Yolda Kalanın Hikâyesi 1: Yanlış Yol

“Ali doğru yolda mıyız?”

“Bana güven dostum On dakika sonra oradayız.”

“Dedemi uyandırıp sorayım mı?”

“Neden rahatsız ediyorsun, gidiyoruz işte.” 

“Yarım saat öncede on dakika sonra oradayız dedin, o nedenle olabilir mi?” 

“Az kaldı, bu defa eminim,” dedi.

Bir saat sonra…

İçim geçmiş uyuya kalmışım, gözlerimi açtığımda hâlâ gidiyorduk. Saate baktım o an kendimi kaybettim,

“Aliiiiiiiiiii!” diye kükredim. Dedem sesime uyandı. Ali irkildi,

“Ne oldu?” dedi 

“Neredeyiz?” dedim.

“On dakika sonra…” diyecekti ki… Dedem arkadan sakin bir şekilde,

“Çocuklar yanlış yoldayız…” dedi.

Arabayı kenara çektik. Dışarıya çıktık. Dedem sağa sola baktı. Biraz gezindi. Evliya gibidir. İleri görüşlü, sakin, çocukla çocuk, gençle genç olurdu. Herkesin sevdiği saygı duyduğu biriydi. Mis gibi havayı ciğerlerine doldurdu. Sırtını koca çam ağacına dayayıp gözlerini kapadı, birkaç dakika hiç kıpırdamadan durdu.

“Sesi duyuyor musunuz?” dedi.

“Ne sesi dede?” dedim.

“Toprağın, ağacın, suyun, böceklerin, kuşların sesi,” dedi. Ali ile birbirimize bakıp dedem gibi sırtımızı ağaca dayadık. Gözlerimizi kapatıp dinlemeye başladık. Ben sadece kuşların ve giderek sert esmeye başlayan rüzgârın sesini duyuyordum. Hava kararıyor, sıcaklık düşmeye başlıyordu. Dedem gözlerini açıp birkaç adım attı.  

“Ana yoldan çıkıp orman yoluna girmişiz,” dedi. 

“Yakınlarda mutlaka bir köy vardır. Onlar belki bize çıkışı gösterir,” dedim.

“Bu çok kullanılmayan bir köy yolu, bekleyip sabah devam edelim”

Hepimiz gün boyunca arabanın içinde uyumuştuk. Kimsenin uykusu yoktu.    

Dedem yetmiş iki yaşındaydı. Bir hafta önce beni karşısına alıp,

“Torunum, bugün varız yarınımız belli değil. Son kez doğduğum gençliğimin geçtiği yerleri görmek istiyorum,” dedi.

Mesajı almıştım, köyüne gitmek istiyordu. Öldüğünde gömülmek istediği yeri son kez gözleriyle görmek istiyordu. Ali’yi aradım,

“Dedem köye gitmek istiyor,” dedim. O bir şey söyledi mi bizim için emirdir. 

“Hemen geleyim mi?” dedi.

“Dur hazırlıkları yapalım haftaya yola çıkarız,” dedim.

Ali sabahın erken saatlerinde arabayı kapının önüne çekti. Yolculuk boyunca ne gerekiyorsa bagaja doldurduk. Dedem arka koltuğa oturdu. Ali arabayı çalıştırırken dedeme dönüp,

“Dede yolu biliyorsun değil mi?” dedi kısa ve net bir cevap geldi.

“Dün gibi…”

Dedem yolu biliyordu. Fakat Ali’nin ne kadar yol özürlü olduğunu bilmiyordu. Yanlış yola girmiş, kendimizi ormanlık bir alanın ortasında bulmuştuk.  Arabaya park ettik, sabah olmasını bekliyoruz. Hafif yağmur yağmaya başladı. İşte o an harfler dedemin ağzından bir bir dökülmeye başladı…

Çocuklar geçmişe bakıp düşündüğümde, birçok güzel insanla, tanışmam genelde yağmurlu günlerde olmuştur. 

Korkunç bir yağmur ve fırtına vardı. Öğrenci evimizin önü sular altında; dizlerimize kadar suyun içindeydik. Ulaşım ancak itfaiye araçlarıyla sağlanabiliyordu. Arkadaşlarımızla, ‘Ne yapsak, nasıl yapsak, ev gece su alır mı?’ diye düşünürken, nöbet tutmaya karar verdik. Bu sırada kapı deli gibi çalmaya başladı. İçeriye soluk soluğa yan apartmanın zemin katında oturan Zeynep girdi. Sırılsıklam halde bize bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. 

“Sakin ol, ne oldu?” dedim.

“Evimizi su bastı lütfen yardım edin,” dedi.

Üç arkadaş koşarak yarı belimize kadar olan suyun içine girip kızlara yardım ettik. Eşyalarını çıkarıp iki arkadaşı birkaç hafta bizde misafir ettik. İşte babaanneni orada tanıdım ve evlendik.

Yine yağmurun yağdığı, fırtınanın koptuğu bir gün öğlen saati olmasına rağmen ortalık kararmıştı. Kurduğum muhasebe şirketime, önce kocaman şemsiyesi ve güven veren gülümsemesiyle sırılsıklam halde birisi girdi. Her yerinden sular akıyor biz hayretler içinde onu izliyorduk. Elinde sımsıkı tuttuğu büyük poşetleri bir kenara bırakıp yanımıza geldi. 

“Merhaba, ben Erkan bir şirket kurdum. Muhasebeci arıyorum,” dedi.  

Ali’nin babası hayatımıza böyle girmiş oldu. 

Zor zamanlarda hiç unutulmuyor. Şehir sağanak yağmura teslim olmuş, üzerine kasvet çökmüştü. Hava yavaş yavaş kararmaya başlıyordu. Kömür sobasının üzerine koyduğum kestanelerin kokusu odanın her tarafına yayılırken, elimdeki kitaba kahvem, hafif bir müzik ve yağmurun cama vuran sesi eşlik ediyordu. Bir telefon bütün ahengimi bozmuştu. Karşımdaki ses kardeşimin öldüğünü söylüyordu

Hayatımda ve içimde beni ısıtan bir mevsim bitiyor. Yeni, yalnız, soğuk bir mevsime, yağmura, kışa karışıyordum.

Arabanın içinde derin bir sessizlik olmuştu. Dedem kitap gibi konuşuyordu. Bazen, cümleler sizi alıp başka bir mekâna veya hayatın içine sokuyordu. Sessizliği Ali bozdu,

“Dede bunları nasıl bu kadar iyi hatırlıyorsun,” dedi. Hafifçe güldü,

“Hadi uyuyalım, yarın yolumuz uzun,” dedi.

Masumiyet Çağı

Gece Kadar Karanlık Günah Kadar Tatlı

Fırtına Öncesi Sessizlik