Eril Adalet Kıskacında Türkiye’de Kız Çocuğu Olmak…

2012 yılında Birleşmiş Milletler tarafından alınan kararla, kız çocuklarının cinsiyetlerinden dolayı maruz kaldığı eşitsizlik konusundaki farkındalığın artırılması amacıyla ilan edilen Dünya Kız Çocukları Günü, her yıl 11 Ekim’de kutlanıyor.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre 2023 yıl sonu itibarıyla 85 milyon 372 bin 377 nüfuslu Türkiye’nin 22 milyon 206 bin 34’ünü çocuklar oluşturuyor. Çocuk nüfusun da yüzde 51,3’ünü erkek çocuklar, yüzde 48,7’sini kız çocuklar oluşturuyor.

Toplum Çalışmaları Enstitüsü’nün geçtiğimiz ay yayımladığı “Kaybolan Çocuklar Krizi: Türkiye ve Dünyada Mevcut Durum, Zorluklar ve Çözüm Önerileri” raporuna göre Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde her yıl yaklaşık 250 bin çocuk kayboluyor.

Türkiye’de ise veriler 2016 yılından beri açıklanmıyor…

Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinde 21 Ağustos’ta kaybolan 8 yaşındaki Narin Güran’ın cansız bedeninin bulunmasının üstünden 1 ay geçti.

Çocukların öldüğü ve öldürüldüğü bir dünyada hiç kimse masum değildir.” 

Yukarıdaki cümle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2021 yılında “Daha Adil Bir Dünya Mümkün” kitabından bir alıntı.

1 Ekim’de yeni yasama yılına başlayan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), İYİ Parti ve Saadet Partisi’nin Narin Güran cinayetinin soruşturulmasına ilişkin grup önerileri Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) oylarıyla kabul edilmedi.

Bütün bu veriler ışığında Türkiye’de kız çocuğu olmak neyi ifade ediyor?

KIZ ÇOCUKLARINA ATFEDİLEN KALIPLAR

Bir toplumun kız ve erkek çocuk çocuk yetiştirme şekli toplumun kadınlığa ve erkekliğe nasıl baktığı, onlara verilen toplumsal cinsiyet rolleri, aile kurumuna yaklaşımları gibi değerlerle şekillenmektedir.” diyor Çocuk, Genç ve Yetişkin Psikiyatristi Prof. Dr. Bengi Semerci. 

Toplumsal her alanda, okulda, basında, filmlerde, romanlarda, ders kitaplarında hatta reklamlarda altı çizilerek “uygun bulunan” kız ve erkek kimliğinde “Kızlar naziktir, yüksek sesle konuşmazlar, temizlik ve bakım onların işidir” gibi kalıplar atfedildiğini belirten Prof. Dr. Semerci, bütün bu kalıpların aile ile sınırlı kalmadığını da belirterek adanan rollere aykırı davrananların çocukların baskı gördüğünü aktarıyor.

Kız çocuklarına atfedilen bu “kız olma kimliğinin” sosyal alanda çok öne çıkmama, az görünür olma, sürekli kendini denetleme gibi birçok alt başlıkta otokontrole neden olmasına ilişkin konuşan Prof. Dr. Semerci, “Bu tanımların hepsi doğduğu andan başlayarak, hatta daha doğmadan kadına kariyer olarak iyi eş ve anne olmayı atfeder. Kadının başarısı bunları gerçekleştirdiği zaman takdir edilir. Bu rollerin içinde kariyer yer almaz” diye konuşuyor.

ÇOCUKLAR VE KADINLAR KENDİNİ TEHDİT ALTINDA HİSSEDİYOR

Araştırma alanı uygulamalı sosyoloji olan Prof. Dr. Hatice Yaprak Civelek, toplumsal yapının değişmesi için sosyal kurumların (aile, eğitim, din, siyaset, hukuk, ekonomi, boş zamanları değerlendirme gibi) tecrübe ettikleri yapısal değişikliklerden bahsedilmek gerektiğini belirtiyor.

Prof. Dr. Civelek, toplumsal kurumların kendi iç yapılarının ve dinamiklerinin değişmesinin, toplumsal değişimle birlikte ilerleyen bir tarafı olduğuna da dikkat çekiyor.

Örneğin genel anlamda aile kurumunun, özelde ise aile içi cinsiyet rollerinin dönemsel olarak, özellikle teknolojik gelişmeyle paralel biçimde, karşı karşıya kaldığı olumlu ve olumsuz koşullar iyi analiz edilmelidir. Olumsuzluklarda artış varsa soruna odaklı hızlı ve toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda hassas aile politikaları üretilmelidir.

Ailenin kendi içerisinde tecrübe ettiği deneyimlerin (cinsiyetine bakılmaksızın çocuk ve ebeveyn ilişkilerinde yaşanan kopukluk, anlaşılamama, sosyal, finansal, eğitimsel, çevresel zor koşullarla uzun süre mücadele etme gibi) sonucu olan yalnızlaşma ve yalnızlaştırma durumlarının çocukların sosyal yaşamlarında ve kararlarında akılcı, etkin ve belirleyici olmalarını etkilediğini belirten Prof. Dr. Civelek, “Sokak güvenliği, çevre güvenliği, kolluk güçlerine güven, hukuk ve adalet kavramlarının değerlerini kaybedişi ailelerin, özellikle kız çocuklarının ve kadınların kendilerinin ve sevdiklerinin sürekli tehdit altında olduklarını hissetmelerine neden olmaktadır.” diye konuşuyor. 

Herhangi bir ataerkil pazarlığa konu edilen kadını, oradan çekip çıkarmanın tek silahı kadını sahiplenilebilecek bir ‘şey’ sanan erkeklik anlayışını uzaklaştırmaktır.” diyor ve ekliyor Prof. Dr. Hatice Yaprak Civelek, “Özellikle aile içi eğitim ve sosyalleşme ve okul içi eğitim ve sosyalleşme süreçlerinde toplumsal cinsiyetin anlaşılması bir zorunluluk olmalıdır.”

KIZ ÇOCUKLARI EĞİTİMDE NASIL YER BULUYOR?

Foucault’un dediği gibi: “İktidar fark edildiğinde ölür.” 

Türkiye son 20 yılda 10 Milli Eğitim Bakanı değiştirdi. 2012 yılında yapılan düzenleme ile birlikte daha önceden 8 yıl zorunlu olan ilköğretim evrensel modele uyum sağlama hedefiyle 4+4+4 eğitim sistemi ile birlikte 12 yıllık zorunlu eğitimde kademeli hale getirildi. 

Geçtiğimiz yılın Temmuz ayında karma eğitime ilişkin açıklamalar yapan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, “Şimdi benim Milli Eğitim olarak birincil hedefim ne? Kız çocuklarının okullaşması sağlamak.” ifadelerini kullanmıştı.

Ülkede uygulanan kanunlara göre, çocuğunu okula göndermeyene günlük 15 TL para cezası ile 5 yıla kadar hapis cezası uygulanıyor. Buna rağmen zorunlu eğitim çağında olup okula gitmeyen öğrenci sayısı 2022 verilerine göre, 570 bin civarında.

Eğitim Reformu Girişimi’nin (ERG) yayımladığı raporda ise Türkiye’de 2023-2024 yılında eğitimden ayrılan çocuk sayısı 612 bin 814’e yükseldi.

Çocuk Hakları Koruma Platformu’nun 2023 yılında 15 ilden 1.269 kişi ile yüz yüze görüşülerek tamamladığı “Eğitim Olanakları Araştırması”nın sonuçlarına göre “ailem istemedi” diyerek liseye devam edemeyenlerin oranı yüzde 14. Evlilik nedeniyle liseye devam edemediğini belirtenlerin oranı yüzde 10. Bu oran kadınlar arasında yüzde 15’e çıkarken erkeler arasında yüzde 5’te kalıyor.

Okuldan uzaklaşan çocuklara ilişkin değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Civelek, 4+4+4 eğitim sistemin kadını hane içine iten ve okuma süreçlerinin önüne geçen bir eğitim sistemi olarak yıllarca tartışıldığını hatırlatıyor ve ekliyor:

Ancak yaptıklarının sonuçlarına dair akademik ve mesleki uzmanlıktan gelen eleştirilere kulakları tıkalı bir politik iktidar varken, bu sistemden zarar görmenin sürdürülebilir olması beklenen bir durumdur. Bunun karşısındaki tek kilit halktır. Halkın sisteme dair eleştirilerinin, mücadelelerinin görünür hale gelmesi ve elbette buna da izin verilmesidir.”

706 ERKEK ÇOCUĞA KARŞILIK 10 BİN 471 KIZ ÇOCUĞU

Medeni Kanuna göre Türkiye’de yasal evlenme yaşı 18 fakat, çocuklar 17 yaşına bastıklarında ailelerinin veya yasal vasilerinin izniyle evlenebiliyor. Buna ek olarak, 16 yaşındaki çocuklar ise ‘istisnai durumlarda ve hayati önem arz eden bir gerekçenin olması şartıyla’ mahkemeden alınan özel izinle evlenebiliyor. 

Türkiye’de 16-17 yaşında evlenenlerin rakamlarına bakıldığında 2023 yılı TÜİK verileri, bu yaş grubunda evlenen 706 erkek çocuğa karşılık 10.471 kız çocuğu olduğunu gösteriyor. Yani 16-17 yaş grubunda evlenen kız çocuk sayısı, erkek çocuk sayısının 15 katı.

2018 yılında yapılan Nüfus ve Sağlık Araştırması ise 18 yaşından önce yapılan evliliklerin yüzde 71’inde dinî nikahın resmi nikahtan önce yapıldığını ortaya koyuyor. 

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, 2017 yılından bu yana istismar verilerini kamuoyu ile paylaşmasa da Cumhuriyet başsavcılıklarında, son bir yılda toplam 193 bin “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suç” dosyası açıldı. Bu dosyaların 66 bini “Çocuğun Cinsel İstismarı”na yönelik. Dosyalardaki toplam şüpheli sayısı ise 206 bin.

Bu durum yalnızca dini ve ataerkil süreçlerin köktenci işleyiş biçimlerinin, onu besleyen cehaletin, geleneksel erkeklik ve kadınlık kavrayışlarının, toplumsal cinsiyete doğru evrilmek yerine “gericilik” üzerinden karanlığa sürüklendiğinin göstergesidir.

Böyle bir gerileme sürecinde, kadının herhangi bir eril arzu karşısında ne adının ne yaşının ne kimliğinin ne de konumunun olduğunu belirten Prof. Dr. Civelek, “Bu koşullarda bir kültürel gelişmeden, güvenli bir toplumsal ilerlemeden, aklı selim bir siyasetten, dolayısıyla kalkınmadan da bahsedilemez.” diye belirtiyor.

Avukat Figen Özbek çocukları korumak için uzun yıllardır çalışmalar yapan bir isim. Koruncuk Vakfı’nın onursal başkanı Çocuk ve Haklarını Koruma Platformu’nun ise başkanı olarak çalışmalarına devam eden Avukat Özbek yasal boşlukların kapatılarak ve erken yaşta evliliklerin kesin olarak yasaklanması gerektiğini belirtiyor ve ekliyor, “Ayrıca, bu yasaları ihlal edenler için caydırıcı cezalar uygulanmalıdır. Ancak birçok toplumsal dinamiği içinde barındıran bir sorunu sadece hukuki yollarla çözemezsiniz. Ekonomik ve sosyal adımlar da atılması gerekir. Aileler ve toplum genelinde çocuk yaşta evliliklerin zararları hakkında bilinçlendirme kampanyaları düzenlenmek, eğitim fırsatlarının yaygınlaştırılması, kız çocuklarının okulda kalmasının teşvik edilmesi önemlidir.” 

Dezavantajlı ailelere ekonomik destek sağlanarak, kız çocuklarının eğitim alması ve ekonomik bağımsızlık kazanması için fırsatlar yaratılması gerektiğini belirten Avukat Özbek, kız çocuklarının eğitimden kopması engellenemezse erken evliliklerin engellenemeyeceğini de vurguluyor.

Bu bağlamda, Türkiye’de kız çocuğu olmak, sadece bireysel bir deneyim değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluk. Kız çocuklarının haklarını savunmak ve bu hakların korunmasını sağlamak, toplumun her kesimi için önem taşıyor. Bu nedenle, Dünya Kız Çocukları Günü gibi etkinlikler, toplumsal farkındalık yaratma konusunda kritik bir rol oynuyor.

Erken yaştaki evliliklerin ve genç annelerin oranlarının ekonomik, toplumsal ve kültürel faktörlerin etkileşimi ile değiştiğini açıklayan Prof. Dr. Bengi Semerci ise çocuk yaşta evlenen kız çocuklarının diğer yaş gruplarındaki kadınlara göre fiziksel şiddete iki kat, cinsel şiddete ise üç kat daha fazla maruz kaldığını belirtiyor.

Ayrıca bu bireyler uğradıkları fiziksel şiddetten dolayı eşlerini haklı görme olasılıklarının da daha yüksek olduğu görülmüştür.”

Kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmesine ilişkin UNICEF araştırmasından örnek gösteren Prof. Dr. Bengi Semerci, “Araştırmada, çocuk yaşta evlenen kız çocuklarının evlilik ve kendi hayatları ile ilgili kararlarda daha az etkin olduklarını göstermektedir. Aile ve arkadaşlarını ziyaret edip edemeyeceği; bir iş sahibi olup olamayacağı; okula devam edip edemeyeceği; sağlık problemleri ve herhangi bir doğum kontrol yöntemi kullanıp kullanamayacakları ile ilgili son sözü evli oldukları erkek söylemektedir.” diye belirtiyor.

Çocuk, Genç ve Yetişkin Psikiyatristi Bengi Semerci çözüm önerisini de sunuyor: Eğitim…

“SIKINTI KANUNLARDA DEĞİL UYGULAMADA”

Sadece okula gidiyor olmak bile, kız çocuğunun bir ‘çocuk’ olduğunun görünürlüğünü sağlaması açısından önemlidir.”

Okulda edinilen deneyimlerin çocukların sosyal bir çevre kurmalarına, bilgi ve beceri edinmelerine, istismar ve kötü muameleden korunmalarına ve kendileri için harekete geçmelerine yardımcı olduğunu belirten Prof. Dr. Bengi Semerci, kız çocuklarının bilgi, beceri ve destekleri arttırılarak çocuk yaşta evliliklere karşı önlem alınabileceğini belirtiyor.

Çocuk yaşta yapılan evliliklerde karar vericilerin genellikle aile büyükleri olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Bengi Semerci, “Bu yüzden aileleri eğitmek, toplumu seferber ederek sosyal normları değiştirmeye çalışmak, çocuklar için daha destekleyici ve daha az cezalandırıcı bir dünya oluşturmak en sık kullanılan önleyici tedbirdir.” ifadelerini kullanıyor.

2 Eylül 1991’de Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni imzalayan ilk ülkelerden birisi Türkiye. Sözleşmenin üçüncü maddesine göre çocuğa dair yapılacak her şeyin, çocuğun üstün yararı gözetilerek yapılması ve bu doğrultuda karar verilmesi öngörülüyor. 

Fakat durum uygulamada da böyle mi?

Avukat Figen Özvbek çocukları korumada sıkıntının kanunlarda değil uygulamada olduğuna vurgu yapıyor:

Kanunlarda hiçbir şey yok. Kanunlar gayet iyi. Koruyucu kanunlar var. Uygulamalar gösterilmiş kanunda. Uygulanmayan kanunlarda hiçbir işe yaramaz. Askada kalıyor, askıda faturalar gibi… Neticeler alınamıyor. İstismar görmüş çocuklar istismardan kurtulacağı yerde yine istismara uğruyor.”

Kadın ve çocuğa ilişkin bakanlık bulunmamasına sitem eden Avukat Özbek, “Bakanlığın ismi Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı. Bize ne çağrıştırıyor? Sosyal politikaları, değil mi? Aileden başka çocuk ismi yok, kadın ismi yok. Öyle bir bakanlık yok. Sizin muhatap olacağınız çocuk açısından kadın açısından bir kurum yok. Eğer komite varsa, bir komite varsa biz de o komiteye ulaşamayız zaten.” ifadelerini kullanıyor.

Kız çocuklarının sosyal hayata katılımında ve haklarının korunmasında sivil topluma büyük bir rol düştüğünü belirten Avukat Özbek, “Sivil toplum zaten mücadele etmek için kurulmuştur ama devlet kurumlarıyla beraber çalışmadığı takdirde, yargıçlarla beraber bu işin yürütmediği takdirde, neticeye nasıl ulaşacak?” diye soruyor.

2014 Nobel Barış Ödülü sahibi Malala Yousafzai’nin de dediği gibi: “Yarımız geride tutulurken hepimiz başarılı olamayız.

Şiddet ve Güvenlik İhtiyacı Arasında Sıkışan Yaşamımız Üzerine

Toplumun Dehşeti İktidarın Nimeti mi?