Cacerolazo diyen de var, cacerolada diyen de cassolada diye tanımlayan da… Sanıyorum Türkiye’deki ve Türkçe’deki karşılığı tencere tava eylemi. Avrupa’da doğsa da sonraları kıtalar arası seyahat etti, Latin Amerika’ya özgü hale geldi; bu topraklara, Türkiye’ye de uğradı. Venezuela’da geçen pazar düzenlenen tartışmalı başkanlık seçimlerinin ardından bir kez daha ortaya çıktı.
Pazartesi sabahı, insanlar balkonlardan tencere ve tavalarla Başkan Nicolás Maduro’yu yine bu yöntemle protesto etti. Başkent Karakas’ın bilindik semtlerinden Catia’da mahalleli sabahın darında tencereleri, tavaları çalmaya başladı, eylemler kısa sürede balkonlardan sokaklara taştı.
28 Temmuz’da yani ülkenin efsanevi lideri Hugo Chávez’in 70. doğum gününde, Nicolás Maduro, Bolivarcı Anayasa’nın onaylanmasından bu yana beşinci kez yapılan Venezuela başkanlık seçimlerini kazandığını söylüyor. Maduro’nun seçimlerde usulsüzlük yaptığı iddiası ise Cacerolazo eylemlerinin ana çıkış noktası. Ancak özünde ekmek kavgası var. 194 yıl önce olduğu gibi… Tarihte, en azından bildiğimiz tarihte 1830’lu yılların Fransa’sında Louis Philippe I’in monarşisine karşı gösterilerde ortaya çıkmıştı tencere tava eylemleri…
Bugün, Chavizmo’yu aslında çok uzun süre önce öldürdüğü söylenen Maduro asıl amacının halka hizmet olduğunu söylüyor. O dönem ise halka daha yakın görünmek için kendisine “Roi Citoyen” yani “Temizlikçi Kral” lakabını takan Louis Philippe de aynısını yapmaya çalışıyordu. Monarkın sonunu işçiler ve orta sınıfın başlattığı ayaklanma hazırlamıştı. Elbette buradaki kıyasın nihai amacı bir monarkla kendisini devrimci sosyalist olarak niteleyen, birbirinin çağdaşı olmayan iki kişiyi aynı kefeye koymak değil. Dedim ya, ben sadece ekmekten söz ediyorum.
19. yüzyılda ilk uygulandığında gece saatlerinde iktidara karşı sessiz sedasız girişilen bu pasif ama sesli eylemin, yani Cacerolazo’nun seneler içinde gecesi gündüzü kalmadı. Daha büyük eylemlerin bir nevi işaret fişeği oldu. 1961’deki Cezayir Bağımsızlık Savaşı, 1971 Şili’sinde Salvador Allende döneminde baş gösteren yiyecek kıtlığı, 2001 ve 2012 Arjantin ekonomik krizleri, 2015 ve 2020 Brezilya’sında siyasetin iki ayrı ucundaki Dilma Rousseff ve Jair Bolsonaro karşıtlığı, 2020 İspanya’sında sağlık reformu eylemleri, 2012 Kanada’sında eğitim yasası karşıtı gösteriler…
Türkiye’deki en geniş karşılığını ise 1997 ve 2013 yıllarında bulmuştu Cacerolazo. Susurluk kazasının hemen sonrasıydı. Devlet içindeki karanlığın aydınlığa çıkışının (ya da perdenin biraz olsun aralanışının) ardından az sayıdaki kişinin o dönem faksla yaptığı kısa bir çağrı metni oluşturmuştu eylemlerin temelini. Zamanla mahallelere, ilçelere, büyük şehirlere ve ülke geneline yayıldı. Her akşam saat 9’da evler bir dakikalığına ışıklarını kapatıp tencere tavalarıyla balkonlara, pencerelere koştu. Eylem kısa sürede evrimleşti, bir yanıyla laik hassasiyetler taşıyanların sesine evrildi.
Seneler sonra 2013 Gezi Parkı Eylemleri’nin başlangıcında yine kendini gösterdi Cacerolazo. Basının üç maymunu oynadığı günlerdi. O dönem gündüzle akşam arasındaki fark benim için çalıştığım televizyon kanalı ile semtim arasındaki mesafe kadar uzundu. Gündüz olayları görmemek üzerine kurulu olan ve benim de parçası olduğum medya düzenini anımsıyorum. Aklıma başbakana basın toplantısında olaylarla ilgili sorulması gereken tek soruyu sadece yabancı bir basın kuruluşunda çalışan Türk muhabirin sorabildiği, haber merkezi çalışanlarının ise o soruyu duyunca mahcupça alkışlaması geliyor. Kanalın önüne medyanın tavrını protesto etmek için gelenleri sorumlu yayıncılık gereği ekrana taşıma kararı alanların birkaç ay sonra medya sürgünü haline geldiğini anımsıyorum. Akşamları ise pencerelerden, balkonlardan dışarı sarkıp, hatta sokağa taşıp tencere ve tavaları ile olup bitenlere tepki gösterenlerin sesini duyurduğu, aynı memlekette iki farklı evreni hatırlıyorum.
Gereksiz kişisel nostalji bir yana söylemeye çalıştığım bu küçük eylemlerin birçok ülke için hak mücadeleleri ve daha geniş kitlesel eylemler yolunda bir nirengi noktası olduğu… Kelimelerin kökeni üzerine düşünmek enteresandır. Aslen Farsça bir sözcük olan ve 20. yüzyıldan itibaren “referans” anlamıyla kullanılan nirenginin ilk anlamının hile, düzenbazlık olması gibi. Bu yönüyle Avrupa’dan Amerika’nın güneyine, kuzeyine, Türkiye’ye kadar insanlar hileye hurdaya, haksızlığa karşı ilkin bu küçük ama etkisi büyük eylemleri kendilerine referans aldılar.
Peki bugün Venezuela’da olanlara karşı gösterilen direnç, kimilerine göre tıpkı 2019’daki Juan Guaidó döneminde tasvir edildiği gibi Amerika’nın işi mi? Elinde ve emrinde devletin tüm imkanlarına sahip olan Maduro’nun seçim sonuçlarına itiraz edenlerin eylemlerini aşırı sağcıların darbe girişimi olarak tanımlaması ağır bir itham mı gerçek mi? Ya da nicedir olduğu gibi ABD, Venezuela’yı yeniden arka bahçesi haline getirmeye mi niyetli?
Soruların yanıtını ben veremem. Ama bazı gerçeklerden bahsedebilirim. Son çeyrek asırda Chavistalar otuzdan fazla ulusal seçimden, ikisi hariç hep şampiyonlukla çıktı. Muhalefetin hanesine olumlu yazılan ise sadece 2015 Ulusal Meclis seçimleri ve referandum oldu. Venezuela’daki son seçimi şaibeli bulan muhalefetin kendince haklı gerekçeleri var. Bunlardan en mühimi ülkedeki seçim kurulunun kendilerini görmezden gelmesi ve taleplerine yanıt vermemesi. Ancak tarihin bir köşesinde de Venezuela seçimleri dahil olmak üzere doksandan fazla seçimi gözlemleyen eski ABD Başkanı Jimmy Carter’ın vakti zamanında sarf ettiği “Venezuela seçim sistemi dünyanın en iyilerinden biri” açıklaması duruyor.
Ülkedeki her iki kutba aynı mesafede duran ancak liberal eğilimini saklamayan Venezuela’nın önde gelen tarih profesörlerinden Margarita López Maya ile Fikir için yaptığım söyleşi ABD’nin ülkesine ve ülkesinin muhalefetine alakasına dair biraz olsun fikir veriyor. Ama bir de ülkenin komünistlerine bakmak gerek. Venezuela Komünist Partisi’nin (PCV) seçim ertesi yaptığı resmî açıklama Maduro hükümetinin, Venezuela halkını sosyal ve ekonomik haklarından mahrum ettiği gibi, bugün de onları demokratik haklarından yoksun bırakmaya çalıştığını söylüyor. “Venezuela halkının ülkede net bir değişim isteği ifade ettiği seçim sonuçlarını savunmak için demokratik, halkçı ve yurtsever güçler bir araya gelmeli” çağrısı yapıyor. Hatta sosyalist olduğunu söyleyen Maduro hükûmetini kapitalist olarak tanımlıyor. Yani o cenahta hem hükümetin hem hükümete yakın yorumcuların ileri sürdüğü gibi “Maduro, Latin Amerika’daki ABD hegemonyasına engel teşkil ediyor” diyen yok.
Bugün Venezuela muhalefetin elindeki sonuçlar, Maduro’ya toplam 2,75 milyon oy, “kerhen” rakibi eski diplomat Edmundo Gonzalez’e ise 6,27 milyon oy çıktığını gösteriyor. Seçim Kurulu’nun iktidar hanesine yazdığı 5,15 milyon oy ile muhalefete not ettiği 4,45 milyon oydan çok farklı bir tablo var anlayacağınız. Yasal olarak oy sayım gözlemcilerinin her seçim makinesinin sonuç kopyasını alma hakkı olsa da muhalefet kimi gözlemcilerin sayımları takip etmelerinin engellendiğini, iktidar ise satılmış provokatörlerin seçim kurulu ofislerine saldırdığını söylüyor. Hem ABD’nin hem Rusya’nın üstün jeopolitik çıkarlarının olduğu Venezuela’daki son siyasi gerilim sokağı kana buluyor, herkes kendi çıkarına göre hareket ediyor gelgelelim ortadaki yalın gerçeklik Venezuela halkının bugün karşı karşıya kaldığı vaziyet. Yani evet, ekmek kavgasına yavaş yavaş geliyoruz.
Venezuela Devlet Başkanı’nı ağırlayan Miraflores Sarayı’nın (Ki tarih kitapları bu sarayın inşasına esasen Venezuela Büyük Liberal Partisi’nin kurucusu ve eski devlet başkanı Joaquín Crespo’nun aile konutu olarak başlandığını söyler) gölgesinden artık çıkmak isteyenler, ekonominin hayatlarını alt üst ettiğini düşünüyor. Düşünmekle kalmıyor bunu yaşıyor. Yine anımsıyorum. Yıllar önce, 2018 Venezuela’sında hiperenflasyonun hayatı altüst ettiği günlerde Reuters foto muhabiri Carlos Garcia Rawlins’in domatesli, tavuklu, tuvalet kağıtlı fotoğraf serilerini anımsıyorum. Bir kilogram domatesin fiyatının 5 milyon bolivara yani o dönemki karşılığıyla 0,76 dolara denk geldiği… O günlerden bugüne ekonomik tablo çok değişmiş değil Venezuela halkı için. Dolayısıyla Maduro’nun bir altı yıl daha yönetimde yer alması ihtimalinin anlamı halkın bir bölümü için işlerin daha kötüye gideceği anlamına geliyor.
Venezuela ekonomisi 1999-2013 yılları arası, efsanevi lideri Hugo Chávez döneminde de muhteşem değildi. Ancak ülkenin anahtar endüstrilerini millileştiren Chávez, yoksulluğu ve eşitsizliği azaltmak için sosyal programlar uygulamış; bu programlar ilk yıllarda kısmi başarılar sağlamıştı. Görev süresi boyunca enflasyon yüzde 30 gibi bir orandaydı, kişi başına düşen gelir 1970’lere kıyasla gerilemişti. Ve hayır, ABD ne kadar Chávez’den hoşnutsuz olsa da onun döneminde henüz ambargo uygulamamıştı.
2013’ten bu yana süregelen Nicolás Maduro dönemi ise halk için çok daha karanlıktı. 2014 yılında ABD, Venezuela hükümetinin protestoculara karşı şiddet kullandığı gerekçesiyle ekonomik ambargo başlattı. Maduro iktidara geldikten bir yıl sonra petrol fiyatlarının çöküşüyle beraber ülke ciddi bir gıda ve ilaç kıtlığıyla karşı karşıya kaldı. Hiperenflasyon kontrolden çıkıp 2018’de yüzde 130 bini aştı. 2023’te yüzde 360’a geriledi. Ancak yoksulluk ülkenin her yanına yayılmıştı. Buradaki en dikkat çeken eleştiri Maduro’nun ülke ekonomisi çökerken kamu kaynaklarını kendi çevresi için kullandığı iddiasıydı. Evet, ABD ambargosu Maduro’nun belini büktü ama beli asıl bükülen halktı. Burada “Peki ya öncesi?” diye soranlara, Chávez öncesi Venezuela ekonomisini hatırlatmak elzem. 20. yüzyılın başlarında Venezuela, büyük ölçüde petrol üretimi sayesinde önemli bir ekonomik büyüme yaşasa ve 1970’lere gelindiğinde, Latin Amerika’nın en zengin ülkesi haline gelse de petrol gelirlerine olan aşırı bağımlılık “Hollanda Hastalığı” olarak bilinen fenomeni beraberinde getirmiş, ekonominin diğer sektörleri bundan büyük zarar görmüş, refah seviyesi 1980’lerin başında bozulmaya başlamış, devlet harcamalarını genişletmek için büyük dış borçlar alan Venezuela’da sosyal demokrat Başkan Carlos Andrés Pérez yönetimi yolsuzluğa bulanmış, ülkedeki darbe girişimleri ve toplumsal huzursuzluklar siyasi kurumları zayıflatmıştı. Demeye çalıştığım Chávez ve arkadaşlarının aslında sosyoekonomik bir enkaz devraldığıydı…
O yüzden, tam da bu noktada tencere tavaya, Cacerolazo eylemlerine dönmek gerek. Eylemlerin etkilediği ülkelerde sağ ya da solun, o ya da bu sebeple ya da ABD’nin etkisiyle gösterdiği başarısız ekonomi yönetimleri sonuç olarak halkların insanca yaşama hakkını, haysiyetini elinden aldı. 1971’deki ev hanımlarının başlattığı eylemlerde Şili’deki enflasyon oranı yüzde 293,8’e ulaşmıştı. 2001’de liberallerin iktidar olduğu, başkanlık makamını herkesin birbirinin üstüne attığı o yılların Arjantin’inde enflasyon oranı yüzde 41 seviyesindeydi, yıl sonunda devlet borcuna temerrüt yaşanmıştı. Peronist Kirchner zamanı, yani 2012’de GSYH büyümesi yüzde 0,8’e kadar düşmüştü. 2015 solcu Brezilya’sında ekonomi yaklaşık yüzde 3,5 oranında daralırken 2020 sağcı Brezilya’sında ülkenin para birimi Real önemli ölçüde değer kaybedince fiyatlar fırlamıştı. Aynı yıl Kovid-19 İspanya ekonomisinin yüzde 11 daralmasına neden oldu. 1997 Türkiye’sinde post-modern darbenin de etkisiyle enflasyon yüzde 99,1’e kadar yükselirken 2013’e gelindiğinde 2000’lerin ekonomik büyümesine karşın Türkiye OECD ülkeleri arasında en yüksek yoksulluk oranına sahipti. Özellikle gençler arasında işsizlik tırmanıştaydı. Hepsinde tencereler tavalar çıktı. Bugün Venezuela’da olduğu gibi Cacerolazo kitlesel eylemlerin öncüsü oldu ya da sembolik bir sesten, bir nevi katarsisten ibaret kaldı.
Venezuela muhalefeti ABD fonlu olsa da olmasa da Venezuela halkının yıllardır tanık olduğu şey hem ülkedeki kötü yönetim hem ABD kaynaklı devasa bir kriz aslında, bizim de pek yabancısı olmadığımız… O yüzden bugün Venezuela sokağına bakarken bunları da akılda tutmak gerekiyor. ABD’nin kendi yarattığı soruna bir çözüm aradığını hem İran’a hem Rusya’ya ağır yaptırımlar uygulayan Washington’un Avrupalı ortakları için kolayca enerji kaynağı bulamadığını, işlenmesi kolay ve yeterli miktarda güvenilir petrol kaynağı için halkı açlık içinde olan Venezuela petrolünün bu gerekliliklere uyduğunu anımsatmak gerekiyor.
Ancak asıl hatırlanması gereken artık ülkesinde yaşayamaz hale gelen insanların akın akın Venezuela’yı terk ettiği, kalanların ekmek mücadelesi verdiği gerçeği. Birileri büyük hesaplar yaparken diğerleri küçücük hesapların içinde boğuluyor, kayboluyor. Seçim hilesi, seçim zaferi, darbeci hükümet ya da darbeci muhalefet… Ne derseniz deyin, nereden bakarsanız bakın temelinde manzara bundan ibaret Venezuela’da. Ve herkesin hakikati farklı ama bazı hakikatler daha hakiki sanki. İster bir avuç azınlığın lüks sofralarında ister karnını doyurmak için sokakta inek peşinde koşan, bir fareyi bile yemek mecburiyetinde kalan insanların çaresizliğinde… İster Cacerolazo’ların çığlığında ister derin bir sessizliğin içine hapsolmuş bir halde…
*Manşet Görseli: El Pais
“Venezuela’da Seçim Kurulu Muhalefete ‘Sonuçları TV’den İzleyin’ Dedi”