Depremden bir yıl sonra, temel ihtiyaçların bile hâlâ giderilmediği Hatay’dayım. Parçası olmaktan mutlu olduğum Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği’yle (TODAP), derneğin isminde vurgulanan temel ve aynı amaçla psikolog olarak buradayım. Ağırlıklı olarak grup çalışmalarıyla, güvenli çemberler kurarak, birlikte iyileşmek için bir araya geliyoruz. Burada gördüklerimi anlatma sorumluluğuyla bu yazıyı yazmaya karar verdim. Nasıl zorluklarla bir araya geliyoruz, hangi zorluklardan ötürü bir araya gelemiyoruz…
GÜNDÜZ UYGUN DEĞİL
Mayıs itibariyle Hatay’da aşırı sıcaklar başladı… Gün içinde dışarı çıkmanın, bir yere yürümenin zorluğunun yanı sıra gündüz bir çalışma için klimalı, kapalı bir alan gerekiyor. O alanı bulmak da depremin üzerinden geçen aylara rağmen hâlâ çok zor! Çalışabileceğimiz bir alan bulsak bile grupta kadın varsa çoğu zaman “güneş varken” bir araya gelemiyoruz. Çünkü kadınlar gün devam ettiği sürece hane içinde -Hatay’da hane, iyi ihtimalle konteyner oluyor- emek üretiyor. Yemek yapıyor, çamaşır yıkıyor, sofra kuruyor, sofrayı topluyor, bulaşık yıkıyor, çocuklara bakıyor, kocasına bakıyor, yaşlılara bakıyor… Yani gün boyunca “ayakta kalmak zorunda” kalıyor. Bu yüzden ev içindeki işler biraz azaldığında -genelde akşam sekiz itibariyle- çalışma yapabiliyoruz. Oysa kadınlarla bir araya gelebildiğimiz çalışmalarda, farklı kadınlar, aynı şeyi söyledi: “Artık hep güçlü olmak istemiyorum.” Ev içi emeği kadınların sırtından alacak aşevi, çamaşırhane, kreş, bakımevi gibi devlet kurumları olmadığı sürece kadınlar gün boyu “güçlü” olmak “zorundalar”. Yani Hatay’da kadınların birçoğu acısını yaşama olanağına bile sahip değil.
AKŞAM UYGUN DEĞİL
Gün içinde bir araya gelememekle birlikte, akşam saatlerinde de toplu taşıma aracı olmadığı için çalışmanın olduğu alana ulaşmak çok zor. Sadece köylere/mahallelere biz gidebildiğimizde bir araya gelebiliyoruz. Tabii uygun bir konteyner bulabilirsek! Ayrıca grupta bir tane çocuğu olan, bakım veren varsa bile ancak çocukların uyku saatine kadar vaktimiz var. Bu da zorluklarla bir araya gelerek yaptığımız çalışmanın kısa sürmesi gerektiği anlamına geliyor.
ÇOCUKLAR UYGUN DEĞİL
Gözlemlediğim kadarıyla Hatay’daki şartlar hayal kurmayı olanaksız hâle getirmiş durumda. Zorluklarla bir araya gelebildiğimiz ve kısa sürmek zorunda olan çalışmalarda yetişkinlerin hayallerine dair çoğu zaman tek bir şey duyuyoruz: Tek hayalim çocuğumun iyi bir yere gelmesi. Halkın çoğunun tek hayalinin (ne yazık ki) öznesi olan çocuklarla da çalışmaya şartlar izin vermiyor. Hafta içi gündüz çocuklar okulda. Okul sonrası, akşam saatlerinde ulaşım sorunu var. Her biri başka bir yerde yaşadığı için gidilebilecek ortak bir yer yok. Dolayısıyla biz çocuklara ulaşamıyoruz. Çocuklara sağlıklı olabilme alanı okulda sağlanmalıyken; ülkenin genelinde olduğu gibi Hatay’da da okullarda öncelik fizyolojik sağlık, psikolojik sağlık, bilimsel yaklaşım değil. Geleceksizlikle, umutsuzlukla, sınav stresiyle boğuşan çocuk sayısının artışını ‘’uzaktan izliyoruz’.”
ONLİNE UYGUN DEĞİL
Psikolojik desteğe yüz yüze ulaşmanın zorlaştığı bu tabloda zorlukları ne yazık ki online psikolojik destekle de aşamıyoruz. Çünkü bunu yapabilmemiz için özel alan gerekiyor. Kimsenin olmadığı, sessiz, internet bağlantısı olan bir alanda ancak bir seans yapılabilir. Hatay, “şanslı’’ olanların konteynerlere yerleştiği bir kent ama konteynerin de özel alanı genellikle yok. Kentte internet bağlantısı ne yazık ki iyi durumda değil. Online psikolojik destek de bu durumda nerdeyse seçenek olmaktan çıkıyor.
Çalışmalarımızın katılımcılarından biri “Bir yıldır buradayım hâlâ dolabım yok, kıyafetlerimi hâlâ bavuldan alıp giyiyorum’’ demişti. Yeniden gördük ki bir avuç zenginin kendine ait adası, kenti, devleti olsun diye çoğunluğun kıyafetlerini koyabileceği dolabı, online seansa girebileceği odası, yaşayabileceği evi yok.
HATAY UYGUN DEĞİL
6 Şubat’ın (felaketin, katliamın…) onarılmamış etkileri sebebiyle Hatay’da istihdam zaten azken istihdam alanı olan zeytinliklere de göz dikildi. Üretim alanları yok ediliyor. Bütün zorluklara rağmen halk hayatı yeniden inşa etmeye çalışıyor; sistem var olanı da yıkmak istiyor. Ekmek yoksa, psikolojik sağlık yok; iş yoksa, iyileşme yok. Üstelik ekolojik kıyımın boyutları sadece ekonomik olarak da değerlendirilemez.
Benim Hatay’da olduğum süre boyunca defalarca gördüğüm şey şudur: Bir arada olmak iyileştiriyor. Ama insanların komşularıyla bir araya geldiği alanlar yok ediliyor. Köyde insanların gündüz birlikte çalıştığı tarım arazilerine; birlikte oturdukları, çay içip sohbet ettikleri bahçelerine göz dikmek yalnızlığı da beraberinde getiriyor.
(BAŞKA BİR) SON
Yaptığımız çalışmalarda dayanışma hep gündeme geldi. Bir grup çalışmasında, “Burada hükümetten kimseyi görmedik. İstanbul’dan insanlar geldi. Destek oldular bize. Ben de İstanbul’da deprem olursa oraya gideceğim.’’ dedi dayanışmanın yaşattığı biri. Sistemin öldürmediği, böyle gönül borçlarının olmadığı, depremin yıkmadığı; afetin cinayet değil “doğal’’ olduğu bir dünyada yaşamak dileğiyle…
Sahi, başka bir son mümkün değil mi?
—
*Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği’ne bu dayanışmayı örgütlediği için teşekkür ederim.
*Hatay’da yaşama, çalışma sürecini benim için kolaylaştıran bütün TODAP’lılara, Hataylılar’a, artık Hataylı olmuşlara teşekkür ederim.
*Cumhuriyet’in ikinci yüz yılına dair tartışmaları, görüşleri, yaşananları konuşabilelim diye yayın hayatına başlayan Fikir Gazetesi’ne ve emekçilerine bana Hatay’da gördüklerimi aktarabilme fırsatı verdiği için teşekkür ederim.
*İzmir’de birlikte kurduğumuz ofisin büyük yükünü sırtlanarak Hatay’da olabilmemi sağlayan, bu yazının da son okuyanı sevgili Baran Doğan’a teşekkür ederim.
Prof. Dr. Sergio Barrientos: “Depremle Yaşayan Şili’de Yolsuzluk Olmaz”
“Deprem, İstanbul’da Kanalizasyon Şebekesini Kötü Etkileyecek”
“4,5 Milyar Yıl Sonra Deprem Diye Bir Problemimiz Olmayacak”