Mahallede birkaç kişi hariç çoğumuzun bisikleti yoktu. Hepimiz sürmeyi kiralayarak öğrendik. Bu iş yapan iki kişi vardı: Ali Dayı ve Zühtü dayı. Biz genelde daha yumuşak huylu, anlayışlı olduğu için Ali dayıya giderdik. Yarım veya bir saat bisiklet kiralar, semtimizdeki tüm mahalleri gezerdik.
Mıstık bisiklet sürmeyi daha tam olarak öğrenememişti. Biz Ali ile büyük bisiklet kullanmaya başlamıştık. O hâlâ sadece Zühtü dayıda olan küçük bisikleti sürmeyi tercih ediyordu. Zühtü dayı biraz aksiydi, bisiklet teslim zamanını birkaç dakika geçirsek huysuzlanır, kızar, bizi azarlardı. Ali dayı öyle miydi; beş dakika geç kalsak bile gülerek:
“Keratalar yine geç mi kaldınız?” derdi. Sonra sırada bekleyen çocuklara bizden aldığı bisikletleri verirken:
“Siz de beş dakika geç getirin,” derdi. Biz evinin bahçesinden çıkarken arkamızdan seslendi:
“Efe, şeker almadınız!” Dönüp şeker kavanozundan, oynadığımız bilyelere benzeyen yuvarlak renkli şekerlerden üç tane aldım.
Cumartesi günü mahallenin bütün çocukları sabah erkenden kalkarız. Saat sekizde başlayıp ona kadar süren çizgi film kuşağını izler, kahvaltımızı yapıp kendimizi sokağa atarız. Biz her cumartesi bisiklet binmeye gideriz. Buluştuğumuz yer Münire teyzenin (Şimdi Nazmi öğretmenin taşındığı) kapısının önündeki dut ağacı, ilk gelen briket duvara çıkıp dut yiyerek diğerlerini bekler. Oturmuş ağacın en güzel meyvelerini yerken Nazmi öğretmenin büyük kızı Semra abla evden çıktı. Beni duvarın üstünde görünce önce bir korktu:
“Sen de kimsin?” dedi.
“Efe ben, Neriman ve Rıfat’ın oğlu, Manav Rasim’in torunu, Berber Nedim’in çırağı…”
“Tamam tamam, anladım. Ne yapıyorsun duvarın üstünde?”
“Arkadaşlarımı bekliyorum. Hayriye ve Yavuz’un oğlu Ali, Meh…”
“Neden aşağıda beklemiyorsun?”
“Dut yiyorum?”
“İzin aldın mı?”
“Evet, Münire teyze her zaman izin verirdi.”
“Bu evde artık biz oturuyoruz.” dedi.
“Kiracısınız, ev sizin değil ki.” dedim. Münire teyzenin evine gel otur. Sonra da bana dut yedik diye laf söyle, bakalım şimdi ne cevap verecek diye içimden geçirirken:
“İstediğin kadar dut yiyebilirsin ama izin almadan o duvara çıkamazsın, düşsen bir yerini kırsan, yaralansan babam çok üzülür. Babama söyle o sana istediğin kadar dut toplar.” dedi.
Söylediği o uzun cümlede sadece ‘Babam çok üzülür’ kafamın içinde dönüyordu. Duvardan aşağıya atlarken beni tuttu. Bir an elini öpüp alnıma götürdüm. Çocuklar geldi. Öpün ablanızın elini dedim. Hiç sorgulamadan Semra ablanın eline yapıştılar. Elini zor kurtardı. Sonra aramızda bir sessizlik oldu. Hepimiz üç beş saniye hiçbir şey konuşmadan öylece durduk. Semra abla elindeki büyük kâseyi göstererek:
“Mandıra nerede?” dedi. Hepimiz bir ağızdan,
“Biz gideriz.” dedik.
Yolda Ali ne olduğunu sordu. Sonra anlatırım dedim geçiştirdim.
Bisiklet kiralamaya gidiyoruz; Mıstık, Zühtü dayıya gitmek istiyor. Onun istediği bisiklet sadece orada var. Biz Ali dayının, o Zühtü dayının yolunu tuttu. Kiraladığımız yerler dükkân değil, ikisi de evinin bahçesinde yapıyor bu işi.
O sokak senin, bu sokak benim dolaşıyoruz. Mıstık hâlâ sürmeyi tam öğrenemedi, arada ayrılıp çalıştığımız dükkânların önünden geçiyor ustalarımıza selam veriyoruz. Bir ihtiyaçları varsa bisikletle alıp geliyoruz. Sonra vakit dolmaya yakın buluşup bisikletleri teslim etmeye gidiyoruz.
Mıstık geldi ağlamaklı:
“Ne oldu?” dedim.
“Tekerlek patladı.” dedi. Zühtü dayı bunu görse bir sürü laf eder, kızar bir de, bunu tamir etmek için çok para ister. O an kafamda bir sürü senaryo yazıyorum. Hepsi hüsranla sonuçlanıyor. Ah diyorum şimdi bir bisiklet tamir kitabı olsaydı. Nasıl işimizi görürdü. Sonra aklıma bisikletini Ali dayıya tamire getiren abiler geldi.
“Yürüyün Ali dayıya gidiyoruz.” dedim. Ali şaşkın, Mıstık ağlamaklı peşime takıldı.
“Ali dayı bisikletin tekeri patladı. Yapabilir misin?” dedim. Güldü:
“İşim bu çocuklar, getirin bakalım.” dedi. Tekerleği söktü patlayan yere yama yaptı. Hepimiz hayretler içinde izliyoruz. Sonra şişirip su dolu bir bidonun içine soktu. Bizi yanına çağırdı.
“Bakın suyun üstüne kabarcık çıksaydı yama olmamış bir yerlerden hava kaçırıyor demektir.” dedi. Hiç hava kabarcığı yoktu. Çok sevindik. Bisikleti toparladı bize verdi. Sıkılarak:
“Ali dayı, ücretini sonra versek olur mu?” dedim.
“Paranız olunca verirsiniz.” dedi. Kavanozdan üç tane şeker aldım. Ne de olsa tadımız yerine gelmişti. Kapıdan çıkarken Ali dayı:
“Efe, Zühtü’ye selam söyleyin.” dedi. Yutkundum. Az kalsın şekeri yutuyordum.
“Olur.” dedim. Mıstık bağırdı.
“Büyüksün Ali Dayı!”