Mütekabiliyet…
“Karşılıklı olma” anlamına gelen bu kelimeyi özellikle siyasetin ve diplomasinin diline pelesenk eden Lozan Barış Anlaşması’dır. Öncelikle Lozan kamuoyunda Türkiye-Yunanistan arasında bir anlaşmaymış gibi algılansa da esas olarak çok taraflı olan uluslararası bir anlaşmadır. Türkiye ve Yunanistan’ı bağlayan nokta ise Lozan Anlaşması’nın ekleri arasında yer alan Mübadele protokolü ve Azınlıklar bölümüdür. Bizim de burada bahsini açmak istediğimiz Lozan’ın “Azınlıkların Korunması” başlığında yer verdiği üçüncü bölümdür. 37’nci maddede başlayan ve 45’inci maddeye kadar süren kısımda her iki ülkede azınlık statüsündeki toplumların korunması ve himayesi garanti altına alınmıştır.
Milletlerarası hukukun temel prensiplerinden biri olan “mütekabiliyet” ilkesinin temel amaçları, devletler arasında eş değer bir uygulama meydana getirmek ve söz konusu anlaşmaya uyulmasını pekiştirmektir.
Lozan Barış Anlaşması’nın 45’inci maddesinde “Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıkları için tanınan haklar, Yunanistan tarafından da kendi topraklarında bulunan Müslüman azınlığa tanınmıştır” hükmüyle sonlanan bölümde iki ülke arasında mütekabiliyet hakkı doğmuştur.
MÜTEKABİLİYET NE DEĞİLDİR?
Şimdi esas sorulması gereken soru şudur: Lozan Barış Anlaşması’nın 45’inci maddesinde yer alan “mütekabiliyet” tam olarak nasıl yorumlanmalıdır? Bu konuyu açmamın sebebi son dönemde Batı Trakya’da yaşanan okul ziyaretlerine getirilen kısıtlamanın ardından aynı uygulamanın “mütekabiliyet” çerçevesinde Türkiye’deki azınlık okullarına getirilmesi ve yine henüz bu konuyu kapatamadan Batı Trakya’daki müftülük atamalarına karşı atılacak adımın ne olduğunu bilmemiz…
Yar. Doç. Dr. Süleyman Dost’un “Milletlerarası Hukukta Mütekabiliyet İlkesi” makalesinde de altını çizdiği üzere, mütekabiliyet prensibi azınlık haklarında eşitlik ve adalet için karşılıklı saygının hukuki temeli anlamına gelse de 45’inci madde Ankara ve Atina arasında bu şekilde yorumlanmayıp misillemeye açık şekilde değerlendirilmektedir.
Bu durum uluslararası hukuk çerçevesinde değerlendirildiğinde görülüyor ki Türkiye ve Yunanistan, kendi vatandaşları olan azınlıklara karşı uyguladıkları politikalarla insan haklarını ihlal ederken aynı şekilde taraf oldukları Lozan Barış Anlaşması’nı da ihlal ediyor.
Son dönemde hazırlanan bir rapor bu konuyu da ele alarak her iki ülkenin de hukuka ve insan haklarına aykırı tutumlarını irdeliyor.
Bahse konu rapor, akademisyen Ohannes Kılıçdağı tarafından 2023 yılında yazıldı. Kılıçdağı’nın Hrant Dink Vakfı tarafından yayınlanan “Dar Gömlek” isimli raporunda öncelikle Ermeni toplumu dolaylı olarak da diğer azınlık toplumlarının sorunlarına değinmişti. Kılıçdağı bu raporda, “mütekabiliyet” meselesini de ele alarak mevcut olarak hata yaptığımız noktaların altını çizen değerlendirmelerde bulunmuştu.
Kılıçdağı, “mütekabiliyet” esasına azınlıklar bağlamında başvurulmamasının mümkün olduğunu savunur ve bunu aslında itiraz edilmemesi gereken bir noktayla destekler; insan hakları.
Söz konusu anlaşma maddesi, Türkiye’deki azınlık toplumlarına tanınan hakların aynısının Yunanistan’daki Müslümanlara da tanındığını ifade eder. İşte bu noktada Kılıçdağı, Lozan’ın 45’inci maddesine dikkat çekerek “bir taraftaki uygulamayı diğer taraftaki uygulamanın şartı yapamayacağı” konusunda uyarır ve açıklar:
“Türkiye ve Yunanistan idareleri altındaki kişilere bu hak ve imkanları ayrı ayrı sağlamakla zorunludurlar. Anlaşmada birinin tutumu diğerinin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Diğer tarafın tutumu ne olursa olsun, kendi verdiği taahhütleri yerine getirmeyen taraf anlaşmayı çiğnemiş sayılır.”
Bu satırlar size fazlasıyla optimist bir bakış açısı sunabiliyor olabilir. Ancak aynı zamanda “mütekabiliyet” kavramının uluslararası hukukta söz konusu olamayacağını da kanıtlıyor.
MÜTEKABİLİYET VE İNSAN HAKLARININ İHLALİ
Kılıçdağı’na göre, “mütekabiliyet” esasının uygulayamamanın bir başka bir sebebi de Ermeni ve Yahudi toplumu söz konusu olduğunda azınlık politikasının kıstas alınabileceği Lozan Barış Anlaşması’na taraf olan bir devletin bulunmamasıdır. Dolayısıyla Kılıçdağı, adeta “Azınlık Hakları 101” niteliğindeki çalışmasıyla “mütekabiliyet” esasının meşruiyetini bize sorgulatır.
Kılıçdağı’nın mütekabiliyete dair ortaya koyduğu son görüş ise ilkeselliktir. Çünkü “Mütekabiliyet” bir devletin kendi vatandaşlarına yönelik uygulayabileceği bir ilke değildir. Bunu şöyle açıklar Kılıçdağı: “İki ayrı devletin yek diğerinin vatandaşlarına, yani hukuki manada yabancılara yapacağı muameleyle ilgili bir tabir ve uygulamadır. Örneğin bir devlet sizin vatandaşlarınıza vize uyguluyorsa siz de mütekabiliyet esasını ileri sürerek ilgili devletin vatandaşlarına vize uygulayabilirsiniz. Lozan Barış Anlaşması’nda konu edilen gayrimüslim azınlıklar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduklarından mütekabiliyet konusu olamazlar.”
Sözün özü, Kılıçdağı bize mütekabiliyet esasının uluslararası hukuktaki yerini açıklarken Türkiye ve Yunanistan’ın da bu uygulamayla insan haklarını ihlal ettiklerinin de altını çizer.
GERÇEKTEN “BARIŞ”I İSTİYOR MUYUZ?
Kılıçdağı, bu raporuyla azınlık haklarına ilişkin önemli detaylara yer verirken mütekabiliyet kısmıyla da her daim güncel olan bu politikanın iki ülkedeki azınlıkların uğradığı mağduriyeti de evrensel hukuk normları çerçevesinde ele alır. Kılıçdağı’nın da dediği gibi bir yerdeki insan hakları ihlali diğer bir yerdeki insan hakları ihlalinin gerekçesi olamaz.
Hiç kuşkusuz bu yanlış bir politikadır. Bu yanlıştan bir kurtuluş var mıdır? Savaşı sonlandırarak “barış”ı getiren bir anlaşmanın iki ülke tarafından bu kadar sık ihlal edilmesi ve tartışmaya açılması bu sorunun cevabını güçleştirirken istediğimiz şeyin “barış” olup olmadığını bize sorgulatıyor. Gerçekten “barış” istiyor muyuz? Yanıtınız evetse birlikte yaşadığımız toplumları tanımak adına “Dar Gömlek” raporuyla başlamak iyi bir seçenek olabilir.