Nereye baksak bir şiddet hikâyesi görüyoruz. Sokakta, sosyal medyada, televizyonda, internette, gazetelerde, evlerde… Şiddet her yerde. İki yaşındaki çocuğa cinsel istismar, üstelik olan bitene göz yuman bir anne… Sokak ortasında eşini döven bir adam, üstelik olan biteni izleyen çevre halkı. Diyarbakır’da içimizi yakan Narin Güran cinayeti, üstelik olan biteni bilip susan bir aile, bir köy…
Televizyon dizilerinde de olayları hep şiddet “çözüyor”. Esas oğlan, kendisini öfkelendiren, esas kıza haksızlık eden birilerine dersini hep kötekle veriyor. Yumruklar ve silahlar konuşuyor. Halkımız, “Gerçek bir hayat hikâyesinden uyarlanmış” dizileri, filmleri, kitapları çok seviyor. Ne yazık ki şiddet, dünya kadar eski bir olgu. Sapiensin evrim sürecinde hayvanlara uyguladığı zulüm, aslında insanın kendi familyasına yönelik bir yok etme politikası.
Aynı sapiens, kendine ve dünyasına yabancılaştığını fark etmiş ki onu sanatla dışa vurma ihtiyacı hissetmiş. Dünya tarihi, mağara duvarlarından, kil tabletlerden, mezar taşlarından taşıp kitaplara, kâğıtlara, dijital ekranlara yansıyan sanatla dolu. Edebiyat tarihi zulüm, vahşet hikâyeleriyle dolu. Her ne kadar gerçek hayatın şiddeti edebiyata galebe çalsa da yazarlar edebiyat yoluyla çağına ayna tutuyor, çağıyla hesaplaşıyor, çağına isyan ediyor. “Yakından Geçen Şiddet Öyküleri” de 21. yüzyıl Türkiye’sinde yaşadıklarımızı yansıtan bir kitap.
İzmir’deki Yakın Kitabevi ile yazar Handan Gökçek’in yürüttüğü edebiyat atölyesinin bu kolektif öykü kitabı, şiddete edebiyatla isyan ediyor. Gökçek’in derlediği ve Yakın Yayınları tarafından 2022 yılında basılan kitap, 9 atölye katılımcısı ve 8 konuk yazarın, şiddet kavramına bambaşka açılardan yaklaşan toplam 35 öyküsünden oluşuyor.
Akran zorbalığı, siber zorbalık, hayvana ve kadına şiddet, kadın sünneti, cinsel şiddet, kapitalizmin uyguladığı şiddet gibi temaları öyküleştiren kitapta; şiddetin varoluşuna dair fantastik, mistik öyküler de yer alıyor. Atölye katılımcısı yazarlar Ayşe Dikici, Bahar Akgün, Bengi Çoban, Derya Mengücük, Ekin Gökalp, Kudret Yağmur, Şule Akseki ve Zeynep Braggiotti’ye; konuk yazar olarak Altay Öktem, Nilüfer Açıkalın, Meltem Arıkan, Mehmet Fırat Pürselim, Raşel Meseri, Süreyya Köle, İlkay Noylan ve Handan Gökçek eşlik ediyor.
Handan Gökçek’in, “Böyle bir çalışmayla ne kadar farkındalık yaratabiliriz ki?’ ya da ‘Neyi değiştirebiliriz ki?’ diye hiç sorgulamadık çünkü biz denizyıldızlarına inanıyoruz ve biliyoruz ki eğer istersek barışçıl bir dünya yaratabiliriz…” dediği kitabın öyküleri nasıl yazıldı? Atölye yazarlarına, şiddete isyan eden ve barışçıl bir dünya özlemini dile getiren öyküleri, kendilerine neyin yazdırdığını sorduk.
“SES OLSUN, SÖZ OLSUN İSTEDİM”
Ayşe Dikici: “Şiddet dendiğinde aklımıza ilk gelen fiziksel darp olsa da kelime kendi içinde çok yönlü bir eylem barındırıyor. Şiddetin görünmeyen yüzünü düşündüm. İnsanın farkında olmadan kendine uyguladığı şiddet, yani kendi kendine yetememesi, sorunlarıyla baş edemedikçe psikolojik bir çöküşe geçmesi. Ve aşırı sevgiden doğan hatta nefrete dönüşen bıktırıcı ilginin sebep olduğu şiddet gibi göremediğimiz ama varlığını içimizde hissettiğimiz, bizi bir yılan gibi ısıran o zehirli duygu üzerinde düşündüm ve bunları dillendirmeyi denedim öykülerimde.”
Bahar Akgün: “Dışarıya karşı ‘ahlak, namus’ söylemlerini dilinden düşürmeyen, dört duvar arasında en büyük ahlaksızlık ve namussuzlukları yapan insansıların gerçekleştirdiği şiddet türüydü, öykülerime konu olan. En sessiziydi belki de, en üstü örtüleni. Ses olsun, söz olsun istedim.”
Bengi Çoban: “Akran zorbalığıyla ilgili haberler dikkatimi çekmişti. Teknolojinin ucuzlaması ve ulaşılabilir olmasının getirdiği kolaylık nedeniyle sosyal medya kullanımı çocuklar ve gençler arasında arttığı, sınırlarının takip edilmesi zorlaştığı için yaşanan olaylardan ilham alarak öykülerimi yazdım. Üzerine düştüğüm diğer konu ise hayvana şiddetti. Sirkler, hayvanat bahçeleri, okyanus canlılarının hapsedildiği su parkları artık hayvan hapishaneleri olarak görülüyor. Günümüzde insan dışı canlılara uygulanan bu tarz muamelenin akıl dışı olduğu, bu konuda bilincin arttığı bir gerçek. Öykümde, insan ve hayvan rollerinin tersine çevrildiği bir dünya yaratmak hem çok eğlenceli hem de düşündürücü oldu.”
Derya Mengücük: “Nereye baksak şiddet vardı. ‘Niye? Nasıl? Hiç olmayabilir miydi?’ sorularıyla şiddetin varoluşuna dair fantastik, mistik ve kurgusal bir yorum, öyküye dönüştü. Şiddetin başlangıcı, yayılışı ve doğa dâhil her varlıkta bir parçasının yaşanmasını kendimce ve kendime anlatmak, açıklamak istedim. Gündemde ve yakından yaşanan haliyle öykülere dönüştü.”
Ekin Gökalp: “On yaşımdan beri yazıyorum ama bazı olaylar öykücülük serüvenimde mihenk taşıdır. Üç aylık hamileyken babamı kaybettim, hemen ardından bazı nedenlerle lohusalık dönemimi tek başıma geçirmek zorunda kaldım. Bunlar uzun zaman önceydi. Zordu… Ama tuttuğum yasın ve geceleri ziyaretime gelen Gulyabani’nin bana bu öyküleri yazdıracağını bilseydim; her ikisine de teşekkür ederdim… Benim için yazı sanatının ardında karanlık var. En azından benim motivasyonum bu… Onda her türlü potansiyeli görüyorum.”
Kudret Yağmur: “Yakın çevremde, ilişkisi olan kadınlarla yaptığım sohbetlerde gördüm ki çoğu kadın, cinselliğini özgürce yaşayamıyor. Kendini keşfetmek aklına bile gelmeden yaşayıp gidiyor. Hatta cinsel şiddet gösteren eşlerine bile katlanıyorlar. Bu durum beni üzdüğü için bu duyguyla yazmaya çalıştım. Kadınların baskıdan uzak, özgürce sevip sevişebilmesini, önce kendini bulup sonra çevresiyle etkileşimde olmasını diledim. Cinselliğin şiddeti tercih ya da hak olamazdı, bu duygumla da anlatmaya çalıştım.”
Şule Akseki: “Afrikalı bir mankenin ‘Kadın sünnetine hayır!’ kampanyasını magazin sayfasında okudum. Konuyu araştırdım ve ilk öykümü yazdım. Sonra da erkek sünnetiyle ilgili ikinci öykümü yazdım.”
Zeynep Braggiotti: “Şiddet teması işleneceği söylendiğinde akla ilk gelen, kadına yönelik şiddet oluyor haliyle. Farklı ne olabilir diye düşününce yıllar önce dinlediğim gerçek bir olay aklıma geldi. Aslında kapitalizmin de insanlar üzerinde nasıl bir şiddet uyguladığının farkına vardım.”