleşmesi özlenen şey, hayal, hülya” şeklinde daha çok meydana geldiğini de söylemek bu tartışmanın sonucunda daha mümkün olan gibi durmaktadır.
Başvurular
Özkan, Derya. 2012. «Şark Şehrinden “cool” İstanbul’a Değişen İstanbul Tahayyülleri.» Birikim 76-83.
Arkan, Özdemir. 1993. Beyoğlu kısa geçmişi, argosu. İletişim Yayınları.
Ergur, Ali. 2019. «Kokular,Anılar, İmgeler: Yitik bir Sanayi İstanbul’u Çağrışımı.» Kent Kitabı Mimariden Müziğe, Kahvecilerden Mezar Taşlarına içinde, yazan Nilgun Tutal(der.), 99-122. İstanbul: Varlık Yayınları.
Oktay, Derya. 2011. «Kent Kimliğine Bütüncül Bir Bakış.» İdealkent 8-19.
Türk Dil Kurumu. Türk Dil Kurumu Sözlükleri. Erişildi: Ocak 23, 2021. https://sozluk.gov.tr/.