Çocuğuz ve en çok merak ettiğimiz şey Türk kahvesi…
Annemlerle nereye gitsek ya limonata ya da şu paşa çayı dedikleri… Çaydan başka her şeye benzeyen içeceği önümüze getiriyorlar. Bazı komşularımız veya akrabalarımız “Çocuğun ağzı yanmasın,” diyerek içine ayrıca soğuk su koyuyorlardı.
Lütfen bir kişi çıkıp, büyüklerin bütün çocukların paşa çayını sevdiği hissine nereden kapıldığını açıklasın. Ayrıca konu komşu ziyaretinde tatlı tabağının tam ortasına konan ve her seferinde devrilip tuzluların üstüne düşen pastayı oraya koymayı kim akıl etti? Çocukluğum pastanın bulaştığı çay bardağını temizlemekle geçti.
Bugün Pazar üçümüzün de izin günü, mahalleyi dolaşıyoruz. Hava çok sıcak Tahsin abi kafede oturuyor. Bizi gördü, yanına çağırdı. Aslında bugün tüm düşüncemiz birisine Türk kahvesi ısmarlatmaktı. Hemen yanına koştuk biraz yüzsüzlük yaptık sandalyeleri çekip yanına oturduk.
“Ne yapıyorsunuz çocuklar?” dedi.
“Hiç, öylesine geziyoruz,” dedim. Elinde kitap vardı. Mıstık,
“Tahsin abi ne okuyorsun?” dedi. Güldü,
“Gorki’nin Ana’sını,” dedi. Tövbe tövbe küfür edecek zannettik. Ali kulaklarını tıkadı. Sonra kitabın kapağını gösterdi. Maksim Gorki – Ana yazıyordu. Hepimiz bir oh çektik. O soruyu bekliyoruz. Garson geldi.
“Tahsin abi çocuklar bir şey içer mi?” dedi. Tam Türk kahvesi içeriz diyecektim.
“Limonata getir gençlere,” dedi. Beş dakika geçti geçmedi, Sema ve Semra ablalar geldi. Daha büyük bir masaya geçtik. Kendilerine Türk kahvesi söylediler, içimden ‘Ah bu bize yapılır mı?’ dedim. Hızlıca kalkıp kendimizi arnavut kaldırımlarına attık.
Nedim abi evinin kapısının önüne sandalye atmış eşi Medine abla ile kahvaltı sonrası kahvelerini yudumluyorlardı. Onlara yaklaştıkça kahve kokusu buram buram bizi kendine çekiyordu. Nedim abi ile göz göze geldik.
“Efe, gelin bakalım. Ne yapıyorsunuz çocuklar, sıcakta çok dolaşmayın,” dedi. Şapkalarımızı gösterdik.
“Şapkasız çıkmayız Nedim abi… Geziyoruz,” dedim. Ali lafa girdi.
“Afiyet olsun Nedim abi,” dedi.
“Gelin çocuklar birlikte olsun,” dedi. Gözlerimiz parladı, bahçeden üç sandalye kapıp yanına dizildik. Eşine dönüp,
“Hanım çocuklara birer Paşa çayı dol…” diyecek oldu. Hemen müdahale ettim.
“Medine abla sağ ol. Biz çok çay içtik,” dedim.
“O zaman dün yaptığımız koruk suyu ve pastadan getirsin,” dedi. Bir tabak içinde yaş pasta ve yanında ince belli bardakta koruk suyu geldi. Söylediğim gibi çocukluğumuz bardaktaki pastaları temizlemekle geçti. Yedik içtik kalktık.
Çok canımız sıkılmıştı. Köşedeki Atari salonunda paramız bitinceye kadar ben Futbol, Ali Mortal Kombat, Mıstık Street Fighter oynadı. Orada da kaybettik. Bugün şanslı günümüzde değildik. Her şey daha ne kadar kötü olabilir diye düşünürken bir anda hava kapandı. Gök delindi, fırtına koptu. Yağmur deli gibi iri iri yağmaya başladı. Kendimizi çıktığımız atari salonuna zor attık. Üç bilemediniz beş saniyede yağmur hepimizin içinden geçmişti.
Yazın ortasında hepimiz tir tir titriyoruz. Âdem abi tüm ısıtıcıların fişini taktı. Karşısına geçip kurumaya çalıştık. Yağmur tüm şiddetiyle yağmaya devam ediyordu. Sokaktaki suya girsek herhalde belimize kadar gelirdi. Âdem abinin atari salonuna beş altı basamakla çıkılıyordu. Neredeyse kapının önüne kadar su gelmişti. Evlerine ulaşma imkânı bulamayan büyüklerde salona sığınıyorlardı.
Biz kurumaya başlamıştık ama yağmur yağmaya devam ettiği için dışarı çıkamıyorduk. Âdem abi bir tas jeton getirip,
“Boş durmayalım oyun oynayalım yoksa zaman geçmez,” dedi.
Hayatımızda ilk defa o gün oyun oynamaktan bıkmıştık. Tuşlara basmaktan artık parmaklarımı hissetmiyordum. Nihayet yağmur durdu. Sular çekilmeye başladı. Büyüklerimiz kahvede mahsur kalmış onların yanına gittik. Küçük bir elektrikli sobası açıp bizi karşısına oturttular. Babam ve dedem bizi aramaya çıkmış. Birer sıcak paşa çayı geldi. İçtik, kahveci Hüseyin abi sürekli yanımıza gelip sıcak içecekler getiriyordu.
Bir ara,
“Başka bir şey içerseniz getireyim,” dedi. Ali ile birlikte birbirimize baktık.
“Türk kahvesi alırız,” dedim.
“Nasıl olsun kahveler?” dedi. O an dedem yanımıza geldi.
“Ne kahvesi Hüseyin, sıcak paşa çayı getir. İçleri ısınsın,” dedi.
Bu paşa çayını kim bulduysa çıksın artık ortaya…
Yıllarca Türk kahvesini şekerli içtim. Ursula K. Le Guin’in dediği gibi kahvemiz,
“Gece kadar karanlık, günah kadar tatlı olsun,”