Bu sene bayram yaz ayına denk geldi. Yine harçlık savaşları başlayacak. Nedim abi ile arife gününe hazırlık yapıyoruz. Mahallede ne kadar çocuk, genç, yaşlı varsa hepsi o gün tıraş olmaya geliyor. Evdekileri uyardım.
“Sakın arife günü saç kestirmeye gelmeyin çok kalabalık oluyor.” dedim. Dedem gülerek: “Evladım o işin güzelliği orada zaten, bayram o zaman başlar, ertesi gün devam eder.” dedi.
Mahallenin bütün erkekleri kahveden aldıkları sandalye ile gelip bizim kapının önünde sıraya girer. Sabahın ilk ışıklarıyla yaşlılar gelir. O gün Nedim abi ile sabah altı buçukta dükkânı açarız. Tüm havlularımızı çıkarırız. Her yeri ve tüm alet edevatı güzelce temizleriz. Üç beş tane önlük hazır bulundururuz. Nedim abinin babası Mustafa amca o gün yardıma gelir. Çok iyi berberdir. Hepimiz ona usta deriz.
Bu sene Münire teyze yok. Çok yaşlanınca kızı Nimet abla, onu İstanbul’a yanına aldırdı. Mahallenin çocukları olarak çok üzgünüz çünkü elleriyle işlediği mis gibi lavanta kokan oyalı mendiller, her bayram avucumuza sıkıştırdığı paralar, şeker yerine verdiği gül kokan lokumlar artık yok.
İnsan hayatında, anlar ve sizi bir yerlere götüren kokular vardır. Bizim mahallede o dönem çocuk olan herkes ne zaman, nerede bir lavanta koklasa Münire teyzenin haftalarca cebimizde taşıdığımız mavi, pembe nakışlı mendillerini hatırlar.
Mustafa amca ne zaman gelse Nedim abi bir tedirgin oluyor. Stres basıyor. Bazen ben de onun karşısında öyle oluyorum. İnsan babası da olsa ustasından çekiniyor herhalde diye düşünüyordum. Fakat Nedim abi sanki gelmesini istemiyordu.
“Nedim abi ustanın gelmesi seni rahatsız mı ediyor?” dedim. Hareketlerinden çok gergin olduğunu anlayabiliyordum. Bıyık altından kısa bir süre gülümsedi:
“Çok belli oluyor demek?” dedi.
“Evet, hatta gelmesini istemiyor gibisin.” dedim.
“Efe bizim kuşak sizin gibi büyümedi. Biz babamızdan çekinirdik. Çok rahat her şeyi konuşamazdık.” dedi.
“Annenizle her şeyi konuşabiliyor muydunuz?” dedim.
“Annemiz, babamızla aramızdaki köprüydü, zaman zaman onunla da küçük küçük sorunlar yaşardık.” dedi.
“Terlik hadisesi mi?” dedim. Bastı kahkahayı,
“Anneler kadar terlik isabet ettiren başka bir canlı yoktur. Kızlarla erkeklerin terlik hikâyeleri farklıdır.” dedi. Şaşırdım.
“Nasıl?” dedim.
“Bizlerin genelde kaçıp bahçeye oradan da sokağa fırlayıp terlikten kurtulma şansımız vardı. Kızlar kaçamadığı için terlik isabet etme oranları daha yüksekti.” dedi. Hiç böyle düşünmemiştim.
Biraz daha babalarımızdan, mahalleden, Münire teyzeden, doktor olan eşinden, mahalle için yaptıklarından konuştuk.
“Bu sene bayramlıkların benden, koş Terzi Fuat’a git pantolon, gömlek ve ceket ölçülerini ver gel.” dedi.
Önce babamın yanına gittim. İzin aldım.
“Nedim abinin içinden gelmiş, olur.” dedi.
Yıllar sonra Kafka’nın “Babaya Mektup” kitabını okuyunca O sabah Nedim abi ile yaptığımız sohbet aklıma geldi.
“Çok sevgili baba, Geçenlerde bir kez, senden korktuğumu öne sürmemin nedenini sormuştun. Genellikle olduğu gibi, verecek hiçbir cevap bulamadım, kısmen tam da sana karşı duyduğum bu korku yüzünden, kısmen de bu korkuyu gerekçelendirmek üzere, konuşurken toparlayabileceğimden çok daha fazla ayrıntı gerektiği için…”
Franz Kafka, 1919’da dinlenmek üzere gittiği Schelesen’de Julie Wohryzek adında bir kızla tanışıp nişanlandı. Aynı yıl kaleme aldığı Babaya Mektup, yazarın bu nişana karşı çıkan babası Hermann Kafka’ya yanıtıdır. Kafka’nın babasıyla ilgili duygu ve düşüncelerini dile getirmek için yazdığı ve hiç göndermediği bu mektup, hem yazarın yaşam öyküsüne açıklıklar getirmesi hem de kimi eserinin başlıca izleklerinin ipuçlarını barındırması açısından büyük önem taşır.”
Bayram sabahı çocuklarla Nedim abilerin evine gittik. Elini öptük:
“Çocuklar Münire teyzenizin verdiği kadar güzel olmayabilir ama, alın bakalım anısı yaşasın.” dedi.
Hepimize oyalı mendil, para ve lokum verdi. Gözlerimiz doldu. Ağlamamak için kendimizi zor tuttuk. Tamam tamam, ağladık. Münire teyzenin kapısının önüne oturduk. Lokumları yedik, paraları cebimize koyduk, mendilleri demir kapısının kenarına astık…
Nedim abinin terlik meselesinde atladığı bir şey vardı. Biz her ne kadar kaçmayı başarsak da o terlik arkamızdan fırlatılırdı, ıskalayıp bizi geçtiğinde annemiz arkamızdan bağırırdı.
“O terlik buraya gelecek…”