Yunanistan’da Haftada 6 Günlük Çalışma: Yeni bir Başlangıç mı?

*Bu yazı Pinelopi Koujianou Goldberg tarafından kaleme alınmış, Project Syndicate sayfasında yayımlanmış ve Fikir Gazetesi için çevrilmiştir.

Yunanistan’da büyürken en neşeli çocukluk anılarımdan biri okul (ve iş) haftasının altı günden beşe ineceğinin duyurulmasıydı. Yunanistanlı vatandaşların da bu değişiklikten dolayı aynı derecede heyecan duyduğunu anımsadığımdan yeni bir yasa kapsamında muhtelif sektörlerdeki işverenlerin bir kez daha altı günlük çalışma programı uygulayabileceğini duyduğumda şaşırdım.

Bu değişiklik pek çok nedenden dolayı şaşırtıcıdır. Bu yasa, her şeyden öne, iş-yaşam dengesini teşvik etmeye ve daha esnek çalışma düzenlemelerine izin vermeye yönelik genel bir eğilime karşı çıkıyor gibi görünüyor. Belçika, Singapur ve Birleşik Krallık gibi gelişmiş ekonomilerdeki bazı hükümetler daha kısa çalışma haftaları ilan etti ve Almanya, Japonya, İrlanda, Güney Afrika ve İspanya gibi diğer kimi hükümetler benzer değişiklikler düşünüyor.

İkincisi, Yunanistanlılar iş-yaşam dengesine önem vermeleriyle bilinmektedir ve hâlihazırda diğer Avrupalılardan daha fazla saat çalışmaktadırlar. Ortalama bir Yunanistanlı işçi haftada 39,8 saatini işte geçirirken bu süre Avrupa Birliği (AB) genelinde ortalama 36,1 saattir.

Üçüncüsü, Yunanistan’daki hükümet şirket ve büyüme yanlısı olsa da daha uzun ve daha az esnek bir çalışma programından olumsuz etkilenmesi muhtemel bir grup olan kadınların haklarına ve ilerlemelerine değer verdiğini göstermiştir. Aynı hükümet, kanıta dayalı politika üretme konusunda da kararlılık göstermiştir ve şimdiye değin elde edilen kanıtlar, daha kısa çalışma haftalarının ve daha dengeli bir yaşam tarzının daha yüksek çalışan memnuniyetine, daha iyi sağlığa ve nihayetinde daha fazla üretkenliğe katkıda bulunduğunu göstermektedir.

Peki, bu beklenmedik politika değişikliği nasıl açıklanabilir? Hükümetin kendisi bu hamleyi “istisnai bir tedbir” olarak tanımlıyor ancak bunun “son çare politikasının” üzerini örtmek için söylendiğini hepimiz biliyoruz. Birçok yüksek gelirli ülke gibi Yunanistan da ciddi bir işgücü açığıyla karşı karşıya. Her ne kadar Yunanistan’da 2010 finansal krizinin ardından yaşanan büyük işgücü göçü (yaklaşık 500.000 Yunanistanlının -mevcut nüfusun yüzde 5’i- ülkeyi terk ettiği tahmin ediliyor) nedeniyle durum oldukça vahim olsa da Yunanistan bu konuda yalnız değil.

Sorunun temelinde Yunanistan hükümetinin haklı olarak “saatli bomba” olarak nitelendirdiği düşük doğurganlık ve yaşlanan nüfus gibi demografik koşullar yatmaktadır. İnsanlar daha zengin hâle gelerek daha yüksek bir yaşam kalitesi ve daha iyi bir iş-yaşam dengesi için haklı taleplerle birleştiğinde daha az sayıda çalışma çağındaki insan işgücü arzını kısıtlamaktadır.

Gelişmiş ekonomiler bu sorunu nasıl ele almalıdır? Akla dört olasılık geliyor. Birincisi, makinelerin, robotların ve yapay zekânın nihayetinde düşen işgücü arzının yerini alabileceği varsayımıyla otomasyonu kucaklamaktır. Ancak her iş bir makine veya büyük bir dil modeli tarafından gerçekleştirilemez. İnşaat, gıda veya konaklama sektörlerinde en az arzu edilen düşük vasıflı pozisyonların çoğunu doldurmak için hâlâ insanlara ihtiyacımız var. 

İkinci seçenek ise işçi tazminatlarının artırılmasıdır. Temel ekonomi bizlere, talep arzı aştığında fiyatların (bu durumda ücretlerin) yükseleceğini öğretmektedir. Ancak daha yüksek ücretler eninde sonunda tüketiciler için daha yüksek fiyatlara yol açar ve bu da özellikle enflasyonun birincil endişe kaynağı olduğu bir dönemde popüler olmama eğilimindedir. Yunanistan gibi küçük ve açık bir ekonomide, daha yüksek ücret ve fiyatların uluslararası rekabet gücü üzerinde zararlı etkileri olacaktır.

Üçüncü seçenek ise, Yunanistan’ın yaptığı gibi, gelişmiş ekonomilerdeki işçilerden daha fazla çalışmalarını istemektir. Bu durum, haftalık çalışma saatlerinin azaltılması yönündeki genel eğilime karşı çıkıyor gibi görünse de aslında Danimarka, Fransa ve Almanya gibi diğer kimi ülkelerin yapmayı gerekli gördüğü gibi emeklilik yaşının yükseltilmesinden çok da farklı değildir. Her iki durumda da politika değişiklikleri çalışanlar arasında pek rağbet görmedi ve yine her iki durumda da insanlar alıştıklarından daha fazla çalışmaktansa daha yüksek gelirden (Yunanistan’da altıncı iş günü yüzde 40 ücret primiyle birlikte gelmektedir) vazgeçmeyi tercih edeceklerine dair açık bir mesaj gönderdiler.

Bu durumda geriye dördüncü seçenek kalıyor: Kontrollü ve yasallaştırılmış göçten faydalanarak işgücü arzını arttırmak. Avrupa’nın büyük bir bölümü ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) gibi mülteci krizleri ve yasadışı göçle boğuşan bölgelerde doğru tasarlanmış göç politikaları bir taşla iki kuş vurma potansiyeline sahiptir. Ancak şu anda bu tür politikalardan bahsetmek mümkün görünmüyor. Ülkeler, jeopolitik parçalanma ve ulusal güvenlik kaygıları karşısında giderek daha fazla sınırlarını kapatmakta ve içe dönmektedirler.

Küresel olarak birbirine bağlı bir dünyada, yabancı ve yerli arasındaki ayrımın zayıf olduğu bir kez daha hatırlatılmaktadır. Dünyanın farklı bölgelerinde ortaya çıkan sorunlar ve yerel meseleler işgücü piyasaları üzerinde önemli etkilere sahiptir.

Elbette beşinci bir seçenek daha var, o seçenek de zengin ülkelerdeki insanların tüketimlerini ve büyümelerini azaltmaları ve arz etmeye istekli oldukları emeğin meyvelerine bel bağlamaları. Bu seçeneği uygulamak sürdürülebilir bir gelecek sağlamanın yanı sıra aranan iş-yaşam dengesini de sağlayacaktır. Ancak şu an itibariyle çok az kişi bu değiş tokuşu kabul etmeye istekli.

Pek çok insan hem pastasını almak hem de onu yemek ister. Fakat bu mümkün değildir. Yüksek gelirli ülkelerin vatandaşları, mevcut yaşam kalitelerini sürdürmek için ya sınırlarını yeni göçmenlere açmalı ya da daha fazla çalışmalıdır. Mevcut küresel gerilimler göz önünde bulundurulduğunda, ister daha yüksek bir emeklilik yaşı isterse de daha uzun bir çalışma haftası yoluyla olsun, sarkaç daha fazla çalışma yönünde sallanıyor gibi görünmektedir. Yunanistan, bu bağlamda akım kırıcı olmaktan ziyade akım belirleyici olabilir.

Çeviri: Can Derdiyok

Fransa’yı Kim Yönetecek: Seçim Sonrasını Anlamak için Dört Soru

Almanya’nın “Mülteci Krizi” Var mıydı?

İşçiler için Yeni Bir Bahar mı?