Prof. Dr. Sergio Barrientos: “Depremle Yaşayan Şili’de Yolsuzluk Olmaz”

Türkiye’deki afet yönetimi son dönemde çokça eleştirildi. 6 Şubat depremleri ne kadarıyla hafızalarda, orası muamma. Depremlerin etkilediği kentlerde yaşayanlar için her şey hâlâ taze olabilir. Ama olup bitenden doğrudan etkilenmeyenler, bir şekilde hayatına devam ediyor. Psikoloji bilimindeki bile isteye unutma ve/veya kaçışçılığa benziyor bu tavır belki de. 

Sonuçta topraklarının yüzde 90’ı fay hattı üzerinde olan bir ülkeden söz ediyoruz. En riskli kentlerin başında ise Marmara depremini bekleyen Türkiye’nin lokomotifi İstanbul geliyor. 

Fikir Gazetesi, seçim dönemi farklı kentlerde farklı ölçeklerde gündeme gelen deprem tehlikesini farklı boyutlarıyla Türkiye ve dünyadan 19 farkı uzmanla konuştu. Toplumsal, ekonomik, tarihi, psikolojik, afet yönetimi, kentsel planlama ve elbette jeoloji çerçevesine baktı.

Söyleşi dizisinin ilk konuğu Şili Üniversitesi Ulusal Sismoloji Merkezi Direktörü Prof. Dr. Sergio Barrientos. Profesör Barrientos jeofizik mühendisi. Ülkesinde deprem riskleri, aktivitesi ve afet yönetimine ilişkin araştırmalarıyla biliniyor. Hemen her deprem sonrası akıllara takılan o soru ise aslında bu söyleşinin çatısını belirliyor: “Türkiye neden yapamıyor, Şili nasıl başarıyor?”

“ŞİLİ GEÇMİŞTE TEK SEFERDE BİN KİLOMETRELİK KIRILMALAR BİLE YAŞADI” 

Şili gerçekten dünyanın en tehlikeli deprem bölgelerinden birinde mi bulunuyor? Önce bunun hakkında konuşalım…

Evet, Şili tektonik faaliyeti açısından “Pasifik Çemberi” olarak adlandırılan bir bölgede. Çok sayıda deprem ve yanardağa sahip. Japonya ve Endonezya ile birlikte üretkenlik açısından en yüksek sayıda deprem oluşan ülkelerden biri Şili. Diğer bir özelliği çok büyük depremlerin merkezi olması… Örneğin 1960 yılında Şili’nin güneyinde yaklaşık bin kilometrelik bir kırılma oldu. 

Bin kilometrelik kırılma tek seferde mi oldu? 

Evet. Bunun anlamı, kırılma-yayılma hızının saniyede yaklaşık 3 kilometre olması… Yani enerjiyi yaymak için 5 dakikadan fazla sürmüş olmalı… 

Şili’de son 50 yılda depremlerden en çok etkilenen şehirler başkent Santiago, Concepción, Valparaíso, Viña del Mar, Coquimbo, Iquique… Sorum ise şu: Bu şehirler çok yıkıcı depremlerle karşılaştı, bazıları merkezde ve diğerleri fay hatlarına komşuydu. Ancak başkent dışındaki diğer kentlerin nüfus yoğunlukları düşük görünüyor. Depremleri az sayıda can kaybıyla atlatmanızın bir nedeni de bu olabilir mi? Başka bir deyişle, Şili, kentsel yaşamı ve sosyal çalkantıyı, Türkiye ile karşılaştırıldığında daha eşit ve doğru bir şekilde mi başardı?

Söylediğiniz gibi Santiago, Valparaíso ve Concepción yakınlarında ve yaklaşık 5 ila 600 kilometre mesafede kıyıya yakın bölgelerde büyük nüfus yoğunlukları var. Bu bölgelerin hepsi büyük depremlerin sonuçlarına maruz kaldı. Concepción ise şu anda olduğu yerden farklı bir yerde kuruldu. 

Deprem sonrası kent taşındı mı?

Evet, Concepción birkaç kez deprem ve tsunamiler tarafından vurulduktan sonra o yerin farklı bir yere taşınması gerektiğine karar verildi. Çünkü o bölgeyi sık sık etkileyen tsunamiler vardı. Bu yüzden bu duruma uyum sağlamak için Şili’nin karşılaştığı tektonik durumu minimize etmek için önlem alındı. Elbette Şili’nin nüfusunun çoğunluğu kıyı boyunca ve vadilere dağılmıştır, çok geniş değildir. Bu yüzden eğer kıyıda bir deprem olursa, iç bölgeleri de etkiler. Çünkü vadiler bu sedimentlerin (Editörün Notu -ED: Akarsu tarafından taşınan kaya veya biyolojik kökenli materyallerden oluşan parçacıklar) düzenlemesine sahiptir. Ve bunlar depremlere karşı tepkisellikte iyi değildir. Bazıları bulundukları yere ve yaşlarına bağlı olarak kimi zaman sismik sinyalleri artırabilir. Bu yüzden bununla da ilgilenmek gerek. 

“HER YENİ DEPREM BİZE YENİ BİR ŞEY ÖĞRETTİ”

Hiç sorun yaşamadınız mı geçmişte deprem algısı konusunda peki?

Elbette Şili geçmişte pek çok sorun yaşadı. Önceki depremlerde çok yıkıcı yaşam kayıplarıyla karşı karşıya kaldı. Örneğin 1900’lerin başında, 1928’de ve 1939’da Şili’nin orta bölgelerinde iki büyük deprem yaşandı. Bu büyük depremler inşaat kodlarının uygulanmasına başlaması için bir dönüm noktası oldu. O zamandan beri zamanla değişti ve güncellendi. Her büyük deprem olduğunda, ülkenin farklı bölgelerini etkileyen depremler hakkında yeni bir şey öğreniyoruz. 

Bu öğreti, bu tecrübe hayata nasıl yansıdı?

Edindiğimiz yeni bilgiler mühendislere binaları nasıl inşa edeceklerini öğretme biçimine dâhil ediliyor. Mühendisler muhtemelen hayatları boyunca çalışmalarının test edileceğini bilirler. Şili’de depremler o kadar sık olur ki; herhangi bir kişi bir nesil boyunca iki veya üç depremle karşılaşabilir. Şili’de belgelenmiş tarih olan son 450 yılı ele alırsak, eski depremlerin tanımlamalarını yorumlayıp ortalama her 8 ila 12 yılda bir deprem olduğuna inanıyoruz. Bazı zamanlar daha sık olabilir. Ama Şili’de ortalama olarak her 12 yılda bir deprem olur. Bu yüzden hayatınız boyunca birkaç depremin sizi etkilemesini bekleyebilirsiniz. Bu nedenle mühendisler ve bu binaları inşa eden şirketler, yapıların hayatları boyunca test edileceğini bilirler. 

1939’un iki örneği: Valdivia ve Erzincan Depremleri

Şili için dönüm noktası ve ders olabilecek deprem hangisiydi? İlkin 1939’daki Valdivia depremi geliyor aklıma. Aslında 1939 Türkiye için de önemli bir yıl. İki ülke aynı yıl, 11 ay arayla aynı şiddette sallanıyor, 7.8 ile… Can kayıpları her iki ülkede de benzer… Yaklaşık 30 bin insan hayatını kaybediyor. Türkiye’nin gidişatı belli. Peki Şili bu tarihten sonra ne yaptı? Tehlikenin farkına vardı mı, yoksa…

Bahsettiğiniz senelerde Şili’de özellikle ülkenin orta kesimlerindeki vadilerde kerpiç evler oldukça yaygındı. Güneşte kurutulmuş balçık…

Özellikle Türkiye’nin iç ve doğu kesimlerinde de yıllardır kullanıldı bu tip evler….

Evet… Dediğim gibi, bu samanla karıştırılmış çamur bir malzemeydi. Çok dayanıklı değildi. Ucuz ve her yerde bulunabildiği için insanlar çoğunlukla böyle evler inşa ederlerdi. Ancak Şili’deki 1939 depremi trajedisinden sonra her şey değişti. Deprem büyük bir can kaybına neden olmuştu. Resmi rakamlar 28 bin insanın öldüğünü söylüyor. Ancak birçok kişi kayboldu. Bu yüzden hiçbir zaman bulunamayacak bu kişileri de eklediğimizde tam rakamdan hiçbir zaman emin olamayacağız. Bu deprem Şili’nin tarihinde bir dönüm noktasıydı. Öncesinde, 1928’de başka bir büyük deprem olmuş (EN: 7.7’lik Maule depremi) ve o sarsıntı da önemli bir hasara yol açmıştı. 11 yıl sonrasında meydana gelen bir başka yıkıcı deprem, Şili’deki yerel yetkililerin tutumunda değişikliklere yol açtı. 

“YIKICI DEPREMLRİN ARDINDAN YAPI KODLARI REVİZE EDİLDİ”

Ne gibi değişiklikler?

Deprem dalgalarının etkilerini azaltmak için Şili’de yapıların nasıl inşa edileceğine dair yaklaşımda bakış açısı değişti. Ancak her şey birdenbire düzelmedi. Her yeni deprem yeni bir öğreti ve test oldu bizim için. Bu testler daha sonra 1965’te, 1971’de ve 1985’teki büyük depremlerle yenilendi. O dönemde çok sayıda binanın yanı sıra Valparaíso’nun merkezinde çok büyük bir kilise yıkıldı. Deprem, başkent Santiago’da da çok fazla hasara neden oldu. Tüm bu yıkıcı depremler, daha sonra yapı kodlarının güncellenmesini beraberinde getirdi.

2000’li yıllara bakıldığında can kayıplarının çok azaldığı görülüyor. 6.4’lük Tarapaca’da 1, 2005’te aynı bölgedeki 7.8’lik depremde 11, 2007’de Antofagasta’da 2 can kaybı var. 2010’daki 8.8’ik depremde ise 525 kişi hayatını kaybetmiş.

Evet… Şili’deki Şubat 2010 depremi afetlere hazırlıkla ilgili kurumları ciddi şekilde sınadı. Önleme ve felaketler karşısında yanıt verme hizmeti çalıştı. Şili’nin felaketlerin etkilerini en aza indirgemek için nasıl çaba gösterdiğine ilişkin yeni bir yaklaşımı var, süreç doğru yönde ilerliyor gibi görünüyor. Diğer alanlarda hâlâ üzerine eğilmemiz gereken birçok iş var. Ama doğru yönde ilerliyoruz diye düşünüyorum.

“KONUT BAKANLIĞI HER KONUTU KONTROL EDER, SÜREÇ BİLİMSEL İŞLER”

Merak ediyorum, Şili büyük depremlerden sonra binaları yıkıp yeniden mi inşa etti? Yoksa onları güçlendirdi mi? Eğer bir kentsel dönüşüm süreci geçirdiyseniz, bu ne kadara mal oldu ve nasıl gerçekleştirildi? Örneğin, Türkiye’de merkezi ve yerel hükümetler, müteahhitler ve taşeronlar arasında kentsel dönüşüm süreci sırasında ciddi bir çelişki var. Siz böyle bir süreç yaşadınız mı?

Şili’de 1960’taki depremin ardından Konut ve Şehircilik Bakanlığı kuruldu. Bakanlık yetkilileri sarsıntıların ardından afet bölgelerini ziyaret edip özel binaları ve kamu binalarını mühendislerle inceleyerek her bir konutu kontrol ederler. Nasıl bir binanın yapılacağına karar verir. Hasar durumuna bağlı olarak yeniden inşa edilebilir veya yıkılması gerekip gerekmediğine karar verilebilir. 

Yani bu karar alma sürecine bilimsel bir bakış açısı eşlik ediyor denilebilir mi?

Elbette. Bazı yapıların yeniden inşa edilmesi gerektiği açıktır. Ancak yeniden güçlendirilebilecek olanlar da vardır. Bu konu, ilgili bakanlıkların yetki alanındadır. Konut ve Şehircilik Bakanlığı ile Sosyal Kalkınma Bakanlığı’nın yetkisinde. Bu iki bakanlık, durumun değerlendirmesini yapar. Maliyet bağımsızdır. Sigortanın dâhil olup olmadığına ve düşünmeniz gereken tüm bu ek sorunlara bağlı olarak maliyet sonrasında alınır. Bununla beraber örneğin 2010’daki depremde Şili’nin gayrisafi yurtiçi hasılasının yaklaşık yüzde 15-17’sine denk geldiğini, yaklaşık 30 milyar dolarlık bir zarar olduğunu biliyorum. Elbette bu manzaranın ülke ekonomisine büyük bir etkisi oldu. 

“DEPREMLE YAŞAYIP SÜREKLİ DENETİME TABİ OLAN BİR ÜLKEDE YOLSUZLUK İÇİN İKİ KEZ DÜŞÜNMEK GEREK”

Şili ile Türkiye arasında yolsuzluk algısı arasında derin bir fark var. Nicholas Ambraseys ve Roger Bilham’ın yaptığı çalışma bu anlamda çarpıcı bir durumu ortaya koyuyor. Şili beklenenden daha düşük bir yolsuzluk algısına sahipken Türkiye’de bu durum tam tersi. Yolsuzluk, inşaatla olan ilişkisi bakımından da çok önemli. Malzeme sanayisinden mimarlığa, mühendislikten teknik müşavirliğe kadar 250 civarında yan sektörü doğrudan ve dolaylı olarak etkileyen inşaat sektörü, yolsuzluğun en fazla olduğu sektör olarak tanımlanıyor. Bu tespit üzerinden bir yorumda bulunmak ister misiniz?

Farklı bir yolsuzluk algısı bu şüphesiz… Tabii nerede olduğunuza ve çevrenizde ne gördüğünüze bağlı olarak değişiyor. Ve bu gibi şeylerin Şili dışındaki ülkelerde daha yaygın olabileceği anlamına gelebilir. En azından verdiğim önceki cevaplardan birine geri dönebilirim. Şili’de büyük depremlerin bu denli sık meydana gelmesi ve ortalama olarak her 12 yılda bir büyük bir depremin oluşması bu ülkenin gerçeği. Aslında hesaplamalarıma göre bugün itibariyle meydana gelme olasılığı daha yüksek bizim için. Bu yüzden Şili’deki herhangi bir yer, zaman geçtikçe daha yüksek riskli hâle geliyor. İşte bu gerçek; işlerini sürdürmek isteyenleri, onların işlerini, evlerini, binalarını etkiliyor. Altyapılarını inşayı devam etmek isteyen insanları da… Bu yapıları inşa edenler, mühendisler ve mimarların neyle karşı karşıya oldukları ve buna yönelik algı önemli. Nedir bu? Yaptıkları işlerin test edilebileceği gerçeği… Bu kadar sık depremin meydana geldiği bir ülkede muhtemelen bir yapıyı inşa eden şirket ve tasarımın altında imzası olan mühendisler ömürleri boyunca denetime, teste tabi tutulacaklarını bilir. Dolayısıyla bir yanlışlık varsa ve bu hata bu yolsuzluktan kaynaklanıyorsa o zaman böyle bir şeye girişmeden önce bu insanlar iki kez düşünmek zorundadır. İnsanlar işlerini doğru yapmak zorundalar, Hepimiz işimizi doğru yapmalıyız. Aksi takdirde yüzleşmek istemediğimiz daha fazla sonuçla karşı karşıya kalırız. Yetkililer, mühendisler, akademi… 

“İSTANBUL İÇİN HER YIL OLASILIK ARTIYOR, HAYAT KURTARMAK İÇİN ÖNCEDEN HAREKETE GEÇMEK GEREKİYOR”

İstanbul’da 100 bin riskli bina var. Bilim insanlarına göre Marmara’da enerji birikmiş durumda ve 7’nin üzerinde bir deprem bekleniyor. Yaklaşık 20 milyon insanın yaşadığı, yaşamaya çalıştığı bir yer İstanbul. Sizce ne yapmalı? 

Bu çok zor bir soru. Öyle ki; bu soruya verilecek yanıt, akademinin derinliklerinden olabilir. Yetkililerin doğru önlemleri alması gerek. Ama özetle diyeceğim şu: Depreme planlarla hazırlanın, deprem sonrası ekipmanları yenileyin, depremden sonra güvenli olmayabileceğini düşündüğünüz binaları yenileyin. Çünkü sadece deprem değil, artçı şoklar gibi sorunun devamı da var. Ve kimi zaman haftalarca durmuyor. Dolayısıyla acil durum hizmetleri, yani İstanbul’daki güvenlikten sorumlu olanlar ellerindeki planları uygulamalı. Bireysel olarak şu anda bir deprem meydana geldiğinde ne olacağını düşünmek, bir hafta boyunca sürecek kadar su ve yiyeceklerle hazırlıklı olmak… Ama en önemlisi yetkililerin hangi binaların yeterince güvenli olduğunu kontrol etmesi, hangi binaların olumsuz sonuçlar doğurabileceğini belirlemesi gerek. Bunun için hâlâ zaman var. Ama her geçen yıl olasılıkların artması demektir. Ve bunu yapmamak, doğru zamanda yapmamak, aynı durumla daha zor koşullarda yüzleşeceğiniz anlamına gelir. Hem de daha savunmasız koşullarda… Dolayısıyla eyleme geçtiğiniz ve bu yeniden yapılandırmaya yönelik planları yapmaya karar verdiğiniz anda, muhtemelen birçok hayat kurtarabilirsiniz. Bunu akademiden yapmak kolaydır. Ancak hükümette olmak, bu önlemlerden sorumlu olmak…. Bana göre siyaset, bu çabanın liderliğini yapmalıdır. 

Afetlere Toplumcu Bir Bakış: Peki ya İzmir Depremi?

Kentlerin Omurgası: Depreme Karşı Dirençli Yapılaşma

Yıkımdan Yeniden Doğuşa: Depremin Gölgesinde Kentlerin Geleceği