Bodrum deyince aklınıza ne geliyor? MFÖ’nün “Bodrum Bodrum” şarkısı? “Sanat Güneşi” Zeki Müren? Selim İleri’nin “Her Gece Bodrum” romanı? Türkân Şoray’lı, Kadir İnanır’lı “Bodrum Hâkimi” filmi? Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın “Mavi Sürgün”ü? Balıkçı’dan söz açmışken daha gerilere gidelim; Bodrum’un Antik Çağ’ı Halikarnassos mu, “tarihin babası” Heraklitos mu, Yunan mitolojisinin güneş tanrısı Helios mu?
Haydi, itiraf edin, zihniniz günün haberleriyle dolu, değil mi? Aşırı pahalılık nedeniyle Bodrum sahillerinin bu yaz eskiye oranla nasıl da boş olduğu, bir lahmacuna bin TL vermeyi reddeden yerli turistin Yunan adalarını tercih ettiği, esnafın yakınmalarına karşın tüketicinin isyanı haberleri düşüyor hep önümüze. Mültecilerin umut pazarında kıyılara vuran bedenlerini de unutmadık. Çepeçevre sarılı olduğumuz savaşlarla; geçinme ve hayatta kalma savaşlarıyla tıka basa doluyuz.
Zihin öyle ele avuca gelmez şey ki âdeta zamanla ve zeminle şekilden şekle giriyor. Elbette her okurun Bodrum ile kendine ait bir bağı, hatırası olabilir fakat yine de kolektif olan, güncel olan, o sırada konuşulan neyse aklımızın iplerini oraya bağlamaya meyyaliz. Belki, “Girişteki isimlerle güncel olayların alâkası ne?” diyorsunuz fakat demeyin. Çünkü başımıza gelenler, biraz da aklımıza onların değil, bunların gelmesinden. Antik Çağ’da mitoloji, bilim, felsefe, sanat ve deniz ticaretiyle tıka basa dolu olan coğrafyada önce bu meseleleri aklımızda tutsaydık; aklımıza daha çok hayal kurmayı, yıldızlara bakmayı, hikâyeler anlatmayı, şiir yazmayı, sanat ve bilim yapmayı, fikir ve kültür üretmeyi getirseydik başımıza çağımızın belaları bu kadar musallat olur muydu? Hem belki Antik Çağ’ın cinsiyetçilik külfetini o dönemin nimetleriyle alt eder, cinsiyet sorunlarını aşmak için bile aşama kat ederdik, kim bilir…
YAZ MEVSİMİ DEMEK, BİRAZ DA AKADEMİ DEMEK
Girişi fazla uzattığımın farkındayım zira Halikarnassos Kralı Maussollos’un kurduğu antik Myndos kenti, Bodrum’un hazinesi Gümüşlük’ten; referanslarını Antik Çağ’dan alan bir düşünce ve sanat bahçesinden çıkıp geldim buraya: Gümüşlük Akademisi’nden… Otuz yıla yaklaşan tarihi boyunca, adını aldığı Gümüşlük’ün kadim köklerine yakışan kültür üretimine ve aktarımına sahne olan bir akademiden söz ediyoruz. Hamisi ve banisi, Türk edebiyatının devrimci yazarı Latife Tekin olan Gümüşlük Akademisi, Bodrum dediğimizde okurun aklına gelmesini istediğimiz o yerin ta kendisi.
Okuyup yazmaya, edebiyata, felsefeye, sanata gönül verenler için yaz ayları bu yüzden biraz da hiç olmazsa birkaç günü Gümüşlük Akademisi’nde geçirmek demek. Zihinlerine yeni kapılar, pencereler açmak için yazarların, şairlerin, tiyatrocuların, sinemacıların, felsefecilerin onlarca farklı konuda düzenlediği atölye çalışmalarına katılıp kitaplara kapılmak demek. Akademide 2024 Temmuz’u; Tiyatro Festivali, Film Çalışmaları, Felsefe Günleri ve Edebiyat Festivali ile geçti. 22 Temmuz-7 Ağustos’ta iki buçuk haftaya yayılan Edebiyat Festivali’ni solumuş olmak, beni bu yazıya getirdi.
DÜŞÜNCE VE SANAT BAHÇESİ
Sanatın, felsefenin doğayla buluştuğu bir düşünce çiftliği olan Gümüşlük Akademisi’ne ilk kez 2002 yılında, hikâyesini Latife Tekin’den dinleyip röportaj yazmak üzere gitmiştim. Tekin, burasının bir okul değil; geleceğe yön verecek çözümler üreten disiplinlerin buluştuğu bağımsız bir ekol olduğunu, bu amaçla kurulduğunu anlatmıştı. Temeli 1995’te Ahmet Filmer’in arazisini bağışlayarak Gümüşlük Akademisi Kültür, Sanat, Ekoloji ve Bilimsel Araştırmalar Merkezi Vakfını kurmasıyla atıldı. Altyapıyı, binaların yapılmasına uygun hale getiren Ahmet Filmer’in yolu, yazar Latife Tekin ile kesişti. 1997’de vakfın düzenlediği bir sempozyuma davet edilen Tekin, gönüllü katıldığı akademinin her şeyi oldu. Sponsor desteğiyle doğayı rahatsız etmeden eğimli araziye kıvrılıveren bir bahçe yarattılar. Mimarisi, “Nasıl bir yerde çalışmak istersiniz?” diye sorduğu yazar arkadaşlarının cevaplarıyla şekillendi. Yapıları, hiç ağaç kesmeden, paletli kepçe kullanmadan, bazı yerleri elleriyle kazarak tamamladılar. Öyle ki bir tepecik, bir eve eşik oldu. Bir başka tepeciğin içine merdivenler gömüldü. Meşe ağaçlarıyla simgelenen bahçe, ortasında Monet tablolarındaki gibi nilüferli gölet, çevresinde yazarların, sanatçıların, konukların konakladığı mütevazı evler, mutfak, tiyatro, kütüphane, toplantı odasıyla bir yaşam alanı oldu. Aziz Nesin’in tabiriyle “ancak delilerin kalkışabileceği bir iş” ki Latife Tekin, kendi ifadesiyle o delinin ta kendisi. 2002 yılından itibaren akademiyi, yazarlar, sanatçılar, düşünürler, bilim insanlarıyla bir düşünce ve sanat bahçesine dönüştürdü. Türkiye’den ve dünyadan kültür insanlarının düzenlediği atölye çalışmalarıyla tohumlar serpildi burada. Derslere katılanlar o tohumları aldı, kendi topraklarında büyüttü. Nilüferli göletin çevresinde kurulan sohbetli, neşeli, akıllı fikirli uzun sofralar, katılanların zihninde hiç bitmedi. Akademi doğasının ve kültürünün yıllar içinde çoğalan etkisi, Latife Tekin’in Unutma Bahçesi, Ormanda Ölüm Yokmuş, Muinar, Manves City romanlarına sızdı. Ve mitolojiden felsefeye, edebiyattan sinemaya, resimden heykele, tiyatroya onlarca farklı atölyenin katılımcılarına da kendi üretimleri için ilham oldu, fikir verdi.
SANATÇILARLA TOPLUMUN BULUŞTUĞU BİR YER ÖZLEMİ
22 Temmuz’da başlayıp 7 Ağustos’ta sona erecek Gümüşlük Akademisi Edebiyat Festivali, tüm bu söylediğimiz sözlerin günümüzden yarına uzanacak köprüsünü kurdu. Küratörlüğünü, bu senenin Haldun Taner Öykü Ödülü sahibi yazar Polat Özlüoğlu’nun yaptığı festival programında Barış İnce, Beliz Güçbilmez, Cem Alpan, Deniz Gündoğdu İbrişim, Gaye Boralıoğlu, İsmail Gezgin, Latife Tekin, Mine Söğüt, Pelin Özer, Selda Uzunkaya, Semih Gümüş, Seyyidhan Kömürcü, Yekta Kopan atölye çalışmalarıyla yer aldı. Atölye konuları; editörlük, metin çözümlemeleri, Antik Çağ’ın kurucu metinleri, kurmaca ve hafıza, kişisel bir yolculuk olarak yazmak, kurmacayı okumak ve yazmak, kurgunun unsurları, türler arasında gezinti, edebiyat ve ekolojiyle özgürlük ilişkisi, yazının şiir hali, medya ahlakı ve okuryazarlığı üzerineydi. Katılımcılar, Akif Kurtuluş, Hakan İşcen ve Nazlı Eray’ı akşam söyleşilerinde dinledi. Eylem Ata, Murat Gülsoy gibi yazarlarla da buluşma imkânı veren festival, Latife Tekin’in “Hep hayallere açık bir yer” dediği akademinin hayallerini yerine getiren etkinliklerden biri oldu.
Akademi, Bodrum’u güncelin yüzeyde dolaşan haberlerinden, “deniz-kum-güneş” üçlemesiyle sınırlı olmaktan kurtaracak; bizi insanıyla, hayvanıyla, bitkisiyle, dağıyla, deniziyle ezcümle tüm doğasıyla hemhal edecek, yaşamaya değecek bir dünya kuruyor. Hayır, kör bir iyimserlik, çocukça bir romantiklik değil söylediğim. Gümüşlük Plajı’ndan dönerken bindiğim taksinin şoförüne, akademinin adını duyduğunda içinin nasıl da nefes aldığını hissettiren cümlelerinden biliyorum bunu. “Tabii ya” dedi, “Bodrum’u insanlar sadece deniz, eğlence zannediyor. Böyle, yazarlarla, kültürlü insanlarla anılsın, ne güzel.” Latife Tekin’in, yirmi iki yıl önce söylediği “Sanatçılar toplumun ruhunu besliyor ve toplumun da sanatçılara sevgiyle karşılık vermesi gerekiyor” sözü karşılığını bulmuş oluyor. Tekin’in, “Burada benim için ağaçlarla insanlar arasında hiçbir fark yok” dediği, akademinin köpeklerinin derslere girip sofra sohbetlerine eşlik ettiği bu evren, hayallerimizin hakikate dönüştüğü yer olsun istiyoruz.
İşte bu yüzden aklımızı edebiyata veriyoruz. Güncelin içimizi daraltan yüzeyinden, Gümüşlük Akademisi Edebiyat Festivali’nin derinliğine dalıyoruz. Oradan çıkmaya da hiç niyetimiz yok.
Suha Çalkıvik: “Ekrandakilerin Yüzde 75’i Spiker veya Sunucu Değil”
Gündüz Vassaf: “Türümüzün Tarihinde Ruhen En Hasta Olduğu Noktadayız”