Toplumun Dehşeti İktidarın Nimeti mi?

Türkiye günlerdir vahşice katledilen kadınların ve çocukların haberleriyle yanıp kavruluyor. Hayal dahi edilemeyecek derecede vahşi şekilde işlenen bu cinayetler, örgütlenen kadın düşmanlığının konuşulmasına ve örgütlü kadın düşmanlarının ifşasına vesile oldu. Ortaya çıkan tablonun vahameti insanları daha da dehşete düşürdü. “Güvende hissetmiyoruz” mesajları birbiri ardına atıldı. Korku iklimi ülkeyi 24 saatte ele geçirdi. Zaten kolektif bir depresyonun içinde olan halkımız daha da içine kapandı. Biber gazı stokları tükendi.

Burada şunu önemle belirtmek gerekir; ülkenin bu halinde korkmak son derece doğal ve normal. Sorun korkmakta değil. Sorun korkumuzun bile bu korkunun mimarlarınca kullanılacak olması.

Korku, daima otoriter rejimlerin en önemli silahı olmuştur. Popülizmin ve post truth çağın en etkili araçları, insanların güvenlik duygusu, milli ve dini duygularıdır. Otoriter rejimler, bizzat kendileri korkutarak veya hakim olan korku iklimini kullanarak kitleleri hedefledikleri yere doğru yönlendirirler. Dünya tarihi bunun örnekleriyle dolu ne yazık ki. Ve ne yazık ki Türkiye’nin son 20 yılı da bunun örnekleriyle dolu. 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası patlayan bombaları düşünün. Atatürk Havalimanı, Beşiktaş patlamalarını, 10 Ekim Katliamı’nı düşünün. Hiç gereği yokken Suriye’ye gönderilen askerleri, yapılan askeri operasyonları düşünün. “LGBT yayıldı” diyerek İstanbul Sözleşmesi’nden nasıl çekildiklerini hatırlayın. Boşanmalar artıyor, genç nüfus azalıyor diyerek 6284 Sayılı Kanuna, kadınların kazanılmış haklarına saldırı teşkil eden raporlar, yasa teklifleri hazırladıklarını hatırlayın. Darbe teşebbüsüne nasıl zemin hazırladıklarını, sonrasında darbe korkusunu kullanarak anayasayı nasıl değiştirdiklerini ve daha birçoklarını unutmayın. 

Otoriter iktidarlar, önce korkuyu yayar ve sonra “Sizi ancak biz kurtarırız. Şimdi bizi dinleyin.” derler. Yani önce halkın evini ateşe verirler, ateşi harlarlar, ardından yangını söndüreceklerini söylerler. Korku ve panik içerisinde nereye sığınacağını bilemeyen halk, elindeki suyu, tankı iktidara teslim etmiş, kendini de daha sonra tekrar ve daha kolay ateşe verilecek bir samanlığa sığınmış bulur. Böylece, iktidar tüm köyü ele geçirir, iktidarının bekasını sağlar. Bugünlerde de olan ve daha da olacak olan bu gibi görünüyor. Ciddi bir yerel seçim hezimeti yaşayan iktidarın yeniden güç toplaması lazım. Muhalefetin yerel seçim başarısının muhalefetin hünerlerinden kaynaklanmadığının, bilakis halkın iktidarı cezalandırdığının farkında. Halkı tekrar etkilemenin yollarını arıyor. Tohumlarını kendisinin attığı şiddet ortamı iktidar için büyük bir nimet ve bunu kullanacak. Hem iktidarının devamı için hem de bu esnada yapmak istediği değişiklikleri yapmak için kullanacak.

Bu yazıyı yazdığım sıralarda Cumhurbaşkanı Erdoğan, X’te bir gönderi paylaştı. Yaşanan olayların sosyal medya ve dijital platformlar, sapkın akımlar, uyuşturucu, alkol, tv dizileri ve infaz sistemindeki boşluklar sebebiyle olduğunu dile getiriyor. Bunların önüne geçilmezse Batılı ülkelerin karşılaştığı sıkıntılarla karşılaşacağımızı, gençlerin yitip gideceğini belirtiyor. Bu durumu, milli ve manevi değerlerimizle mücadele ederek, üniversiteler aracılığıyla gençlerimize milli kimlik inşa ederek aşabileceğimizi ifade ediyor. Kesinlikle, “Hata ve sorumluluk bizde. Cezasızlık algısını yaydık, İstanbul Sözleşmesi’nden çekildik, suçluları cesaretlendirdik. Aileyi kutsadık, karşılığında kadın ve eşitlik kelimelerini dahi yok saydık. Daha çok çocuk yapılması ve iktidarımıza hizmet edecek genç nüfusun yaratılması için şiddete rağmen boşanmaları zorlaştırdık, istismarı meşrulaştırdık, kadınların imkanlarını yasalarla sınırladık, korkuttuk, eve kapattık. 6284 Sayılı Yasa’nın gereklerinin uygulanmasını dahi fiilen zorlaştırdık. Bütün bunlara aslında göz göre göre biz sebep olduk.” demiyor. Demez elbette. Bunun yerine Batılı ülkeleri hedef gösteriyor. Suç işleyen zihniyeti değil de dış etkenleri, alkolü, uyuşturucuyu, sosyal medyayı, dizileri suçluyor. Böylece suçu ve suçluyu yine meşrulaştırıyor. Uyuşturucu zaten kendi başına bir sorunken ve ne hikmetse yıllar boyu bir türlü çözülememişken, artık şimdi çözeceğiz diyerek bir çözüm üretmiş gibi yapıyor. Şiddet ortamı vesilesiyle, muhalefetin sesini yükseltebildiği tek ortam olan sosyal medyaya da çeki düzen vermek istiyor. Alkolü bir kez daha şeytanlaştırıyor ve yaşam tarzına müdahale için şahane bir bahane daha bulmuş oluyor. “İşte” diyor, “Batı” diyor, “Böyle berbattır. Gençlerimiz Batı’ya özendi de katil oldular” diyor. Şimdi bu vesileyle, üniversitelerin yapısını değiştirmeye daha da yükleneceğiz ve “milli” adı altında kendi değerlerimizi empoze edeceğiz gençlere, sosyal ve kültürel yapıyı da değiştireceğiz! diyor. İktidar, korkuyu kullanacağını bu gönderiyle apaçık ilan ediyor.

Bununla birlikte, hem Narin cinayetinde hem de İkbal Uzuner ve Ayşegül Halil cinayetinde ritüeller, satanist ayinler gibi bazı ihtimaller konuşuldu. Bu ihtimallerin konuşulması, yine konuyu esas hattından çıkaran, suçun kökenine inmeyi engelleyen, meşrulaştırıcı bir etkiye sahip. Diğer yandan, sosyal medyada önüme sıkça satanizm karşıtı gönderiler çıktığını görüyorum. İster istemez bu konuların da bile isteye konuşturulduğunu düşünüyorum. Fırsat bu fırsat deyip “dini değerlerimizi” hatırlatma girişimleriymiş gibi geliyor.

Erdoğan’ın “Siyasi iktidarı sağladık ama sosyal ve kültürel iktidarı sağlayamadık” dediği bir konuşmayı hatırlıyorum. Ensar Vakfı’nın genel kurulunda yaptığı bir konuşmaydı. Hani şu 45 çocuğun istismar edildiği vakıf. Hani şu her şeyin kapatıldığı ama bu vakfın bir türlü kapatılmadığı vakıf. Üstelik de istismar rezaleti ortaya çıktıktan sonra yapmıştı bu konuşmayı. Aynı konuşmada, Osmanlıca’nın seçmeli ders olmasıyla övünmüştü ve daha yapılacak çok şey olduğunu vurgulamıştı. Bugün gönderiyi okuduğumda, nasıl da vazgeçmediğini, insanların en büyük acılarını, toplumun en büyük endişelerini ve korkularını dahi bu amacına hizmet için nasıl da kullandığını düşündüm. Bir yanda “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyen okul birincisi kadın teğmenlerin nasıl cezalandırıldığını, diğer yanda kadınların onlarca defa şikayet ettiği suçluların nasıl cezalandırılmadığını düşündüm. Bütün bunların iktidarın esas amacına giden, yani sosyal ve kültürel iktidarın sağlanması yoluna planlıca döşenen taşlar olduğunu düşündüm.

En az 4-5 yıl önce, hem panellerde hem tv programlarında, iktidarın uygulamalarının şiddeti tırmandırdığını, suç oranını artırdığını, ülkede bir iç savaş ortamının zeminini hazırladığını defalarca söylediğimi hatırlıyorum. Benim gibi düşünen birçok insan da söyledi. Nitekim bugünler geldi çattı. Şimdi herkes çürümeyi konuşuyor. Buradan dönüş artık daha zor. Yorulanlar, vazgeçenler, umutsuzluğa düşenler var. Özellikle kitlelere hitap eden kişilerin “Ne değişecek ki? Hiçbir şey değişmiyor” dediklerine şahit oluyoruz. İşte bu, tam da iktidarın aradığı şey. Umutsuzluk, apolitik tavır, pes etme, yılma ve nihayet susma. Bu, iktidarın bilinçli sistematik topluma yönelik şiddetinin bir sonucu. Ve iktidar için mükemmel bir hareket alanı.

Sözün özü, köyü terk edemeyiz. Umutsuz durumlar değil, umutsuz insanlar olduğu gerçeğini sıkça kendimize hatırlatmak zorundayız. Çok değil 3-4 yıl öncesine kadar kadın cinayetleri hakkında yalnızca kadın hareketinin içinde bulunan veya kadın haklarıyla ilgilenen kişiler söz söylerken şimdi herkesin kadına yönelik şiddet, sebepleri ve çözümleri hakkında aşağı yukarı bilgi sahibi olduğunu ve söz söylediğini görüyoruz. Bu, bilinçlenmeyi gösterir. Öte yandan, buna rağmen ahvalimizin beterleşmesi de devletin hareketsizliğini hatta kötüye gidişini gösterir. Ancak, herkesin kendini fazlasıyla kötü hissettiği bu süreçte umutsuz olmak bizi yalnızca daha kötü yapar. Şunu hiç unutmamak gerek; umut yine biziz. Bu toplumu ayağa kaldıracak olan yine biziz. Kız kardeşlerimizin, çocuklarımızın elinden tutacak olan yine biziz. Tüm bu dehşetin için şunu da gördük; genç kadınlar olana bitene tepki göstermek için sokaklara döküldüler. Neredeyse her üniversitede bir eylem yapıldı. Umut tam da burada. Genç kadınların kendilerine, haklarına, kardeşlerinin canına sahip çıkmasında. Umut genç kadınların başı dik isyanında. Bıkmadan usanmadan sözümüzü söylemeye devam etmemiz lazım. Kimi zaman yorulsak da tekrar ayağa kalkıp yola devam etmemiz lazım. Bizim eşitlik hayalimiz ve azmimiz, bir kısım erkeğin iktidar hırsından daha büyük. Bugüne dek iyisiyle kötüsüyle başardık, bundan sonra da başarırız. Kadınlar yaşasın diye, başarırız.

Eril Adalet Kıskacında Türkiye’de Kız Çocuğu Olmak…

“Cinsiyete Dayalı Şiddet, Şiddetsizlik Ortamı Yaratarak Çözülebilir”