Dora Mengüç – Ceren Duman
Türkiye’de ekonomi iyi gitmiyor. İşler 2025’te de düzeleceğe pek benzemiyor. Dünya Bankası, 2024 ve 2025 yılı için Türkiye’nin büyüme tahminini düşürdü. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Ekonomi programımız üretim, istihdam ve ihracat tarafında meyvelerini veriyor” diyor; oğlu iktidarın Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) düzenlemesiyle muhalefet tarafından kandırıldıklarını söylüyor.
İstanbul Planlama Ajansı’na göre Türkiye’nin lokomotifi İstanbul’un yüzde 50’si geçinemiyor. İstanbulluların yüzde 29,4’ü bazı ödemelerini artık yapamıyor. Kredi kartları ödenmesi gereken borç miktarı 1,6 trilyon liraya yükselmiş durumda. Para olmayınca, satın alma gücü düşünce herkes kartlarını sarılıyor. Cüzdanlarda sayısı gittikçe artan kredi kartları, kimileri için iskambil destesine dönüşmüş halde. Son bir yılda kart borcunda yüzde 100’lük artış var.
TUTUNAMAYANLAR, GEÇİNEMEYENLER…
Ahmet 7 yıldır inşaatta çalışıyor. “Geçinemiyoruz” diyor. Aldığı parayla harcaması gereken arasındaki uçurumun günden güne arttığını söylüyor. “Eskiler için geçinememek birikim yapamamaktı, bizim için temel ihtiyaçlarımızı bile karşılayamamak” diyor.
Türkiye’de ağustos ayında geçen yılın aynı ayına kıyasla yaşam maliyetleri yüzde 61,84 arttı. Veriyi paylaşan deneyimli iktisat profesörü Aziz Konukman. “İstanbul’da dört kişilik aile için 68 bin 933 lira olmuş! Allah aşkına böyle bir maliyeti kim karşılayacak? Emekli ne yapacak? En son, binbir zorlamayla 12 bin 500 lira yaptınız. Ne olacak şimdi o insanlar?” diye soruyor.
O insanlardan biri İzmir’de yaşayan bir esnaf. Emekli olsa da yaşam mücadelesi kaldığı yerden sürüyor, hala çalışıyor. 1 milyon 943 bin 579 emeklinin yaptığı gibi. Adını paylaşmak istemiyor ama hayatına dair paylaşacağı çok şey var. “Çoluğa çocuğa toruna para harcayamıyoruz, bir oyuncak dahi alamıyoruz” diyor, “Ancak borç kapatıyoruz, hayatı iyice çekilmez hale getirdiler” diye ekliyor. Geçim onun için de en büyük güçlük.
YOKSULLAŞMANIN DÖRT NEDENİ
Türkiye’nin deneyimli iktisatçıları arasında yer alan Profesör Hayri Kozanoğlu, hükümetin bakış açısını “Enflasyonun mal ve hizmetlere olan talep düşmeden gerilemeyeceğini varsayıyorlar.” diye özetliyor. Türkiye’de insanların yoksullaşmasını birkaç sebebe bağlıyor: Gelirlerin enflasyonla uyumlu artmaması, manşet enflasyonun üzerinde artan giderler, kredi faizlerindeki artış ve dar gelirlilerin gün geçtikçe harcama alanlarının da daralması.
“Bir yıl öncesine kadar düzenli geliri olan insanların bile borçlanıp, kredi kartıyla gündelik harcama yapıp döviz alması, borsaya girmesi veya gündelik harcamalarını kredi kartıyla gerçekleştirip otomobil, motosiklet satın alması rasyoneldi. Şimdi faizler yüksek. Politika faizi yüzde 50, ihtiyaç kredisi faizleri yüzde 70-75 aralığında oynuyor. Vade farklarından yola çıkarsak kredi kartlarının da aynı düzeylere geldiğini hatta kredi kartından nakit çekmenin aylık yüzde 5 ve diğer masraflarla birlikte 80’leri geçtiğini biliyoruz.” sözleriyle mevcut tabloyu çiziyor Profesör Kozanoğlu.
“EN BÜYÜK PROBLEM GEÇİM SIKINTISI, ONAT VE DİĞERLERİ SABIRLI OLMALI”
Sadece emekliler ve çalışanlar değil gençlerin de derdi başlarından aşkın. Türkiye’de 20-24 yaş aralığındaki gençlerin yaklaşık yüzde 33’ü ne bir okulda ne bir işte kayıtlı. Kayıp gençlik en büyük sorunlardan biri. 38 OECD ülkesi içinde Türkiye genç işsizliğinde birinci. 15-29 yaş aralığındaki gençlerde bu oran yüzde 28’in üzerinde görünüyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri ise 15-24 yaş arasındaki gençlerin işsizlik oranının yüzde 26,1 olduğunu söylüyor.
Onat, sayıları neredeyse 50’yi aşan iletişim fakültelerinden birinden yeni mezun. Okulu bitirene kadar İstanbul’da yaşıyordu, iş bulamayınca memleketi İzmir’e geri döndü. “Geleceğimi, ekonomik anlamda göremiyorum. Günlük hatta saatlik yaşıyorum. İş bulmak zor, bulsan asgari ücretli… Markete her gittiğimde günlük aldığım ürünlerin fiyatı gün gün değişiyor. Eskiden 2-3 liralık zamlar görünce şaşırırdım. Artık ‘A iyi bari, az zam gelmiş’ diyorum.” diye anlatıyor deneyimlerini.
Ama Onat, sabırlı olmalı. Kime göre? Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e göre. CNN Türk yayında geçim sıkıntısıyla ilgili soruları yanıtlayan bakan, eşiyle gittiği market alışverişinde şikâyetleri bizzat gözlemlemiş. “Haklılar, Türkiye’nin şu an en büyük problemi geçim sıkıntısı, gelir dağılımının bozulması. Ama sabra ihtiyaç var” diyor 57 yaşındaki bakan.
Eski Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan’ın, henüz affını isteyip görevden ayrılmadan önce yaptığı “İstanbul’da ev bulamadık, müthiş pahalı; annemlere yerleştik” açıklamasının bir başka versiyonu bu.
Yönetenler, üst düzey mevkidekiler, hükümet de olup biteni saklayamıyor, yalın gerçekliği onlar da kabul ediyor.
EKONOMİ YÖNETİMİNDEKİ SİYAH VE BEYAZ
Türkiye 14 Mayıs 2023 seçimleri öncesinde, yüksek enflasyonla büyümeyi test etmişti. Nureddin Nebati’nin koltuğuna oturan Mehmet Şimşek, bugün Kur Korumalı Mevduat’ın, düşük faizin ve özellikle yüksek enflasyonun toplumun dengesini bozduğunu söylüyor. Aynı iktidar döneminde görev almış halef ile selefin açıklamaları gündüz ve gece kadar birbirine zıt.
Ekonomist Güldem Atabay, söz konusu durumu “Seçim sürecinde ekonomide yaratılan tahribat, sadece Merkez Bankası’nın rezerv kayıplarından ibaret değildi. TL’nin değer kaybetmesi, KKM gibi bir ucubenin devreye sokulup bunun devam ettirilmesi, ucuz kredilerle güya yatırımlar artacakken tüketime sevk ve artık patlama noktasına gelindiğinde bir anda hepsinden vazgeçilmeye çalışılması! Türkiye, tüm bunların yükünün artan vergilerle hane halkının üzerine yüklendiği bir ülke. Şimdi ne yapılıyor? ‘Biz bunları seçim kazanmak için yaptık’ demeden ‘Hedef enflasyona göre yapacağız’ diyorlar. Geçtiğimiz yıllarda sabit gelirli, sabit ücretli veya emekliler için uygulanan ‘telafiler’, bu geçici yara bandı artık olmayacak. O yüzden 2025, herkes için çok ağır geçecek” sözleriyle özetliyor, gerçeğin rengi griden bahsediyor.
TÜRKİYE İÇİN STAGFLASYON TEHLİKESİ VAR MI?
Hükümet, Orta Vadeli Programı (OVP) geçen hafta duyurdu. Enflasyon tahminleri yükseldi büyüme tahminleri düştü. Kimi uzmanlara göre mevcut enflasyon hedefleri inandırıcılıktan uzak görünüyor. Enflasyon yüksek, ekonomi büyümüyor. Soru, Türkiye için stagflasyon tehlikesinin olup olmadığı.
Stagflasyon, ekonomide aynı anda üç kavramın kötüleşmesi hali. Yani fiyatların artması, işlerin azalması ve ekonominin yerinde sayması; bir başka deyişle büyümemesi. Bir arabada hem gazı kökleyip hem frene basmak misali.
Ekonomist Güldem Atabay, “Evet, oradayız” deyip ilave ediyor:
“Bunun adını ister durgunluk koyalım ister stagflasyon… Çünkü ’75’den 45’e 45’den 30’a giden bir enflasyon, yükselen bir enflasyon eğilimi olmadığı için stagflasyon tanımına uymaz’ diyorlar. Tamam, haydi uymasın! Bu durum 2025’in en zor yıl olacağını, AKP’nin son 22 yıl içinde bize yaşattığı en zor yıl olacağı gerçeğini değiştirmiyor ki…”
Profesör Aziz Konukman da Türkiye’nin süratle stagflasyona doğru sürüklendiği kanaatinde. OVP’nin bütün büyüme öngörülerinin 0.5 puan düşürüldüğünü, geçen yılın OVP hedeflerinin üç yıllık hedefleri hesaba katıldığında aşağı çekildiğini belirtiyor. “Büyüme oranlarında bir küçülme olacak. İşsizlik ise öngörülenin tam tersine artma trendinde. Resmi işsizlik rakamlarından çok DİSK-AR’ın daha çok gündeme getirdiği geniş tanımlı işsizliği düşünürsek çok ciddi boyutlarda rakamlarla karşı karşıya kalacağız. Sonuçta en istenilmeyecek şey, stagflasyon süreci uzun süre gündemimizi işgal edecek” diyor.
“DÜZELECEK İNŞALLAH…”
63 yaşında bir ev hanımı. O da tüm dertlerin ortaklaştığı ortamda, kimliğini anonim tutmak istiyor. Hayatı boyunca hiç çalışmamış, hiç sigortası olmamış, emekliliği yok. Geçinebilmesi eşi ve kızının maaşına bağlı. Bir de yurtdışına çalışmaya giden göçmen işçi oğluna. Tabi o da elindekilerden artırıp memlekete para gönderebilirse… İzmir’de yaşayan 63’ündeki kadın “Nedir sizi en çok zorlayan?” sorusunu işitince söze “Çok şükür karnımızı doyuyoruz” diye başlıyor. Ama çokça ama’sı, fakat’ı var:
“Pazara gidiyorsun fiyatlar uçmuş. İdare etmeye çalışıyoruz. Çiftçi de pazarcı da geçim derdinde. Evet, kimileri fiyatları bilhassa pahalı yapıyor. Ama onlar haricinde fiyatlara bir şey de diyemez olduk! Herkes geçim derdinde, karnını doyurma derdinde. Düzelecek inşallah…”
TOPLUMUN YÜZDE 90’I MARKET FİYATLARINA DEVLET MÜDAHALESİ İSTİYOR
Özgürlük Araştırmaları Derneği’nin yayımladığı son araştırmaya göre Türkiye toplumunun yüzde 90’ı market ve kira fiyatlarına devlet müdahalesi taraftarı. Enflasyonun kontrol altına alınabilmesi için çarşı-pazar-marketteki fiyatların denetlenmesi gerektiğini söylüyor halk.
Ankara’da ikamet eden 45 yaşındaki telekomünikasyon uzmanı 20 yıldır çalışıyor, sigorta prim sayılarını çoktan doldurmuş, iki yıl ile erken emekliliği kaçırmış. “İhtiyaç bitmiyor ama bütçe de kısıtlı. Piyasa olması gerekeni fiyatladığından pahalılık diz boyu. İşletmeler kar oranlarını artırmış, yarını bilmediklerinden fahiş fiyatlar var, denetim yetersiz. ‘Geçinebiliyorum, her istediğimi alıp yiyorum’ diyen yalan söyler.” diyor.
İkinci EYT’yi bekliyor beyaz yakalı bilişimci; bir umut ama muhtemelen ümitsizce…
BUZLUĞA GİREN TÜRKİYE EKONOMİSİ…
Çalışma iktisadı, sosyal politikalar ve emek dünyası konusunda Türkiye’nin önde gelen uzmanlarından Profesör Aziz Çelik de, diğer uzmanlar gibi ücretlerin ve kredi kullanımının baskılandığını, yüksek faizlerle beraber bunun ekonomiyi neredeyse durdurup soğuttuğunu aktarıyor. “Bu soğuma bir yandan istihdam ve iş gücü piyasaları açısından işsizliğin artması riskini ya da yeni istihdam alanlarının açılmasını zorlaştırıyor öbür taraftan geçim meselesini zorlaştırıyor.” diyor.
Peki ya 2025, Türkiye’nin ekonomik anlamda yaşayacağı en zor yıl mı olacak? Profesör Çelik, “En’leri sevmiyorum” şerhi düşüp, “2025’te geçim sorununun temel toplumsal sorun olacağını söyleyebilirim. Ekonomi her zaman önem taşımıştır ama şmdiden sendikalar, işçiler giderek daha fazla bir biçimde ‘Geçinemiyoruz’ diyorlar. ‘Geçinemiyoruz’ sloganının 2025’te çok daha belirgin olacağını düşünüyorum” tespiti yapıyor:
“Yüksek enflasyon, düşük büyüme içerisinde ekonominin soğuduğu, işsizliğin artma riski taşıdığı ve geçimin zorlaştığı bir yıl olacak 2025. Bunu şimdiden söylemek bir kehanet değil”
Profesör Aziz Konukman da, stagflasyona dair güçlü göstergelerin belirdiğini ifade ediyor, eylül sonuna yani üçüncü çeyrek büyüme verilerinin açıklanacağı güne işaret ediyor. “Hedeflenen gelirler politikasına baktığımızda da ocak ayında bunun da geçim şartlarını zorlaştıracağını görüyoruz.” görüşünü paylaşıyor.
14 YILDA KONUT FİYATLARINDA YÜZDE 2 BİN 710 ARTIŞ
Zaten şartları şimdiden zorlaşan milyonlar var. Yaklaşık 8 yıldır basın emekçisi olarak çalışan Asya onlardan biri. “Açlık sınırının biraz üstünde, yoksulluk sınırının çok altında aldığım maaşımla geçinemiyorum.” diye yakınıyor hayatından. Maaşı kira, faturalar ve diğer harcamalarına yetmiyor. Haliyle birikim de yapmak hayalden ibaret kalıyor.
Asya, en temel insan hakkı olan barınma ile ilgili ciddi endişe içinde. Nasıl olmasın ki? Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) verileri 2018-2022 arası dönemde konut fiyat artışının Türkiye’de yüzde 346 olduğunu ortaya koyuyor. Bu oran Finlandiya’da yüzde 8,1; İzlanda’da yüzde 51,3; Danimarka’da ise yüzde 20 seviyesinde. Veri Yönetişimi ve İstatistik Genel Müdürlüğü’nün Konut Fiyat Endeksi ile ilgili yayımladığı çizelgeye bakıldığında; ilk endeksin yayımlandığı 2010’dan Mart 2024’e değin konut fiyatındaki artış yüzde 2 bin 710! 2017’den günümüze kadar ise yüzde bin 226’lık bir artış söz konusu.
Medya çalışanı Asya devam ettiriyor cümlelerini:
“Böyle olunca kendime ‘İleride başımı sokacağım bir evim olacak mı?’ diye soruyorum, bunun endişesi taşıyorum. Biraz birikim yapsam dahi bankaların faiz oranları nedeniyle kredi çekip ev sahibi olmak mümkün değil. Bozuk ekonomi nedeniyle işten çıkarmalar konuşulurken, sahip olduğum tek güvence işim de risk altında olabilir. Aslında hem bugünüm hem yarınım belirsizliklerle dolu.”
ENFLASYON GERÇEKTEN DÜŞECEK Mİ?
Sözü, işletme finansmanı konusundaki uzmanlığıyla da bilinen iktisatçı Hayri Kozanoğlu devralıyor. “Dar gelirli insanlar mecbur oldukları için borçlanmayı seçiyorlar, finansal koşullar uygun olduğu için borçlananlar ise bu piyasayı hızlı şekilde terk ediyor. Türkiye’de önümüzdeki dönemde bu sorunun çok daha belirgin şekilde ortaya çıkacağını düşünüyorum.” tespiti yapıyor.
Peki ya hükümetin üstüne basa basa değindiği “Önümüzdeki aylarda enflasyon düşecek” yönündeki söylemi? Kozanoğlu hafif düşüşler ile birlikte gerçekten bir gerilemenin görüleceğini söylüyor, önemli bir anımsatma yapmayı ihmal etmeden:
“Ama enflasyon bırakın dünya standartlarını AKP’nin kendi orta uzun dönemli performansına göre de yüksek bir düzeyde kalacak. Yani yıl sonunda yüzde 40’ın üzerinde, 2025’te yüzde 25, 30 veya üstünde olacak. O bakımdan ekonominin yavaşladığı ama enflasyonun yüksek kalmaya devam ettiği bir süreci ister istemez stagflasyon olarak adlandırmak gerekiyor. Kimileri ‘Enflasyon düşüş trendinde ise buna stagflasyon diyemeyiz.’ diyor. Buna katılmıyorum. Çünkü sade bir insan açısından baktığınız zaman geliri düşüyor, yüksek bir enflasyona muhatap oluyor. Ekonomi daralınca da işsiz kalması, ücretinin geç ve/ya eksik ödenmesi, fazla mesai yaptırılıp onun bedelinin ödenmemesi gibi durumlarla karşılaşan bir insan açısından stagflasyon vardır.”
Yolda yürüyen bir öğretmen, üstelik şairin dediği gibi ‘yolun yarısı’ denilen yaşları geride bırakmış… Öğretmenlik yapıyor. İzmir’de bir başına yaşıyor. Söyledikleri Türkiye’de son dönemde yaşananların bir nevi özeti niteliğinde, durumun vehametini kısa ama öz ortaya koyuyor:
“Okumanın, sorgulamanın, tartışmanın yetersiz kaldığı, çirkinleştirildiği bir ülkede geçim sıkıntısı kaçınılmaz bir son.”
GELECEĞİNİ ARAYAN TÜRKİYE
Merkezî yönetim bütçesinin ağustos ayında 129,6 milyar lira açık verdiği bir Türkiye gerçeği var. Yılın ilk 8 ayında açık 973,6 milyar liraya ulaşmış durumda. Büro Emekçileri Sendikası’nın eylül ayı verilerine göre, 4 kişilik bir memur ailesi için açlık sınırı 27 bin 270 lira; yoksulluk sınırı ise 73 bin 651 lirayı bulmuş halde.
Ekonomi yönetiminin yılbaşı öncesi emeklilik başvurularında yaşanacak patlamanın önüne geçebilmek için “yeni formül” üzerinde çalıştığı “haberleri” geliyor. Düzenleme ile yılbaşından önce emekliliğe hak kazanan sigortalılara ait maaşların, yılbaşından sonra emekli olsalar bile yüksek güncelleme katsayısına göre hesaplanması öngörülüyor. 1 Ocak 2025 tarihinden sonra emekli olan sigortalıların, 31 Aralık 2024 tarihinden önce emekli olanlara kıyasla yüzde 30 daha düşük emekli aylığı alacağı iddia ediliyor.
İşçiler sendikaya üye oldukları gerekçesiyle işten çıkartılıyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Vedat Demiröz, “Türkiye’nin uluslararası düzeyde bir sosyal güvenlik sistemine kavuşması gerekiyor” derken, AKP’nin eski milletvekili Metin Külünk “2025’te ülke ekonomik olarak rahatlamazsa sandığın baskısı artar” tespiti yapıyor. Muhalefet erken seçim istiyor, toplum “Geçinemiyoruz” diye sessizce haykırıyor.
Eurostat verilerine göre en düşük asgari ücrete sahip 3. Avrupa ülkesi haline gelen, kişi başına düşen milli gelirin en düşük olduğu ülkeler arasında yer alan, her 10 kişiden 2’sinin artık yoksul olduğu ve sosyo-ekonomik adaletsizliğin, gelir eşitsizliğinin arşa çıktığı (EN: Eurostat verilerine göre Türkiye’deki gelir eşitsizliği oranı yüzde 0,433 iken, AB üye ülkelerinde bu oran ortalama yüzde 0,366) Türkiye geleceğini arıyor.
Tek Soru Üç Cevap: TES ile Kıdem Tazminatı Tarihe mi Karışacak?