“Ekonomi IMF Politikasıyla Düzelemez, Toplumu İkna Edecek Siyasi Aktör Şart”

Erken seçim, anayasa değişikliği ve sosyo-ekonomik krizlerin gündemden hiç düşmediği Türkiye’de, halkın nabzını düzenli olarak tutan Yöneylem Araştırma’nın Genel Koordinatörü Doç. Dr. Derya Kömürcü ile son kamuoyu araştırmalarını ve Türkiye’de siyasetin topluma izdüşümünü konuştuk, memleketin önündeki yol ayrımlarını, iktisadi ve toplumsal krizleri, siyasetin ve ekonominin eğilimlerini ele aldık.

Muhalif seçmenlerin karamsarlığının 31 Mart sonrası dağılması… Kronikleşmiş sorunlar, politik arenada kutuplaşmanın hala belirleyici rol üstlenmesi…

 Akıllara takılan çokça mevzu var. CHP hala birinci parti görünüyor ancak iktidara yürüyüş yolunda sahici ve güçlü bir pozisyon temin edebildi mi? İdeolojik anlamda Türkiye’de hala sağ siyaset mi egemen? Peki ya yabancı düşmanı ve aşırı sağcı partiler? Veya Yeniden Refah gibi İslamcı partilerin yükselişine ne demeli? 

Türkiye hem ekonomik hem toplumsal ölçekte ciddi bir kriz yaşarken  Doç. Dr. Derya Kömürcü toplumun yönünü bulamadığı ve çürüme içinde olduğuna işaret ediyor. Daha da mühimi gün geçtikçe inanılmaz derece daralan siyaset alanında toplumu ikna edecek, bu çürümeden çekip alabilecek yeni siyasi aktörlere ihtiyaçtan bahsediyor. 

Toplumda büyük bir sıkışmışlık hissiyatı, toplumsal muhalefetin yükseliş potansiyelini taşıyor mu? Geçmiş kriz deneyimleri neler anlatıyor? Ve belki de en dikkat çekici soru: Türkiye’nin mevcut toplumsal yapısı ve sorunları, iktidar değişikliğini gerekli kılıyor ama bu gerçekten mümkün mü? Fikir Gazetesi bu söyleşide bu sorulara yanıt arıyor.

“BU İKTİDAR ASLA DEĞİŞMEZ HAVASI DAĞILDI” 

31 Mart yerel seçimlerinden bu yana siyasette ve toplumsal nasıl bir süreç gözlemliyorsunuz?

Yerel seçimlerden önce Türkiye toplumunu ve siyasetini anlatmaya çalışsak özellikle muhalefet kanadında söyleyebileceğimiz en temel şey muhalif seçmenlerin çok karamsar ve umutsuz olduğuydu. Çok büyük bir hayal kırıklığını yaşamışlardı 14 ve 28 Mayıs seçimlerinden sonra. Şimdi 31 Mart’ta elde edilen sonuç öncelikle bu havayı dağıttı. Asla bu iktidar değişmeyecek havasında olan muhalif seçmenler bir şeyler değişebilir, yeniden işte iktidar değişikliği söz konusu olabilir, havasına girdiler.  Bunun dışında 31 Mart’tan bu yana yaşadığımız süreci anlamlandırabilmek için bence Üç farklı düzlemde analiz etmemiz gerekiyor. Birincisi toplumsal düzlem, ikincisi siyasal düzlem, üçüncüsü ideolojik düzlem. 

“TÜRKİYE İKTİDAR DEĞİŞİKLİĞİNE HAZIR”

Şimdi toplumsal düzlemde baktığımda tekrar aynı şeyi söylüyorum. Türkiye toplumu bir iktidar değişikliğine hazır. Türkiye’de sorunlar o kadar kronikleşmiş ve derinleşmiş durumda ki, toplumun çok ufak bir azınlığı dışında çok geniş toplum kesimleri şu anda bir iktidar değişikliği gerekliliğini hissediyorlar ve iktidara tepki gösteriyorlar. Ancak bu tepkinin siyasal yansımalarını tartışmamız gerekiyor zaten. Siyasal düzlem dediğim de o.

Siyasal düzlemde bir iklim değişikliği oldu. CHP’nin birinci parti konumuna gelmesi çok önemli bir gelişme. Ancak oraya baktığımızda hala kutuplaşmanın belirleyici olduğunu görmeye devam ediyoruz. Neyi kastediyorum? İktidar seçmeni, iktidarı destekleyen seçmenlerle, muhalif seçmenler neredeyse 50-50, 51-49, 48-52 gibi dengelerle ama seçimden hemen önce 1-2 aylık bir kampanyayla o tarafa ya da bu tarafa geçirilebilecek 2-3 puanla yeniden iktidarı ve cumhurbaşkanlığını belirleyebilecek bir denge var gibi görünüyor.

Dolayısıyla CHP birinci parti ama bunun önemi ne? Yani bu çok mu etkili diye sormak gerekiyor. CHP esas olarak muhalefeti içinden beslenerek birinci parti oluyor. İYİ Parti çok küçüldü. İYİ Partili seçmenlerin önemli bir kısmı CHP’ye geçti. Onun dışında ufak miktarlarda da olsa DEM’den, TİP’ten, Zafer Partisi’nden CHP’ye yönelen seçmenler var. Ama toplayıp baktığımızda AKP, MHP ve şimdi Yeniden Refah’ın ne yapacağını bilmiyoruz önümüzdeki seçimde ama o soru işaretini her zaman orada tutmak gerekir. AKP, MHP ve Yeniden Refah’ın toplamıyla CHP, İYİ Parti, DEM ve diğer muhalefet partilerin toplamının birbirine hala yakın olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla yani siyasette şöyle bir iyimserlik var. Muhalefet kanalında  işte birinci parti oldu CHP, iktidar olacağız iddiası var. Hala o seviyede değil değişim ve o kadar güçlü değil. 

“İDEOLOJİK OLARAK SAĞ SİYASET EGEMEN”

Üçüncü düzlem dediğim ideolojik düzlemde de özellikle o zaman da vurgulamıştım, şimdi de vurgulamak isterim. CHP’nin birinci parti olması Türkiye’de böyle bir sol rüzgarı estiği anlamına gelmiyor. İdeolojik olarak hala bayağı sağ siyasetin egemen olduğu, CHP’nin de merkez bir söylemle seçmenlere seslenmeye çalıştığı, işte Mehmet Şimşek programının neredeyse genel bir konsensüsle kabul gördüğü bir ortamda yaşıyoruz ve yükselen partiler olarak da Zafer Partisi gibi işte yabancı düşmanı aşırı sağ olarak nitelendirebileceğimiz ya da yeniden refah gibi İslamcı bir partinin yükselişte olduğunu görüyoruz.

“TOPLUM ÇÜRÜME İÇİNDE, İKTİSADİ VE SİYASİ KRİZ VAR”

Türkiye’nin şu andaki durumunu siyasal ve toplumsal olarak nasıl ifade edersiniz?

Türkiye çok büyük bir kriz yaşıyor, hem iktisadi hem de toplumsal… Yönünü bulabilmiş değil, bu toplum ciddi bir çürüme içinde. Ve açıkçası şu an aslında buna müdahale edecek bu krizi çözebileceğine toplumu ikna edecek bir siyasal aktöre ihtiyaç duyuyor aslında. 

Biz araştırmalarda da Türkiye’nin sorunlarını hangi parti çözer diye sorduğumuzda %40 gibi çok yüksek bir rakamın hiçbir yanıtını vermesi ama buna rağmen partilere oy vermeye devam etmeleri, Türkiye’de siyaset alanının inanılmaz daraldığını, sadece oy kullanmaya endeksli hale geldiğini ve bunun da yani 20 yıllık AKP iktidarı tarafından çok tercih edilen bir şey olduğunu sürekli olarak bir plebisit yapar gibi referandumlar, seçimler, arka arkaya anayasa değişikliği tartışmaları vs. toplumu bölmenin, kutuplaştırmanın ve sandığa kanalize etmenin yani sorunları işte katılımcı bir şekilde değil ya da aktif bir şekilde toplumsal muhalefet yoluyla değil ve işte 4 yılda, 5 yılda, 2 yılda bir sandığa gidip oy kullanarak çözebileceğine insanları inandırdığınız zaman aslında sorunlar daha kolay yönetilebilir hale geliyor. 

“POTANSİYELİN NE OLDUĞUNU ÇOK NET GÖRMEK GEREK”

14 Mayıs öncesinde de bence böyleydi. Yani seçim olacak, 6 ay sonra seçim var, 1 yıl sonra seçim var hissiyle insanlar tepkilerini sandığa sakladılar. Ama bugün baktığımızda yani toplumda o kadar kaldırılamayacak düzeyde bir sıkışmışlık hissi var ki yani köylüler, çiftçiler işte tarımla uğraşanlar bir yanda, emekliler bir yanda, asgari ücretle geçinmeye çalışanlar bir yanda. Şimdi bu aslında bir toplumsal muhalefetin yükseliş potansiyelini içinde barındırıyor. Bu kolay değil tabi, bu kadar baskıcı, antidemokratik bir ortamda insanların kolay bir şekilde toplumsal muhalefetin bir parçası olmaya çalışması kolay değil. Ama bu potansiyelin ne olduğunu çok net görmek gerekir. ve siyasetle o toplumsal muhalefetin bağını kurduğun anda da zaten işte erken seçimse erken seçim, iktidar değişikliği ise iktidar değişikliği çok daha gerçekçi bir ihtimal haline gelir.

Yani ideolojik olarak yarılan, ideolojik olarak davranabilen bir toplumun aynı zamanda bu kadar çözüm bekliyor olması ve çözüm için değiştirmeye hazır olması bir anlamıyla yurttaşlar olarak bir çözüm programını kabul etmeye ve bunun bunu desteklemeye hazır olduğu şeklinde yorumlayabilir miyiz?

Geçmişte de benzer örneklerini gördük. Türkiye derin krizler yaşadı. O derin krizlerden ana akım siyaseti bazen hafif, bazen çok derin sarsan çözüm önerileriyle çıkmaya çalıştı ya da kaosa girdi. Şimdi 5 Nisan kararlarını düşünelim, 1995 sonrası, 90’ların ikinci yarısını düşünelim sonra oradaki istikrarsızlığı şeyi ama aynı zamanda  Refah Partisi’nin yükselişini düşünelim ya da hemen 2000’lerin başında.  Yine çok büyük bir kriz. Arkasından gelen Derviş programına verilen inanılmaz büyük bir destek ve onun mantıki sonucu olan AKP iktidarı. Aslında böyle bir tablo görüyoruz. Yani krizler bence içinde tabii çok potansiyel barındırıyor. Ama bu potansiyeller her zaman iyi yönde sonuçlanacak anlamına da gelmiyor. Türkiye’nin şu anki tablosunu, toplumsal yapısını, sorunlarını analiz ettiğimizde evet bir iktidar değişikliğini gerçekten gerektiren, bunu olası kılan pek çok unsur var. Ama o iktidar değişirken ortaya çıkacak yeninin nasıl bir yeni olacağı konusunda da temkinli olmak gerekir. Yani öyle ki bu toplum çok aşırı sağ bir tepki de verebilir. Çok faşizan bir yere de gidebilir bu krizin sonucu. Ya da buradan çok sol sosyalist bir programın destekçisi olarak da çıkabilirsiniz. Yani benzer örneklerini Yunanistan’da da gördük, İspanya’da da gördük ama başka Avrupa ülkelerinde aşırı sağın yükselişi olarak da gördük.

Ya da Fransa’da gördük…

Evet.

“TÜRKİYE’NİN SORUNLARI IMF POLİTİKALARIYLA DÜZELEMEZ”

Çözüm beklentisi karşılanamazsa yani ana akım siyaset çözüm beklentisine yanıt veremezse sence nasıl ihtimaller doğar? Toplum nereye doğru gider?

Şimdi burada çözüm talebi gerçekten sadece siyasal alandaki bir değişime endeksli olarak ele alınacaksa yani önümüzdeki süreçte bu sorunların böyle yani bir takım IMF politikalarıyla yapısal düzenlemelerle falan çözülme olasılığı yok. Türkiye öyle bir yoksullaşma sürecinin içindeki şu anda ve yani o kadar büyük bir tahribat var ki Burada işte yani kimin uygulayacağının hiçbir önemi olmayan akılcı politikaların, tırnak içinde akılcı politikaların yürürlüğe konması yani bizim toplumun sorunları olarak gördüğümüz şeyleri bir çırpıda çözecek şeyler değil. O yüzden bir iktidar değişikliği olsa CHP iktidara gelse dahi… Gerçi nasıl bir siyasal düzenlemeyle geleceği de ayrı konu. Biz yeniden başkanlık sistemiyle devam mı edeceğiz yoksa parlamenter sisteme mi dönülecek? Bunlar önemli. 

Aslında bir tür istikrarsızlık dönemine girmesini bekleyebiliriz Türkiye’nin. Koalisyonlarla yönetilen hiçbir partinin gerçek anlamda tek başına iktidar olacak kadar güçlenmediği bir dönemi beklemek gerekir önümüzdeki 10 yıllık süreç içinde. Bugün Erdoğan gider yarın Erdoğan’ın benzeri merkez sol, merkez ya da merkez sağ başka bir isim gelir. Şimşek programının ötesinde bir şeyle karşımıza çıkmaz diye düşünüyorum. Onun ötesinde zaten bu ana akım siyasetin dışında kalan partiler açısından örnek verelim. Türkiye İşçi Partisi açısından zaten şu aşamada sandıkta ne yaptığınızdan daha önemli, daha büyük bir mesele. Sandıkta yüzde iki mi oy var, üç mü, beş mi? Ama bundan daha önemli olan toplumu örgütlemeye çalışmak zaten. Bugün gördüğümüz toplumdaki rahatsızlıkları, patlama potansiyelini örgütlü bir hale getirdiğinizde siyaset zaten sandığın dışına çıkmış oluyor. Yani sadece seçimlerle tarif edilen bir şey olmaktan çıkıp hayata müdahale eden, hayatın her alanında yapılan bir şey haline geliyor. Bu aşamada belki on yıllardır aynı şeyi söylüyoruz sol siyaset açısından ama bugün de temel görev bence hala budur. Herkes bulunduğu yeri örgütlemekle sorumlu.

Erdoğan’ın En Büyük Rakibi Bugün Karşısına Çıkan Geçmişi mi?

Egeli İşçiler ve Köylüler İzmir’de Buluşuyor: Emek Mücadelesi Nereye Akacak?