Bir İnceleme ve Değerlendirme: “Sultanın Düşüşü: Osmanlı’da Kriz ve İsyan*”

Bu yazıda incelenen Sultanın Düşüşü: Osmanlı’da Kriz ve İsyan (İng. Crisis and Rebellion in the Ottoman Empire: The Downfall of a Sultan in the Age of Revolution) kitabı, Aysel Yıldız’ın 2008 yılında tamamladığı Vaka-yı Selimiyye or the Selimiyye Incident: A Study of the May 1807 Uprising başlıklı doktora tezine dayanıyor. Bununla beraber, kitabın tezden yaklaşık sekiz sene sonra basıldığı düşünüldüğünde Yıldız’ın bu zaman dilimindeki çalışma ve görüşlerini de bu çalışmanın içeriğine dahil ettiğini, tezini kısalttığını ve yeni literatürle revize ederek yeni özgün bir eser ortaya çıkardığını belirtmeliyiz. Ayrıca belki de yayınevi ve editörlerinin isteği doğrultusunda bu çalışmada yazarın III. Selim dönemi reform ve değişimlerini global/küresel değişimlerin içerisinde yeniden okuduğu ve bu dönemin Avrupa devlet oluşum süreçleri ve savaş mekanizması ve finansmanı aracılığıyla yeniden ele aldığı göze çarpmaktadır. Böylelikle yazarın tarihsel anlatısı, III. Selim dönemindeki reform ve değişimleri, sadece iç politika unsurları ya da dış/Batılı devletler ve uluslararası sistemin dayatmaları olarak okumanın ötesine geçmiş oluyor; yerel-küresel, iç-dış etmenler ve unsurların dengeli, karşılıklı bir tarihsel analizi için verimli ve çalışır bir teorik çerçeve ve tarihsel analiz imkânı ortaya koyuyor. 

Bu çalışmayı aynı zamanda Osmanlı-Türk “modernleşmesini/batılılaşmasını” kesintisiz bir şekilde Batılı/seküler/modern olana doğru ilerleyen bir süreç olarak ele alan Osmanlı modernizasyon/batılılaşması literatüre bir tepki ve onun modernist varsayım ve ön kabullerine revizyonist bir müdahale olarak da okuyabiliriz. Yazarın metnine de dahil ettiği Niyazi Berkes ve Stanford Shaw gibi tarihçiler bu yaklaşımın iki önemli ismiydi. Bu iki önemli figür, Osmanlı tarihini -özellikle 1700 sonrası dönemi- modernizasyon teorisi üzerinden evrimci, organizmacı bir yaklaşımın sonucu olan tekli (monolitik) bir nedensellik içeren indirgemeci bir tarihsel bakış açısı üzerinden ele almışlardı. Onlar için III. Selim dönemi ve tabii ki Cumhuriyet kurulana kadarki uzun süreç, eski-yeni, ilerici-gerici, Batılı-Doğulu, Batıcı-reform karşıtı/geleneksel gibi ikili karşıtlıkların canlı bir çatışması ve nihayetinde “modern”, yeni ve Batılı olanın zaferiyle sonuçlanacak bir tarihsel mücadele alanıydı. Diğer birçok tarihçi ve sosyal bilimcinin yanında Berkes ve Shaw’ın çizgisi, bir nevi kendi şablonları olan evrimci ve modernizasyon teorinin Osmanlı tarihsel gerçekliğine ve tecrübesine uyarlanması, uygulanmasını gerektiriyordu. Bu da karikatürize edilmiş haliyle şöyleydi; “Aydınlanmış bir sultan” olan III. Selim ve onun “ilerici” yakın çevresi Batılı düşünce ve yönetim anlayışını Nizâm-ı Cedîd ve İrâd-ı Cedîd gibi geniş çaplı bir reform hareketiyle Osmanlı bürokratik aygıtına, askeri sistemine ve diğer alanlara uygulama çalışmışlardı. Bu dönem ve dönemin reform hareketi tam olarak “Batıya açılan pencere”ydi. Öyle olmasına rağmen yine Osmanlı tarihinin gerici/değişimin önünde engel olan güç odakları ve gruplar (ulema, yeniçeri ve “cahil ve eğitimsiz halk yığınları”) Batılı/yeni olana ve yeniliğe farklı dini gerekçe ve İslami söylemlerle karşı çıkıp kendi alışkın oldukları yöntemlerle III. Selim’in yönetimine, onun ileri görüşlü yenilik hamlelerine son vermişlerdi. Bir kez daha yenilik, reformist anlayış sırf kendi inanç, gelenek ve yaşam tarzlarına uymadığı için bir isyanla gerici/irticai bir şekilde bastırılmıştı. 

Yıldız, çalışmasında tarihsel sürecin bu anlatılan tarzda gerçekleşmediğini, yani III. Selim döneminin değişimin motorunun yukarıda iddia edildiği gibi reformcu anlayışa sıkı sıkıya bağlı bir Sultan ve onun reformcu elitinin sırf yeni olduğu ve değişimi amaçladığı için sonlandırılan bir reform hareketi ve padişah dönemi olmadığını, ele aldığı tarihsel sürecin hem elit içi kıyasıya bir rekabet hem de süregiden iç, yerel ve küresel, uluslararası tarihsel koşulların şekillendirdiği zaman aralığının girift ve derinlikli bir tarihsel analizini bizlere sunuyor. Ayrıca yenilik taraftarlarının yekpare bir blok değil, mensup oldukları grup/sosyal tabaka, kariyerleri, dünya görüşleri ve özel olarak Nizam-ı Cedid’e genel olarak Osmanlı devlet ve toplumunun ihtiyaç duyduğu reform ve değişim hakkında farklı düşüncelere sahip bir koalisyon olduğunu bize reformcu devlet ricalini oluşturan önemli figürlerin kariyer ve bağlantılarını (patronaj ve intisâb) tek tek ele aldığı ayrıntılı bir araştırma ve kanıtlarıyla gösteriyor.

Yıldız, çalışmasında farklı Osmanlı gözlemcileri ve yabancı basın ve seyyahların ortaklaştığı Selim ve dönemin reform ve genel politikalarının danışmanlığını yapan farklı isimler ile anılan gizli, küçük bir gruba haklı olarak özel bir yer ayırıyor. Bu klik/kabine III. Selim dönemindeki elit oluşumu ve karar alma süreci hakkında bir fikir verdiği gibi, aynı zamanda bunun abartılı ve belli bir amaca yönelik bir tanımlama ve anlatı olduğunu akılda tutulması koşuluyla, bize zamanın gözlemcileri, tarih yazarları ve Osmanlı sakinlerinin gözünde bir şeylerin ters gittiğini ve bu çok dar yönetici elitin imparatorluk genelinde ciddi bir hoşnutsuzluk yarattığını göstermesi açısından da önem arz ediyor. 

Çalışmadan biraz ayrılacak olursak, dönemin olayları için önemli bir kaynak olan Câbî Târihi’nde (Târîh-i Sultân Selîm-i Sâlis ve Mahmûd-ı Sânî) “Poletika” olarak adlandırılan bu klik/kabine aslında bu oluşuma “yabancı” ve ötekiyle ilişkilendirerek bu oluşumu Osmanlı yönetim tecrübesi içerisinde hem yabancılaştırıyor, hem de dönemin önemli bir ideolojik karşı saldırı silahı ve yaygın bir propaganda yöntemi olan taklid ile suçlama aracılığıyla bu grubu ve onların yönetim pratik ve tavırlarının Frenk/Avrupalı/Kafirlere ait pratikler (kavram ve eylemsel düzeyde) olduğu iddiası ve şayiasıyla dönemin reformcu elitinin ve onlarla bütünleşen Nizam-ı Cedid reformlarının geçerliliğini ve meşruiyetini ortadan kaldırmaya yönelik bir ideolojik/anlatısal çaba ya da intikamcı bir karşı anlatı olarak değerlendirebiliriz. Bu konunun üzerinde daha fazla durulmasını gerektiren bir diğer husus da, bu gizli karar alan hatta tam olarak kimlerden oluştuğu bilinmeyen bu kabine/devlet ricalinin hakkında yapılan dedikodu ve spekülasyonun hem o dönem hem de sonrası için Osmanlı siyasi/yönetim pratikleri ve tarihyazımı/tarihsel anlatı olarak önemli yansımaları olacaktı. Bu tanımlama ve tasvirlerin III. Selim döneminin sonunda ve sonrasında yapıldığı ve anlatı haline getirildiği göz önüne alındığında, bunlar aslında aynı zamanda bir çeşit “tarihsel” uyarı ve dersler içeren geçmişe yönelik müdahalelerdi. Aysel Yıldız, yönetimin bu dönemde çok dar bir kadro ile sınırlandırıldığını, klikler arasındaki mücadelelere bir de yabancı güçler ve onların desteği eklendiğini ve bunun Osmanlı siyasi kültür ve devlet idaresinde halihazırda etkili olan patronaj ilişkileri ile elit içi çatışmaları daha da artırdığını söyler. Buradan yola çıkarsak hem III. Selim dönemi reform ve politikalarının yarattığı “devlet küskünleri”, hoşnutsuzları ve “mağdurları” (yönetimdeki elitlerin grup/tabaka olarak dağılımları ve yönetici elitin içerisine girebilme ve dolaysıyla kaynaklara ve gelirlere ulaşma imkanı ve kolaylığı elde etme) hem de sonraki dönemde ulema ve farklı kesimlerin bu idari/bürokratik çoğulculuğa/hareketliliğe engel olduğunu düşündükleri bu yapıyı/kliği, III. Selim yönetimi ve reform hareketinin başarısızlığının başlıca aktörleri olarak görüyor ve onları gerek risaleleri gerekse de tarihlerinde hem cezalandırıyor hem de bunun zihinlere kazınması için işlerini şansa bırakmıyorlardı. Tabii ki bunu tek etken olarak ele almamalıyız: Müelliflerin kendi kariyerleri, beklentileri ve dünya görüşleri doğrultusunda başka hesapları, hesaplaşmaları ve çıkarları olduğunun zaten her tarihsel anlatı için geçerli olduğunu biliyoruz. 

Çok uzatmadan Osmanlı devlet yönetiminin ve meşruiyetinin önemli bir parçası olan şeriatın ve İlmiyye sınıfının hem reform hareketinin içindeki yeri hem de bu dar kadronun karar alma sürecindeki etkinliği ve dolayısıyla “geleneksel” rollerinin ani bir değişime uğraması bu dar kadronun niteliği, çalışma şekli ve “gizliliği” olumsuz yönlerine ve marjinalliğine yapılan vurguyu daha da arttırmış olmalıdır. Burada daha sonraki yapılacak çalışmalar için bu çalışmanın ve III. Selim dönemi risale yazarlarının dışında döneminin tarihsel anlatısının çekirdeğini ve genel hatlarını belirleyen tarihi kaynakların önemli bir kısmının ilmiye üyesi ya da ilmiye kökenli vakanünis ve müelliflerin tarihleri olduğunu unutmamamız gerekiyor. 

Kaynak kullanımı konusuna gelecek olursak, yazarın birinci el kaynaklara hakimiyeti ve kullanımı ve metnin sonuna eklediği “Yeni Seçkinler: Kariyer ve Bağlantıları” tablosundan da anlaşılacağı üzere dönemin tanıkları ve aktörlerinin kimlikleri, aidiyetlerine aşinalığı bu çalışmanın ayırt edici özelliklerinden bir tanesi. Bunun, dönemin olayları ve aktörlerini doğru bir şekilde konumlandırmasında ve isyanın başlıca kaynakları olan risale ve tarihlerin anlamlı ve analitik bir tarihsel anlatıya dönüştürmesinde ve onları gerektiği yerde doğru bir şekilde kullanma ve argüman üretme konusunda yazara önemli bir avantaj sağladığını söyleyebiliriz. Ayrıca yazarın kaynaklar kısmında bahsettiği isyana dair 13 kaynağı ve dönemi içeren vekayinâme ve tarihleri kullanımında ikili bir yol izlediğini söyleyebiliriz; kaynaklar hem yazarın isyan anlatısının ana tarihsel malzemesini oluştururken hem de dönemin isyan yanlısı ve karşıtı dil/retorik/söylemin tespit ve analizinde yol gösterici oluyor. Kaynakların müelliflerinin ait olduğu hizip ve onların patronaj bilgileri de yazara bu kaynakların yazılış amacı, niyeti ve anlamı ve hedefledikleri okur kitlesi konusunda da önemli ipuçları sağlıyor ve iddia, yorum ve analizlerinde destekleyici ve teyit edici bir işleve sahipler. 

Her şeyden önce, Yıldız’ın kaynakları bu türden kullanımı ve dahası yorumlama biçiminin açıklığının önemini vurgulamalıyız. Ancak şunu da ifade etmeliyim ki yazar çalışmasında yer alan tarihlere ek olarak dönemin tüm tarihlerine ve sonraki dönemde bu dönemi ve isyanı ele alan tarihleri de içine alan daha yoğun dilsel/söylemsel bir analizle çalışmasının zenginliğini daha da arttırabilirdi. Böylelikle Osmanlı siyasetinde ve kültüründe derin etkileri ve bazı açılardan da “kurucu” özellikleri olan bu dönem ve olayın Osmanlı reformlar çağındaki entelektüel ve kavramsal alandaki izdüşümleri ortaya çıkarma ve takip etmemize daha fazla katkı sağlayabilirdi. Ancak, sonuçta tüm bu öneri ve katkılar, Osmanlı’da Kriz ve İsyan: Sultanın Düşüşü’nün Osmanlı tarihi çalışmalarına katkısı ve öneminden bir şey kaybettirmiyor.  Son olarak bu çalışmanın özgünlüğüyle birlikte, Sultanın Düşüşü’nden hareketle (her tarih ya da sosyal bilim metnine bir şekilde içkin olan) bir zorluğa/ikileme değinmek istiyorum, çalışmada yoğun bir şekilde kullanılan “resmi” tarihlerin kimin adına konuştuğunu ve bu müelliflerin bireysel, kurumsal ve dünya görüşü/ideolojik olarak nereye oturtacağımız ya da bu kesişen iç içe geçen -bazen de çelişen- kimlik ve aidiyetleriyle-onları tarihsel bağlamları içerisinde nasıl anlayacağımız.  Yıldız, yine kaynaklarla ilgili bölümdeki şu ifadesiyle benim bu yargımı/şüphemi doğruluyor gibi gözüküyor:

“Bu monografilere ilaveten, Ahmed Asım, Şânizâde Mehmed Ataullah Efendi ve Câbî Ömer Efendi’nin vakayinameleri ile bir Rûznâme isyana hatırı sayılır miktarda sayfa ayırır. Fakat isyanla ilgili seçkinlerin elinden çıkmayan kaynakların sayısı çok sınırlıdır ve birkaç yeniçeri destanı ile Âşık Razi’ye atfedilen hatırat benzeri bir anlatıdan ibarettir. Yukarıda bahsedilen seçkinlere ait kaynakların aksine, bu kaynaklar gerçeklere dayalı bilgi aktarmaya çalışmasa da, isyancıların ve sıradan insanların bazı görüşlerini anlamamızı sağlar.” (s.31-32)

Yazar, bazen geniş halk yığınlarının yanında gibi duran, bazen yeniçerilerin eylemlerini ve isyanlarını lanetleyen, III. Selim’i doğrudan eleştir(e)mese de onun tüm reformlarını, yönetim anlayışını ve zamanın tüm reformcularını kıyasıya eleştiren ve hatta onlar hakkında -doğrudan ya da başkalarına söyleterek- aşağılayıcı ifadeler kullanan tarihçileri “tarafsız” olarak görüyor ya da onları, devlet politikalarının ve III. Selim reformlarının destekçisi olarak kabul ediyor. Bu da o dönemin aktörlerini, onları harekete geçiren etmenleri ve anlam dünyalarını tam anlamıyla bütün çeşitliliği ve unsurlarıyla anlamamızın önünde bir engel oluşturuyor.

Not: Ateş Uslu’ya, Eren Yılmaz ve Sedef Albayrak’a yardım ve desteklerinden dolayı teşekkürlerimi sunuyorum.

*Yıldız, Aysel (2023). Osmanlı’da Kriz ve İsyan: Sultanın Düşüşü, çev. Dâra Elhüseyni, Ankara: Fol Kitap, 360 sayfa, ISBN: 978-625-6583-03-7

Osmanlı’da Anayasa Fikri Nasıl Ortaya Çıktı?

1876’da Kanun-i Esasi’nin İlanı ve Rafa Kaldırılması

Batılı Seyyahların Gözünden: Osmanlı’da Köpeklerin Sergüzeşti