Instagram Sansürü ve İletişim Başkanlığı

Türkiye’de gündemden bağımsız olarak ve sıklıkla, Twitter’ın (X) trend topic listesine girmeyi başaran tek bir bürokrat var, o da İletişim Başkanı Fahrettin Altun. Altun’u, zamansız ve alakasız bir şekilde, trend topic listesine yerleştiren tweetlere baktığınızda, bire bir aynı mesajı yaymakla görevlendirilmiş yüzlerce troll ve bot hesabının, Altun’un falanca derneğin düzenlediği filanca konferansta yaptığı açılış konuşmasını parlatmaya çalıştığını, fırsat bulup herhangi bir yerde konuşma yapamadıysa, yakın zamanda sarf ettiği sözlerini yeniden dolaşıma soktuğunu görebiliyorsunuz. 

INSTAGRAM YASAĞI

Eline böyle bir araç verilmişken, kendi ismini ve konumunun sosyal medya açısından taşıdığı tehdidi sürekli hatırlatma ihtiyacında olan Altun, son olarak İsmail Haniye için yayımlanan taziye mesajlarının Instagram tarafından engellenmesini sert bir dille eleştirerek, bunun açık ve net bir şekilde sansür olduğunu ileri sürerek gündeme geldi ve ertesi gün Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) Instagram’a erişim yasağı getirdi. 

Tıpkı Kahramanmaraş depremlerinin hemen sonrasında Twitter’a konan erişim yasağında, bu yasağın gerekçesine dair hiçbir açıklama yapılmaması gibi Instagram’a konan yasağın ardından da yeterli bir resmî açıklama yapılmadı. Ulaştırma ve Altyapı Bakan Yardımcısı, yasak kararından bir süre sonra yaptığı açıklamada, bu yasağa değinmeden, sosyal medya platformlarını işbirliği yapmamakla suçlayan ve “değerlerimize saygı duyan, dezenformasyonsuz, daha temiz ve güvenli bir sosyal medya” talep ettiklerini duyuran bir tweet attı. BTK’den yetkililer ise, isimlerini vermeden basına yaptıkları açıklamalarda, bu yasaklama kararının çeşitli başlıkları kapsayan katalog suçlar nedeniyle alındığını belirttiler. 

Peki Instagram’ın, çocukların istismarından, kumar ve uyuşturucuya özendirmeye kadar birçok fiili kapsayan bu katalog suçlara karşı yeterli önlemi almaması tam da Haniye paylaşımlarının engellenmesinin hemen ardından mı fark edilmiş, toplumu korumak adına acilen harekete geçme ihtiyacı tam da bu dönem mi doğmuştu? Buna yasak kararından üç gün sonra konuşan Erdoğan cevap verdi bir bakıma. Yaptığı açıklamada, sosyal medya şirketlerini İsrail’in katliamlarını savunmak ve yaşanan vahşeti gizlemekle suçlayan Erdoğan, bu şirketleri dijital faşizmin bir parçası olmakla ve mafya gibi davranmakla eleştirdi ve katalog suçlardan ziyade platformun siyasi tercihlerini hedef aldı. Yani, bu yasağın siyasi saiklerle alındığı, BTK yetkililerinin bu yasağı savunmak adına katalog suçlar gibi teknik ve hukuki bir alanı kullanmak zorunda kaldığı söylenmiş oldu. 

Diğer yandan, Instagram’ın paylaştığı verilere bakıldığında, şirketin AKP’nin isteklerini yerine getirmek için çabaladığı açıkça görülüyor. Örneğin, Ocak-Haziran 2024 arası dönemde Instagram üzerinden şikâyet edilen 2580 içerikten 2445 tanesine şirket tarafından yaptırım uygulandığı, yani yüzde 94’lük bir oranla taleplerin karşılandığı görülüyor. Durum buyken bu sürpriz yasağı nasıl anlamak gerekiyor?

“YERLİ VE MİLLİ” SOSYAL MEDYA

Bana kalırsa ne katalog suçlar ne Haniye’ye yönelik paylaşımların kısıtlanması ne de buna benzer gündeme bağlı gelişmeler, bu yasağı ve geçmişteki diğer sansür girişimlerini tamamen açıklamaktan yoksun. Dönem dönem parmak sallamalarla, dijital faşizm tanımlamalarıyla, “Dünya beşten büyüktür” mottosunun dijital uzama aktarılmasıyla, kimi zaman ise sansür yasaları ve direkt olarak erişim engelleriyle karşımıza çıkan AKP’nin internetle olan savaşı, daha büyük, daha baskıcı ve daha distopik bir tahayyül tarafından besleniyor.  

AKP’nin sosyal medya ve internete nasıl baktığını anlamak için onun geleneksel medyayla olan geçmişi iyi bir referans olacaktır. İktidara geldiği 2002 yılından itibaren medyanın, siyasi ve ekonomik açıdan, önemli bir güç olduğunun farkında olarak, bir yandan kendi yandaş medya bloğunu yaratıp, diğer yandan ana akım olarak anılan medya gruplarını ehlileştirme politikası izleyen AKP, özellikle 2010 sonrasında bu çabasında büyük ölçüde başarıya ulaştı. 2018 yılında Doğan Medya’nın elindeki kanal ve gazeteleri, nöbetçi Demirören’e bırakıp, sektörden çekilmesi bu zaferin çarpıcı bir simgesiydi. Bu tarihten itibaren, medya alanının yaklaşık yüzde 95’ini bilfiil kendisi yöneten ya da komiserleri aracılığıyla kontrol eden iktidar, geriye kalan çok küçük alanı ise RTÜK, Basın İlan Kurumu ve yargı eliyle neredeyse nefes alamaz duruma getirdi. Yani AKP’nin geleneksel medyaya yönelik politikası tam kontrol ve sansürden ibaret tekçi bir politikaydı. 

Doğan Medya’nın medya sektöründen kovulduğu 2018 yılında, artık gündem ele geçirilen devasa medya organizasyonunu senkronize bir şekilde yönetebilmek ve geçmişin ana akımından sağ çıkmayı başaran gazeteciler ile yurttaşların hâlâ sözünü söyleyebildiği sosyal medya mecralarını benzer bir tam kontrol ve sansür mekanizmasına bağlayabilmenin yollarını aramaktı. Bu amaçla aynı yıl İletişim Başkanlığı kuruldu. AKP propagandasının tek elden üretildiği ve dağıtıldığı bir propaganda bakanlığı olarak örgütlenen İletişim Başkanlığı öncelikle, TRT ve AA da dahil olmak üzere, konvansiyonel medyanın, iktidarın siyasi ve ekonomik çıkarları açısından daha etkili ve uyumlu yönetilebilmesinin mekanizmalarını oluşturdu. Ardından iletişim alanında faaliyet gösteren STK’ların yaratılması, var olanların toparlanması ile üniversitelerin iletişim fakültelerinin üzerinde, işbirliği adı altında, bir tahakküm kurulması aşamasına geçildi. RTÜK, Basın İlan Kurumu, BTK gibi kurumlar da bu başkanlığın kontrol sahasına çekildi. Bu yıllarda, bölük pörçük ve farklı kişilerin yönetiminde faaliyet gösteren troll örgütlenmeleri de merkezileştirildi. 

Sosyal medyaya yönelik düşmanca açıklamalar ile erişim engelleri bu kurumun icadından önce de vardı tabii. Youtube ve Wikipedia 2010’lu yıllarda defalarca sansüre uğradı örneğin. Ancak İletişim Başkanlığı, kapsamlı bir sosyal medya politikası oluşturarak, bunu bir takvime ve plan programa bağladı. Öncelikle işe ahlaki panik kampanyalarıyla başlandı. Sosyal medya platformlarının toplum değerlerine zarar verdiği, ahlaki çürüme yarattığı, insanları çeşitli suçlara yönelttiği yazılıp durdu. Ancak, asıl kampanya, dünyada o dönem post-truth ve sahte haber meselelerinin çokça konuşulmasından da faydalanılarak dezenformasyon kavramı üzerinden örgütlendi. Yalan haberin Covid’ten bile tehlikeli olduğu, demokrasilerin dezenformasyondan daha büyük düşmanının olmadığı, bunun terör olarak ele alınması gerektiği gibi abartılı propagandalar eşliğinde, İletişim Başkanlığı tarafından kurgulanan iki tane sansür yasası meclisten geçiverdi. Sonrasında ise iktidarın işine gelmeyenleri yazdıkları için, gazetecilerin ve yurttaşların sansür yasaları kullanılarak, hapse atıldıklarına tanık olduk.  

Geldiğimiz noktada, İletişim Başkanlığı’nın, kurulduğu günden bugüne geçen altı senede, AKP rejiminin en güçlü kurumlarından birisi haline geldiğini söyleyebiliriz. RTÜK, BİK, BTK, TRT, AA ve üniversitelerin iletişim fakültelerinden birkaç muhalif yayın hariç medyanın tamamına, devlet kurumlarının iletişim birimlerinden onlarca STK’ya, “Dezenformasyonla Mücadele Merkezi” gibi yapılardan içerisinde muhalif görünümlüsü de olan binlerce troll’e kadar çok geniş bir kadroyu ve devasa bir bütçeyi yöneten bu kurum, ayrıca herhangi bir “dava”sı, siyaseti kalmamış AKP için ideoloji üretme ve yeni davalar icat etme tekelini de ele geçirmiş durumda. Bu açıdan Altun’un Haniye açıklamasıyla Instagram’ın sansürlenmesi arasında doğrudan bir bağlantı kurulması hiç de mantıksız değil. 

Ancak, bu kurum tarafından örgütlenen ahlaki panik kampanyalarından sansür yasalarına, dijital faşizm tanımlamalarından “yerli ve milli bir sosyal medyaya ihtiyacımız var” açıklamalarına kadar ortaya çıkan akıl gösteriyor ki, gerçekte hayal edilen, büyük sosyal medya şirketleriyle bir orta yolda buluşmak değil, Çin ve kısmen Rusya örneklerinde gördüğümüz gibi tamamen kontrol edilen ve kapalı devre işleyen bir İnternet ortamını inşa etmek. Tam da geleneksel medya alanında ele geçirilen gücü sosyal medya ve İnternet üzerinde sağlamak. Bunun siyasi baskı ve kontrol açısından getireceği avantajların yanında, İletişim Başkanlığı ideologlarının vurgulamayı sevdiği “veri günümüzün altınıdır” klişesiyle açıklanan maddi bir yönü de var elbet

Çin’den ithal bir “siber vatan” projesi, yaygın sosyal medya platformlarının en çok kullanıldığı ülkelerden birisi olan Türkiye için, gerçekleşmesi neredeyse imkânsız bir hayal olsa da AKP bunu bir siyasi söylem olarak kullanmaktan vazgeçmeyecektir, tıpkı “kültürel iktidar” ve “dünya beşten büyüktür” gibi hayali düşmanlar ve saflaşmalar yaratan söylemler gibi. İktidar, ABD menşeili bu şirketlerle her sürtüşmesini Batıya karşı verilen mücadelenin bir cephesiymişçesine süsleyip paketlemeye devam edecektir. Son yaşanan Instagram yasağı da bundan bağımsız değildir. Gazze’de katliamların başladığı günden itibaren Filistin meselesini iç siyaset için kullanışlı hâle getirmeye çalışan AKP, bu sefer sosyal medya üzerindeki yetkisini bu amaçla kullanmış, en az zararla en etkili halkla ilişkiler kampanyası yapma fırsatını burada görmüştür. 

Instagram ne zaman açılır bilinmez ama iktidarın, İletişim Başkanlığı’nda somutlaşan, iletişim politikalarının nice yeni sansüre gebe, hatta buna muhtaç olduğu ortadadır. Çünkü iletişimsel yapı, ideoloji ve söylem tam da bunun üzerine kurulmuştur. Bu nedenle tek tek sansür vakalarını tartışmak yerine, bu ülkede iletişim ve ifade özgürlüğünün önündeki en büyük engel olan ve devasa bir kapasiteyi tek bir partinin çıkarları doğrultusunda tek elden yöneten propaganda bakanlığının varlığını tartışma konusu hâline getirmek gerekmektedir.

Küresel Dünyada Yükselen Sağ ve Transfobi: Imane Khelif Örneği

Kürt Roma’yı da Görmesin ve The 8 Show

Afet Haberciliği ve Propaganda