Bu akşam bütün mahalle fuara gidiyoruz. Öğlen annelerimiz ve ablalarımız kadınlar matinesine gittiler. Annem beni de götürmek istedi, asla dedim. Geçen sene ben, Ali ve Mıstık sanırım boş bir anımıza geldi.
“Geliriz,” dedik.
Matineden başladıktan bir saat sonra hepimiz kendimizi sanatçı ile birlikte halay çekip dans ederken bulduk. Oynamayı sevmiyoruz. Bize göre değil. Nazmi öğretmenin kızları Semra ve Sema ablada artık mahalleli oldu. Annem ikisinin kollarına girip Fuara giden dolmuşlara kadar sohbet ettiler. Tahsin abi bizimle gelmiyor. Ayrı geziyor. O sadece ülkelerin olduğu pavyonları dolaşıyor. Çocuk olarak tek bir hayalimiz var Lunapark, Çarpışan Oto, Dönme Dolap, Balerin, Sihirli Aynalar…
Fuar bir ay sürüyor. Ağustos ayında başlıyor eylül sonuna kadar. Birkaç kez gidiyoruz. Annemler şarkıcıları, komedyenleri izlerken bizler dondurmamızı alıp Lunaparkın yolunu tutuyoruz. İlk önce girişteki Aynalarda birbirimizin görüntüsüne bakıp basıyoruz kahkahayı Radara, Uçan halıya binmiyoruz korkuyoruz, midemiz bulanıyor. Koşarak çarpışan otonun kuyruğuna girip beşer adet plastik jeton alıyoruz. Başlasın eğlence…
Jetonlarımız bitince yeni gelen korku tünelini gösterdim.
“Arkadaşlar binelim mi?” dedim. Mıstık hemen bir adım geriye attı.
“Ben binmem,” dedi. Koku tünelinin önündeki devasa King Kong’u izlerken gürültünün içinde ne dediğini anlamaya çalışıyorduk. Zeynep dibimizde bitti.
“Ne oldu korktunuz mu?” dedi. Ben hemen atıldım.
“Neden korkalım, biz hiçbir şeyden korkmayız,” dedim. Mıstık kesin bir dille binmek istemediğini söylemişti. Bizim içimizde de söyleyemediğimiz tereddütlerimiz vardı. İçeride bizi neyin beklediğini bilmiyorduk. Bu bilinmezlik bizi de durduruyordu. Zeynep’in sesiyle düşüncelerimden ayrıldım.
“Hadi o zaman binelim,” dedi. Bilet kuyruğuna girdi. Mıstık geri geri kaçmaya çalışırken Ali ile ellerinden tutup sıraya çektik. Dört kişilik vagonlara biniyoruz. Mıstık arkadan fısıldayarak
“Ben binmesem olmaz mı?” dedi.
“Olmaz, burada itibarımız söz konusu,” dedim.
“Ama çok korkuyorum,” dedi.
“Gözlerini kapat hiçbir şey görmezsin,” dedim.
Sıra bize geldi. Zeynep arkadan Mıstık’ı çekti.
“Biz Mıstık ile öne oturacağız,” dedi. Çocuğun beti benzi attı. Ağlamaklı gözlerle bize bakıyor. ‘Beni kurtarın,’ diyordu. O an yapacak hiçbir şeyimiz yoktu. Zeynep sürekli şunu gördünüz mü, buna bakın, harika, çok güzel nidalarıyla ortalığı inletirken bizler gözleri kapalı sadece onun söylediklerini onaylıyorduk. Çıktığımızda hepimiz perişandık.
Birer dondurma aldık. Kendimize geldik. Sonra takıcıların olduğu alana gittik. Ali saatlerin olduğu tezgâha doğru yöneldi. Altın sarısı bir saati alıp koluna taktı. Işıl ışıl çok güzel görünüyordu.
“Ali çok pahalıdır. Baksana altın kaplama,” dedim.
“Çok güzel değil mi?” dedi. Satıcı lafa girdi.
“Altın kaplama değil, altın suyuna bandırılmış o yüzden çok pahalı değil,” dedi. Fiyatını sorduk. Bizim için pahalıydı. Ali büyülenmiş gibi saati inceliyordu. Yaklaşık on beş dakikadır tezgâhın önünü kapatıyorduk. Ali almak istiyordu. Fiyat gitgide düşüyordu. Son olarak satıcı,
“Kaç paranız var,” dedi. Hepimiz cebimizdeki paraları çıkardık. Satıcıya uzattık.
“Hadi bakalım güle güle kullan,” dedi.
Saati herkese gösteriyoruz. Annem, babam Ali’nin anne babası, dedem, Berber Nedim, Tahsin abi, Semra abla,
Önce hafif bir gülümsüyorlar sonra,
“Güle güle kullan,” diyorlar. Bir türlü anlam veremiyorduk.
Saatçi Rüstem’e gittik. Saati gösterdik.
“Çocuklar eski saatleri alıp boyayıp tekrar satıyorlar. Siz böyle bir saat almışsınız çok çabuk bozulur bunlar. Bir daha saat alacağınız zaman bana gelin” dedi.
“Altın suyuna bandırılmamış mı?” dedi Ali,
“Sarı boya bu, bir süre sonra dökülür,” dedi.
Üzgün ve sinirli yolda yürürken Zeynep karşıdan bizi gördü yanımıza geldi,
“Saatin ne kadar güzel, altın kaplama mı?” dedi. Tüm sinirimizi ve üzüntümüzü Zeynep’ten çıkarmak üzereydik ki annemi gördük,
“Altın suyuna bandırılmış”