Çin Yeni Bir Avrasya İnşa Ediyor 

Jacop Dreyer

Noema sitesinde yer alan bu yazı https://www.noemamag.com/china-builds-a-new-eurasia/ adresindeki orijinalinden Fikir Gazetesi için çevrilmiştir.

I. YENİ BİR AVRASYA POLİTİKASI 

“Sen, gelecekte doğacak mutluluk inancıyla ölen herkesin ruhusun. Lakin o mutluluk geldi işte. İnsanların başka bir şey için değil, kendileri için yaşayacağı gelecek geldi…—Victor Pelevin, “Kurtadamın Kutsal Kitabı”

Son birkaç yıldır, Avrasya kıtasını tıpkı bir sis gibi hafifçe kaplayan derme çatma devletler ve egemenlik alanları yeni bir var oluş biçimine doğru itilip çekiliyor. Çin, oynak petrol fiyatlarına, daha da yüksek düzeylere tırmanan sıcaklıklara, yanan ormanlara ve genişleyen çöllere yanıt olarak, süper kıtanın iç mantığını sonsuz biçimde yenilenebilir elektrik gibi teknolojik bir hayalin sancağı altında yeniden düzenliyor.

Söz konusu elektriğin kaynakları, sanki kadim bir pagan hayalini gerçekleştirir gibi güneşin ışınları, çayırlar boyunca esen meltem ve dağlık bölgelerdeki nehirlerin çağlayanları. Burada da yeni fosil yakıt rezervlerine ve cevher damarlarına nüfuz edilmekle birlikte, halihazırda inşa edilmekte olan tüm rüzgâr ve güneş enerjisi projelerinin üçte ikisi Çin’de bulunuyor ve ülkenin 2024 yılında gerek kendi sınırları içinde gerekse dışında, dünyanın toplam güneş enerjisinin yarısından fazlasının kurulumunu tek başına yapması bekleniyor. İngiliz coğrafyacı Halford Mackinder’ın “Dünya Adasının” “Kalp Sahası” dediği yerde, bu muazzam mesafeler ve aşırı sıcaklıklar boyunca, hepsi de metrelerce cam ve plastik kablolarla devasa solar panel ve rüzgâr tribünü tarlalarına ve mega-barajlara bağlanan yeni kentler, hatta yeni başkentler inşa ediliyor.

Bu muazzam endüstriyel dönüşüm Moğolistan’dan Pakistan’a Kazakistan’dan Suudi Arabistan’a uzanan ülkelerin iç mantığını ve ekonomik önceliklerini yeniden biçimlendiriyor. Sovyetler sonrası alan ve Arap dünyasının tümü- veya tarihsel terimlerle düşünmeyi tercih ederseniz, 1259 civarındaki Moğol İmparatorluğunun büyük bir kısmı- çapındaki politik ittifakları ve ticaret rotalarını yeniden düzenliyor. Çin, karbonsuzlaştırma çalışmalarıyla, ortak para değeri petro-dolar olan Avrasya’yı ve aslında küresel ekonomiyi alt üst ediyor ve ABD merkezli dünyayı yeniden yapılandırıyor. Bu petrol-sonrası dünyanın neye benzediği ise tam olarak nereyi ziyaret etmekte olduğunuza bağlı olarak değişiyor. Moğolistan ve Suudi Arabistan’da, küresel yenilenebilir enerjiye geçiş endüstrisinin çok büyük ölçüde Çin’e yönelmiş olduğunu keşfetmiş bulunuyorum.

Çinliler toplayıcı cihaz formundaki yeni bir Avrasya’yı inşa ederken, Rus entelektüellerinin en azından son yüz yıldır farklı bir Avrasya fantezisi mevcuttu. Bu fantezi Aleksandr Dugin ve Sergey Karaganov ve onlardan önce Lev Gumilev’den bu yana komünist, pagan, ilkel, modernlik-karşıtı Moğol aşiretlerine ilişkin bir tür romantik bakış açısından türetilmekteydi. Rusya’nın 1990’lardaki garip ve öfkeli ünlü etnoloğu Gumilev, Moğolca bir hayat tarzına, halkın hayatının hiç durmadan parlayacağı, sonsuz yeryüzünün saflığı ve şamanların mistisizmiyle kaynaşmış bir hayat tarzına geri dönüş kehanetinde bulunmuştu. Ondan önce de Fyodor Dostoyevski Londra’daki kristal sarayı, Rus ruhuna yabancı, Batılı modernitenin bir simgesi olarak yerin dibine batırmıştı. 

Rusya bugün, sadece kendisini savunmaya çalışan, moderniteyle savaşmak için klanları bir araya toplayan masum bir kurban rolü oynamaktan keyif alıyor. Bu tutarsız bir pozisyon ve aynı zamanda da ironik; çünkü Rusya karmaşık, dekadan, kentli, aydınlanmış bir Avrupa’dan sıvışırken, kendisini 21. yüzyıl Avrupa’sının hayal edebileceğinden çok daha sofistike bir aygıtın dişleri arasına sürüklüyor. Çin, yabancı halkları zorla entegre eden ve Yeryüzünün hemen her yerinde olduğu kadar jenerik bir küreselleşmeyi benimseyen hiper örgütlü, rasyonalist, kentli bir teknokrasi. Yani Rus Avrasyacıları Avrupa’dan kurtulup Çin’le ittifak yaparak çağdaş olana sırtlarını dönebileceklerini düşünüyorlarsa, ne yazık ki çok yanılıyorlar.

Çağdaş Çin imparatorluğunun kalbinde çağımızın sahici başoyuncusu olabilecek; enerjiyi, toprağı ve insan hayatını kendi yeni çevresel-politik gerçekliğe uyarlanma ihtiyacı ekseninde yeniden düzenleyen dijital bir mega yapılanma bulunuyor. Kasım ayında COP29 açılışı Bakü’de, bugün ana hatları Çin karakterleri taşıyan bir altyapı ile çizilen petrol üzerine inşa edilmiş bir Avrasya kentinde yapıldığında, aktüel bir Pax Mongolica – Moğol Barışı- kendisini aynada görecek: Kendisini yenilenebilir enerjiyle yeniden yaratan Çinleştirilmiş bir Avrasya kıtası.

İngilizce düşünenler için, bunların tümü totaliter bir imparatorluğun yükselişine ilişkin uğursuz bir kehanetin doğrulanması gibi gelebilir. Ama Avrasya bozkırı insanlık tarihinin arka planı ise, bu, insanın doğal güçler ve mesafeler karşısındaki önemsizliğinin bir tarihidir. İmparatorlarla fazlaca meşgul olmak sonsuz bir boşluk içinde yitip giden, anlamın ve kendi koşullarını değiştirmenin bir yolunu bulma peşinde koşan insanların daha derin hakikatini gözden kaçırır. 

II. ÜÇÜNCÜ KOMŞU

“Burjuvazi hâkimiyeti ele geçirdiği her yerde bütün feodal, ataerkil, kır yaşamına özgü ilişkilere son vermiştir. … Dinî bağnazlığın, şövalye ruhunun, küçük burjuva duygusallığının ilahî vecde gelişlerini bencil hesabın buzlu sularında boğmuştur. Kişisel onuru mübadele değerine dönüştürmüş[tür]… İnsanlar nihayet gerçek hayat koşullarına ve kendi türleriyle ilişkilerine soğukkanlı bir gözle bakmaya zorlanıyorlar.” —Karl Marx, “Komünist Manifesto”

Geçen yıl, yeni Avrasya’nın Moğollara nasıl göründüğünü anlamak umuduyla, Ulanbator’daki Uluslararası Moğol Konferansı’na uğradım. Moğolistan’ın iki komşusu, Rusya’nın ve Çin’in her ikisinin de geniş etnik Moğol nüfusları mevcut. Çin ve Batı arasındaki yenilenebilir enerjiye geçiş kaynaklarına ilişkin büyük oyun ısınmaya başlarken, Moğol seçkinleri değişen bir güçler dengesinde bir üçüncü ayak yaratmalarına yardımcı olması için “üçüncü komşularına” -Batıya- oynuyor. 

Ulanbator’un yakın çevresi ünlü Windows XP duvar kağıdını anımsatabilecek kavisli tepeleri ve mavi semalarıyla son derece huzur verici. Fakat Pekin’den kalkan bir uçaktan havadan baktığınızda şehir, Gobi Çölünün sonsuz ve genişleyen turuncusuyla kuşatılmış bir vaha gibi görünüyor. Burada kum fırtınaları öylesine vahşi ki, kilometrelerce uzaktaki Pekin’i etkiliyor; çöle karşı doğal bir bariyer olarak ağaç dikmek, Çin’le Moğolistan arasındaki başlıca iş birliği alanlarından birisi haline gelmiş durumda. Daha da kötüsü, Moğolistan şu anda 260 yıldır olduğundan daha kurak ve bu da göçebe çobanların hayat tarzını daha da büyük bir tehlikeye sokuyor.

Trafikte sıkışıp kalınca, görünüşe göre hemen herkesin plakaları Osaka veya Kanazawa banliyö bölgeleri dağıtıcılarından alınmış Prius marka araçlar sürmekte olduğunu fark ettim. Görüşüne göre, Vladivostok veya Tianjin üzerinden iç Asya boyunca dağıtıma sokulan canlı bir Japon ikinci el araba satış piyasası mevcut.

Moğolistan zengin değil, yaklaşık 5 bin dolarlık kişi başına GSYH’sı ile, Çin, Kore veya Rusya’nın çok gerisinde. Fakat iyimser Moğollar bu rakamın 2030 itibarıyla 10 bin veya 20 bin dolara yükseleceğini tahmin ediyor. (Nüfus çok düşük olduğundan matematik keyif veriyor). Bakır, lityum, grafit ve Gobi’de bulunan diğer bazı metaller enerji geçişine yakıt sağlayacak bataryalar, rüzgâr tribünleri ve güneş panelleri için kritik öneme sahip; güneye doğru Çin sınırı yakınındaki Oyu Tolgoi madeni, dünyadaki en büyük bakır madenlerinden biri. ABD ve Çin, bu kaynakları güvence altına almak için rekabet ederken, Moğolistan, yeni bir çekim gücü elde etti; sosyalist dönemin sona ermesinden bu yana geçen yıllardaki fırsatların israf edildiğinin bilincinde olan yerli girişimciler bundan azami biçimde yararlanma planları yapıyor.

Henüz başlamakta olan büyük geçiş süreci, Şili’den Endonezya ve Moğolistan’a, enerji geçişiyle ilgili minerallere sahip ülkeler açısından, altı üstüne gelmiş bir dünyada kilit oyuncular olma fırsatı yaratıyor. Çin bazı ender toprak metallerinin ihracatı üzerindeki yasaklarla flört ederken, Moğolistan Çin’in ihraç etmeyi reddettiği metalleri ihraç edebilir. Ama burada tek bir pürüz mevcut: Moğolistan’a giren veya çıkan her şeyin Rusya veya Çin içinden veya üzerinden geçmesi zorunlu.

Moğolistan’ın Rusya ile son derece karmaşık bir ilişkisi var. Moğol modernitesinin mimarisi neredeyse bütünüyle Joseph Stalin tarafından empoze edildi. Moğollar, Sovyet dönemine kadar genelde, kötü yönetilen kolektif çiftlikler ve endüstriyel projeler yoluyla cebren ve şiddetle moderniteye sürüklenen göçebelerdi. Rusya’nın otokrat bir işgüzar olarak Moğolistan iç ilişkilerinde oynadığı eski ve mevcut role ilişkin çok fazla kırgınlık mevcut. Bu durum, Rusya Federasyonu içinde, Rusya ile Moğolistan arasındaki güncel sınırın iki yakasında yer alan topraklardan gelen Sibirya Buryatları arasında bile sürüp gidiyor: Hala ikinci sınıf yurttaşlar olarak muamele gördükleri bir şehir olan Moskova adına Kiev’i fethetmek için niçin canlarını sipere sürecekler? Çoğu Ulanbator’da yaşamayı ve Moskovalılar tarafından yönetilen çok etnili bir imparatorluk olan Rusya’nın hayatta kalıp kalamayacağına dair uluorta sorular sormayı tercih ediyor.

Rusya’nın Moğolistan’da zayıflaması Çin’in güçlenmesi anlamına gelebilir. Çin, elbette, Moğollar açısından tanıdık bir muhatap; bazıları el altından Pekin’i (Yuan Hanedanlığı esnasında, Hanbalık olarak bilinirken) kendilerinin kurduğunu söyleyerek övünüyor. Ama Çin’in İç Moğolistan eyaleti ve bağımsız bir ülke olarak Moğolistan arasında belirgin bir ayrımı sürdürmek, sessiz sedasız Çin’in sıcak kucağına düşmemeleri için Moğol devletinin çıkarına bir davranış. Bu durum daha önce zaten bir kez yaşanmış ve hiç de iyi sonuçlanmamıştı: Çin’in İç Moğolistan’ının kişi başına GSYH’sı Moğolistan’ınkinin neredeyse üç katı, ama Moğol dili burada marjinal durumda ve Han’lar da nüfusun yüzde 80’ini oluşturuyor. Ulanbatorlu Moğollar, İç Moğolları kendi gerçek özlerine bir daha asla uyanamayacakları zehirli bir rüyanın içinde uyuyan kişiler olarak görüyor.

III. ŞANGHAY’DAN RİYAD’A 

“Dünyayla tanışmak için dışarı çıkmalıyız. Sadece ürünlerimizin ‘küreselleşmesini’ istediğimiz için değil, endüstrileşmemizin de küreselleşmesini ve yüksek kaliteli vasıflarımızın da küreselleşmesini istediğimiz için. Endüstrileşmeyi dünyanın dört bir köşesine yayabiliriz. Bilim insanlarımızın ve teknisyenlerimizin birçoğu çalışmak için dünyayı dolaşacak, uygarlığı, onurlu bir var oluşu ve yoksulluktan kurtuluşu da yanlarında götürecek. Batılıların istemediği veya başarma yeteneğine sahip olmadığı tek şey bu.” —Wang Xiaodong, “A Study of the ‘Industrial Party’ and the ‘Sentimental Party’”

Çin’in sürüklemekte olduğu muazzam endüstriyel dönüşümün Moğollara fayda sağlaması muhtemelken, bu durum Suudileri alarma geçiriyor. Artık Çin petrolünü satma becerilerinin üzerinde büyük bir soru işareti olduğunu düşünüyorlar.

Ama Şanghay ile Riyad arasına konulan yeni direkt uçuşlar görece ucuz, bazen iki tarafa 200 doların altında -Çin ile Arap dünyası arasındaki yeni insan akışını belli ki birileri açıkça sübvanse ediyor. Çin şirketleri Mısır’da yeni fabrikalar inşa ediyor ve Arap liderleri de Pekin’e meylediyor. ABD’nin Ortadoğu politikası hakkında ne düşünürseniz düşünün, Arapların çoğu bu politikadan hoşlanmıyor ve bu da Çin’e bir fırsat sunuyor.

Suudi Arabistan’da insana sürpriz gibi gelen birçok değişim yaşanıyor. Çin ile kurulan yeni ekonomik bağlar ve yenilenebilir enerji patlaması mevcut. Çok uzun olmayan bir süre önce kadınlara nasıl giyinmeleri gerektiğini söyleyen bir din polisinin bulunduğu bir ülkede, mayıs ayında batı kıyısı açıklarındaki bir lüks otelde bir mayo defilesi düzenlendi. Ekonomiyi çeşitlendirme ve çölde ütopik bir mega-kent kurma yolunda büyük planlar var. Bu değişimlerin kökeninde ülkenin fosil yakıt merkezli temelinin, kısmen veya çoğunlukla Çin’in karbonsuzlaşması nedeniyle artık sürdürülebilir olmadığı hissi bulunuyor. Suudi Arabistan da buna bir yanıt olarak kendi kendini yeniden kuruyor; bu, arka planında yeni bir varoluş nedeni bulmak gibi maddi bir zorlamanın bulunduğu gerçek ve gözle görülür bir değişim. 

Diriyah Bienali için Riyad’ı ziyaret ettiğimde, geleceğe iyimser biçimde bakmanın ne anlama geldiğini ve bazı ülkelerdeki insanlar bu perspektife sahipken diğerlerinin neden sahip olmadığını sorup durdum. Gumilev bunu “passionarity” -Rusça: passionarnost: tutkusal güç” veya “tutkusal enerji, ç.n.-, yani belirli bir grubun birleşerek güç ve kuvvet kazanmasına neden olduğunu düşündüğü bir tür momentum olarak adlandırıyordu. Amerika’nın buna sahip olduğu zamanları hatırlıyorum. Bütünüyle mi yok oldu yoksa geri gelir mi? Peki nefes kesici bir hızla yaşanan Suudi dönüşümü ürkütücü biçimde bir yerlerde sıkışıp kalmış toplumların aniden akacak yeni mecralar bulması hakkında neler anlatıyor?

Suudilere Çin’deki yatırımları hakkında tavsiyelerde bulunan Şanghay kökenli bir arkadaşım bana Suudilerin yaşadığı değişimi sürükleyen şeyin dünyanın zirve petrole eriştiği konusunda kesin bir kanaatin bulunması olduğunu söyledi. Dünyanın en büyük petrol ithalatçısı olan Çin, enerjiyi farklı biçimlerde üretme önlemleri alıyor. Demek ki çevresindeki dünya değişirken, Suudi Arabistan da değişmek zorunda.

Suudi ekonomisinin temellerinin gelecek 10 yıl içinde muhtemelen ortadan kalkacak olmasına, bölgedeki sert savaşlara ve bunaltıcı iklime karşın (Nisan ayı itibarıyla 100 Fahrenheit – 38 C-derece), iyimserlik ve farklı bir gelecek için yapılan planlar Suudi Arabistan’ın büyük bir kısmını etkiliyor. Bu durumda, irrasyonel tutkusal-enerji kavramı da anlam kazanmaya başlıyor. Suudiler işlerini yoluna koyarken, Amerikalılar, sahip oldukları bütün avantajlara rağmen, vakit kaybediyor. Bu durum mantıkla izah edilebilir bir şey gibi görünmüyor. Suudi hükümetinin Çin’deki yatırımları üzerine çalışan bir tanıdık bana Suudi Arabistan’ın “ilerici” olduğunu söylüyor-Amerika’dakine benzer bir nedenler kümesi manasında değil, farklı, hatta belki bugünden daha iyi olacak bir geleceğe doğru, kelimenin gerçek anlamıyla ilerlemek manasında.

Riyad’a varmadan önce her iki ülkede de vakit geçiren kişilerden şu cümleyi duydum: “Suudi Arabistan yeni Çin’dir”. Çin’de, 2008 civarında başlayan toplumsal dönüşüm dalgası dikkate alındığında bu cümle kulağa biraz meşum geliyor. Herkesin kendi fantezilerini geleceğe boca edebildiği o zamanlar, sanki her şey mümkünmüş gibi geliyordu. O zamandan bu yana Çin, belirsizliklerle çalkalanan bir toplum olageldi; çoğu şey yolunda gitmedi ve beklentileri karşılamayan gerçeklik bir tür akşamdan kalmışlık duygusu yarattı: terk edilmiş konut kompleksleri, borca batmış şirketler, hayalleri asla gerçekleşememiş bireyler, hiç iş bulamamış kolej mezunları vs. Suudiler de 15 yıl içinde, büyük hırsların iskeletleri bomboş ve ıssız kaldığında, bunun aynısını hissedebilir.

Ama yine de Çin kentleri, birçok somut biçimde, eskisinden çok daha yaşanabilir durumda. Ne istediğini bilen ve bunu elde etme planı olanlar bazen başarı elde edebiliyor. Hayal ederseniz en azından hayali gerçekleştirmeye çalışabilirsiniz.

IV. YEŞİL HAPİSHANE

“Gumilev’den önce, bizler kendimize tipik biçimde Batının gözleriyle baktık, ülkemizde… sadece baskıcı barbarlıklar, kanlı çatışmalar ve duygusuz, durgun, cansız yüzyıllar görerek.” —Aleksandr Dugin

Stalinci 1940’lı yıllarda Lev Gumilev, Sibirya’nın “yeşil hapishanesi” dediği yerde sıkışıp kalmıştı; gitmeyi öylesine umutsuzca arzuluyordu ki Sovyet ordusuna gönüllü yazıldı. Bir antropolog ve şahsına münhasır bir aristokrat açısından Kızıl Ordu’nun Berlin saldırısına katılmayı Sibirya’daki hayata tercih etmek, King Kong’un cangıl yerine Manhattan’ı tercih etmesi gibi bir şey. Tıpkı kendisinden önce Dostoyevski gibi, o da kendisini sonsuz ve umursamaz Asya’da sıkışıp kalmış gibi hissetmişti. 

Gumilev, tıpkı Naziler gibi, etnisite eksenli bir dünya görüşü inşa etti. Ama onun yaklaşımı etnisiteyi biyolojik bir şey olarak görmek yerine, grupla grubun çevresini saran peyzaj arasındaki neredeyse mistik bir ilişkiye dayanıyordu. İnsanlığı, tıpkı hayvan veya bitki türleri gibi, içsel anlamda ekosistemler tarafından tanımlanan bir şey olarak gördü. Farklı ekosistemler farklı hayat tipleri doğurur; Gumilev açısından, Avrasya tipi hayat, Sibirya’nın yeşil hapishanesinin ürünüydü. Homo Sovyeticus, etnik bir düzeyde, Batı uygarlığının denizcilerinden sahiden de farklıydı. Ama bu etnisite şekillendirilebilir bir şey, iklim veya ekolojik koşullardaki mutasyon ve değişim momentlerinin bir ürünü olarak anlaşılıyordu. Sonuç olarak, Sovyet-Avrasyalılar, yalnızca tesadüf ve kapitalizmin dünyasına kabul edilme isteksizliği-veya beceriksizliği-sayesinde bir araya gelmiş olan bir gruptu.

Gumilev, bugün Norickel adıyla bilinen ve yakınlarda Çin’de bir tesis açma planı olduğunu duyuran devasa bir madencilik holdingi olan Norillag gulag’ında, bir yandan hastalıklarla boğuşup bir yandan ringa balığı yerken, yerel kabilelerin folklorunu derledi. Günlüğüne şöyle yazdı:

Yağmurda ve donda inşa ettim bu şehri,

Çevresini saran tepelerden daha yüksek olsun diye

Kendi ruhumu bir taşa çevirdim,

Ve kullandım o taşı süslemek için yolu.

“Etnogenez” fikrinin şekillendiği yer işte burasıydı: belirli bir insan grubunun ortak bir çevre ve bu çevrenin koşulları içinde yaşama yöntemleri sayesinde büyük H ile başlayan bir Halk olarak kaynaşması. Norillag, Gumilev’i yıpratmıştı. Avrupa uygarlığından dışlanmış olmaktan duyduğu küskünlüğü Sibirya’da yaşama tecrübesiyle ve Sibirya’nın Avrasya bozkırlarına has muğlak, mitsel kavramlarıyla birleştirmeye çalışarak kendi kendisini yeniden kurdu.

“Avrasya fikrinin” en açık sözlü ve en sofistike muhatabı olan Gumilev’in öngörüleri arşivlerden değil, Sibirya’da kaynak-hafriyatı yapan köle kamplarında geçirdiği kendi hayatından türemişti. Fikirleri Rusya’nın 1980’ler ve 1990’larda yaşadığı kargaşa içinde oldukça popülerleşti. Bugün, Rusya’nın köşe yazarları, “Rusya Avrupa’yı kalıcı biçimde terk ederek yüzünü tamamen Asya’ya dönmelidir” diye yazıyorlar. Bu adamlar Rusya’nın “Sibiryalaşmasını” savunuyor. Ama Sibirya bir metropolün periferisindeki bir kaynak kolonisi. Aslında, Çin’in Rusya’ya, tam da Moskova’nın Sibirya’ya yaptığını yapmaya hazırlandığını görünce, belki bu pek yerinde bir benzetme sayılabilir; yaban, zalim, insandan yana boş ama değerli kaynaklardan yana ağzına kadar dolu, yabancıların kendi maneviyatçı fikirlerini üstüne boca edebilecekleri bir yer.

Gumilev’in Asya’sı ruhsal bir başa çıkma mekanizması olarak icat edilmiş bir tür Moğol saflığı düşüncesinden ibaretti. Rusya devletinin bugün karşı karşıya olduğu gerçek Asya ise Çin ve Çin, Moğolistan’dan son derece farklı. Aslında, bu durum çağdaş Rusya’nın büyük trajedisi haline gelebilir. Moskova kısa vadede kaçınılmaz gibi görünen tercihlerde bulunarak uzun vadede Rusya’nın dünya için ne anlama geleceğini yeniden biçimlendiriyor; Batı medyasında, Rusya’nın Avrupa ve Amerika’dan yeni kopuşunu vurguluyoruz, ama Rus kentlerinde ve sanayilerinde, Çin’in yeni hakimiyeti daha da güçlü biçimde hissedilecek. 

V. HARBİN: ANTİ-KAPİTAL

“Rusya’da istediğiniz her şeyle yola koyulabilirsiniz- muhafazakarlık, sosyalizm, liberalizm – ama vardığınız yer daima kabaca aynı şey olacaktır, gerçekten mevcut olan şey” —Vladislav Surkov

Kuzeydoğu Çin’in Rusya içlerine doğru girdiği yerde bulunan sıra dışı bir metropol olan Harbin, trajik, kayıp bir güzelliğin ruh halinin hâkim olduğu bir şehir; kendi çelişkilerinin yarattığı bir gemi enkazı. Sokaklarında yürürken, şehri yeni bir dünya düzeninin başkenti olarak kabul etmek imkânsız. En fazla, Atlantik modernitesinin çarpıp geri çekildiği bir dalgakıran.

Sovyet devletinin Gumilev gibi insanların doğal ve ruhsal dünyasını yeniden düzenlemesi gibi, Çin’in inşa etmekte olduğu dijital dünya da, gerçekliği bir kenara itiyor: insanların yediği yiyecekler, faaliyetleri, romantik ilişkiler kurma biçimleri.

Putin 2024 Mayıs ayında Harbin’i ziyaret ettiğinde, Çin ve Rus devlet demiryolu şirketleri sınır aşan trenlerin sayısını artırma anlaşmaları yaptılar. Rusya’nın sahip olduğu potansiyel hakkında fanteziler kuran Çinli bloggerlar -Karaganov’un Rusya için yeni bir başkent olarak önerdiği- Vladivostok’u, dijital anlamda ve kara veya demiryoluyla yakına çekmekle ilgili spekülasyonlar yaptılar. Rusya, nihayetinde, bir imparatorluk için gereken doğal kaynaklara sahip olsa da gereken nüfusa sahip değil. Çin’inse insanları olsa da yeterli kaynakları yok. Mükemmel bir çift. 

Hayat kendisini çoğaltmak ister ve Çinli tekno-endüstriyel yapının genişlemesi de sırf genişleme adına genişleme veya kendisini rakip Atlantik yapısına karşı savunma mantığını takip eder gibi görünüyor. Sibirya’dan esen rüzgâr, Karakurum’a vuran güneş ışınları ve Avrasya bozkırı boyunca var olan yerleşimler, birbirleriyle içli dışlı olacaklar, bir süreliğine. Nihayetinde, bu da, Çin ekonomik aygıtını, manzaraların bu en ıssızını giderek daha fazla hayatı kucaklayarak yeniden biçimlendiren insanlık dışı gücü daha fazla kaynakla beslemek amacına hizmet edecek.

7 Ekim’den İsrail’in Hedeflerine: Süreç Nereye Evrilecek?

Ermenistan’ın Çelişkili Yolu ve Güney Kafkasya’da “Barış” İhtimali