İmamoğlu, Siyasi Yasak ve Kayyumlar: Yerel Demokrasi İttifakı Mümkün mü?

Mart 2024’teki yerel seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) İstanbul’un en kalabalık ilçesi olan Esenyurt’a belediye başkanı olarak seçilen Prof. Dr. Ahmet Özer, 30 Ekim Çarşamba günü sabah saatlerinde evinde gözaltına alındı.

“Terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla tutuklanan Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in yerine İçişleri Bakanlığı tarafından Vali Yardımcısı Can Aksoy atanırken belediye meclisine ise kayyum Aksoy tarafından fiilen başka kayyum atandı. Böylece Esenyurt’ta 31 Mart Yerel Seçimleri’nde sandığa atılan 3 oy pusulasında yer alan oyların ikisi geçersiz sayılmış oldu.

Yıllarca sürebilecek sıcak gündemleri tek bir haftaya sıkıştıran Türkiye siyasetinde kayyumların ardı arkası kesilmedi. Geçtiğimiz hafta yerel seçimlerde en yüksek oyu alan DEM Partili Batman Belediye Başkanı Gülistan Sönük, 3 kez belediye başkanlığı seçimini kazanan DEM Partili Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk ve Şanlıurfa’nın ilçesi DEM Partili Halfeti Belediye Başkanı Mehmet Karayılan yerine kayyum atandı.

Kayyum atmalarına karşı ortak açıklama yapan 70 önceki dönem baro başkanı, söz konusu uygulamadan derhal vazgeçilmesini ve görevden alınan belediye başkanlarının derhal göreve iadesini talep etti.

Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atanmasının ardından Cumhuriyet Halk Partisi belediye binası önünde kitlesel bir miting yapacağını açıklamıştı fakat “izin verilmemesi” sebebiyle miting Esenyurt’taki Cumhuriyet Meydanı’nda düzenlendi. 

Mitingde konuşan CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “AKP ve MHP’nin tuzaklarına kimse kapılmasın. Erken seçim için ne gerekiyorsa onu yaptırmaya hep beraber mecburuz” açıklamalarında bulundu.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı (İBB) Ekrem İmamoğlu ise kayyum atamalarıyla ilerleyen sürecin “kaynağını” işaret etti ve şöyle konuştu:

2019 seçimlerinde İstanbul’u kaybettiklerinden bu yana kafalarında aynı plan var: Sandıkta kaybettiklerini, yargı aracılığıyla geri almak. Milletin onlara vermediği yetkiye, siyasi güdümlü mahkemeler aracılığıyla ulaşmak istiyorlar. Önümüzdeki seçimleri kazanmak için, milletin iradesini bugünden tahakküm altına almak istiyorlar. Ama yapamayacaklar. Hukuk görüntüsü altında sergiledikleri oyunla kimseyi kandıramayacaklar.”

Mitingde konuşma yapan İBB Başkanı İmamoğlu’nun cümleleri akıllara sıradaki hedefin kim olduğunu getiriyor.

“AHMAK DAVASI”NDA NELER YAŞANDI?

30 Ekim 2019 tarihinde Fransa’da düzenlenen bir kongrede 31 Mart Yerel Seçimleri’nin iptal edilmesine yönelik eleştirilerde bulunmuştu Ekrem İmamoğlu. Dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ise bu eleştirileri “Avrupa Parlamentosu’na gidip Türkiye’yi şikayet eden ahmağa söylüyorum; bunun bedelini bu millet sana ödetecek” ifadeleri ile karşılaşmıştı.

O dönem Soylu’nun açıklamalarının ardından gazetecilere demeç veren İmamoğlu ise “Söze bakarım söz mü diye, adama bakarım adam mı diye. Tam da 31 Mart’ta seçimi iptal edenler ahmaktır, önce oraya bir odaklansın.” yanıtını vermişti.

Kıyamet de burdan kopmuştu.

6 Mayıs’ta iptal edilen 31 Mart İstanbul Seçimleri’nin ardından İmamoğlu’nun ifadeleri Yüksek Seçim Kurulu üyelerine hakaret sayıldı ve hakkında siyasi yasak talep edildi.

15 Aralık 2022’de çıkan kararda ise İmamoğlu hakkında 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezasına hükmedildi ve TCK’nın 53’üncü maddesi uyarınca siyasi yasak hükmü uygulandı.

Kararın kesinleşmesi için istinaf mahkemesi ve Yargıtay süreçlerinin de tamamlanması gerekiyor. İmamoğlu’nun avukatlarının cezaya itirazı üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 24. Ceza Dairesine gelen dosyada henüz bir karar verilmedi. Kararı reddetme ve kabul etme hakkı bulunan istinafın kendisi de duruşmayı ele alabilir. Bu durumda dava Yargıtay’a taşınacak. Yartıgay’ın kararı bozma ve onama yetkisine göre de karar onanırsa İmamoğlu hakkındaki ceza kesinleşecek.

İstinaf aşamasındaki dava dosyasına İmamoğlu’nun avukatları İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Adem Sözüer ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı’ndan Doç. Dr. Tolga Şirin tarafından “Türk Ceza Kanunu’nun 125. Maddesinde Kamu Görevlilerine Hakaret Suçu için Öngörülen Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin Anayasa’daki İfade ve Siyasal Özgürlüklerle Normlara Aykırı Olduğu Hakkında” başlıklı bir bilimsel mütalaa sunuldu.

Söz konusu davanın Anayasa Mahkemesi’nce incelenmesi gerektiği kaydedilen mütalaada,  uluslararası hukuka uymamanın da Anayasa’ya aykırı olacağı vurgulandı.

İBB Esenyurt Bütünleşik Tıp Merkezi’nde incelemelerde bulunmasının ardından dün (7 Kasım 2024) soruları yanıtlayan İmamoğlu, “Bir insan, makamını korumak için bu kadar memleketine, milletine zulüm eder mi?” ifadelerini kullandı.

İmamoğlu’nun açıklamalarının birkaç saat öncesinde ise kayyum atamalarına karşı Mardin’de düzenlenen mitingde konuşma yapan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan hakkında soruşturma başlatılmıştı.

Kararın istinafa taşınmasına karşı harekete geçen ve ekim ayı içerisinde muhalefet partilerini ziyaret etmeye başlayan CHP yönetimi akıllara, “3 kez İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmiş Ekrem İmamoğlu’nu iktidarın engelleme çabası neden, olası bir siyasi yasak kararında hukuk ve siyaset sahnesinde neler yaşanacak?” sorularını getiriyor.

Fikir Gazetesi 37. sayısında bu soruların cevabını uzman isimlerle birlikte arıyor.

“MİLYONLARIN GÖNLÜNE GİRMİŞ BİR SİYASETÇİ”

CHP’nin Seçim ve Parti Hukuk İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Meryem Gül Çiftci Binici, iktidarın sadece Ekrem İmamoğlu’nu değil, birçok demokratik kurum ve siyasetçiyi yasakladığına dikkat çekerek son günlerde Türkiye’de yaşanan kayyum atamalarını işaret ediyor:

“İktidar siyaset alanını kendi kümesiyle sınırlamak, tarif ettiği alanın dışında duran veya o alana muhalefet eden hiç kimseyi kabullenmiyor. Sayın İmamoğlu da bahsettiğimiz durumdaki en büyük siyasi öznelerden bir tanesi. Cumhurbaşkanı adayı olarak çok büyük bir potansiyel taşıyan, İstanbul’u Erdoğan ve AKP’ye karşı 3 kez kazanmış, 16 milyon İstanbullunun ve Türkiye’de milyonların gönlüne girmiş bir siyasetçi. İmamoğlu’na siyasi yasak demek Erdoğan’ın kendi yolunu temizlemesi anlamına geliyor.”

Kamuoyunda “Ahmak Davası” olarak bilinen davanın istinaf sürecinde olduğunu hatırlatan CHP Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyesi avukat Gül Çiftci Binici, istinaf kararının açıklanmasının ardından karar İmamoğlu’nun ve CHP’nin aleyhine ise hukuken tüm haklarını sonuna kadar kullanacaklarını vurguluyor.

Siyaset bilimci Prof. D. Tanju Tosun ise iktidarın Ekrem İmamoğlu’na yönelik tutumunu benzer davalarda verilmiş kararlar üzerinden açıklıyor ve ekliyor:

“İmamoğlu’nun ceza alıp siyasi yasakla karşı karşıya kalma olasılığını kendisinin Türkiye siyasetindeki popülaritesi, seçmenin popüler desteği ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde partisi tarafından aday gösterilmesi durumunda kazanma olasılığının yüksekliğiyle ilgili olduğunu düşünmek gerekir. Bir başka ifadeyle muhalefete seçim kazandıracak en güçlü aday oluşuyla siyasetten bir süre elini ayağını çektirme girişimlerinin ardında büyük ölçüde bu durum yatmaktadır.”

Gazeteci Akın Olgun “alerji” meselesini ele alıyor iktidarın İmamoğlu’na yönelik yasak talebinde…

“İktidarın, kendisi için tehlike gördüğü her şeye karşı bir yasak alerjisi olduğu konusunda sanırım kimsenin şüphesi yoktur. İmamoğlu, Türkiye siyaseti açısından bir şans olmaktan çok doğru zamanda, doğru yerde ve doğru anda bulunmasıyla öne çıkmış ve ideolojik karakter açısından da Erdoğan ile benzerlikleri olan bir siyasi figür. Aslına bakarsanız Erdoğan’ı koltuğundan etme şartlarına hiçbir liderin sahip olmadığı kadar da imkana sahip olmuş biri İmamoğlu.”

İMAMOĞLU VE MUHALEFET NASIL BİR STRATEJİ İZLEYECEK?

Yerel seçimlerde 4 milyon oy alarak seçilen İmamoğlu’nun ve muhalefet partisinin bu süreçte izleyeceği yol ise merak konusu.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Gül Çiftci Binici, haksızlığa karşı mücadelelerinin süreceğini belirtiyor.

“Muhalefeti ortak bir güç etrafında toparlama stratejisini benimsediği anlaşılıyor.” diye yorumluyor Prof. Dr. Tanju Tosun ise İmamoğlu ve CHP’nin izlediği stratejiyi.

Bu stratejiyi “önemli ve anlamlı” olarak tanımlayan Prof. Dr. Tosun, bunun “birkaç aydan beri parçalanan muhalefetin politik lokomotifi olma adına attığı bir strateji girişimi olarak okunabileceğini” vurguluyor.

“Müesses nizam sınırları içinde kalma, onun alanını zorlamama, aşmama tavrının ‘şimdi şey olmasın’ ruh halini yarattığını biliyoruz ve aslına bakarsanız bunu üstüne giyen hiçbir siyasetçi iflah olmuyor edilgenlikte.” 

Yukarıdaki yorum gazeteci Akın Olgun’a ait.

Olgun, Türkiye siyasetinin cesaretini, yaratıcılığını ve bunu ortaya koyma ruhunu aradığını belirterek bu arayışa cevap vermeyen her yaklaşımın statükoyu güçlendirdiğini ve statükonun da bu yolla kendini tahkim ettiğini açıklıyor.

ERDOĞAN GERİ ADIM ATABİLİR Mİ?

“Yasaklayanlar demokrasi tarihinin bir yüz karası olarak anılmaktan kurtulamadılar ve bu yasaklama yöntemiyle kendisini kazanmış sananlar, eninde sonunda hakikatle yüzleştiler.” diyor Akın Olgun.

Cumhurbaşkanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı Erdoğan’ın geri adım atmayacağını belirleyen faktör olarak da muhalefeti işaret ediyor Olgun:

“Bu toplumsal muhalefetin İmamoğlu’nun etrafında ortak bir politik amaçlar doğrultusunda kenetlenmesiyle ve Türkiye’nin gelecek vizyonunda toplumun her kesiminin kendisini bulması ve görebilmesiyle ilgili. Eğer bu sağlanabilirse, İmamoğlu’nun toplumsal meşruluk zemini sağlamlaşacak ve bu zemini yıkmak isteyeni ise toplum gayri meşru hale getirecektir.”

Siyaset bilimci Prof. Dr. Tanju Tosun ise Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın siyasi bir stratejide ilerlediğini belirterek Erdoğan’ın geri adım atabileceği senaryoyu şu şekilde çiziyor:

“Bu strateji önce 31 Mart yerel seçiminin yaralarını sarmak, bunu da yumuşama söylemini tercih ederek, partisinin karşısında bulunan seçmenlerin en azından bir kısmının iktidara yönelik negatif algısını zayıflatmaktı. Bunun ardından muhalefetin kendi içinde parçalanması suretiyle, iktidar bloğunun toplumsal destek gücünü korumak, ardından mümkünse desteğini arttırmaktı. Bunu başarması halinde geri adım atması olasıdır.”

OLASI SİYASİ YASAK KARARI VE YANSIMALARI

İstinafta olan dava konusunda İmamoğu’na yönelik olası bir yasağın çıkması halinde hukuk ve siyaset sahnesinde yaşanabilecek senaryolar tüm kamuoyunun dilinde.

2024 yılındaki yerel seçimlerin ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ndeki meclis çoğunluğu CHP’ye geçti.

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun olası bir siyasi yasakla karşılaşmasının ardından Türkiye’nin en büyük kentinde yaşanacak siyasi tavır ise henüz belli değil.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Gül Çiftci Binici olası yasağı net bir şekilde eleştiriyor: “Türkiye’nin birinci partisini hiç kimse mevcut demokratik siyasetin dışına itemez.”

Ülke nüfusunun yüzde 65’ten fazlasını CHP’li belediyelerin yönettiğini hatırlatan Gül Çiftci Binici, “Böyle bir yerel iktidarı demokratik siyasetin dışında düşünmeyiz. Biz AKP’ye rağmen ısrarla demokratik düzende siyaset yapmak durumundayız. İktidarın kayyum politikası açıkça halk iradesine bir darbe niteliği taşıyor. Daha önce bazı seçim çevrelerinde kayyum kararlarından geri adım atmak zorunda kaldılar. İnanıyorum ki burada da (Esenyurt Belediyesi) demokratik hakkımızı kullanarak geri adım attıracağız.” ifadelerini kullanıyor mevcut kayyum atamalarına ilişkin.

Siyaset bilimci Prof. Dr. Tanju Tosun olası bir siyasi yasak kararının Türkiye’nin hukuk sisteminin “yara almaya devam etmesi” anlamına geldiğini belirtiyor.

Mevcut düzenlemelere göre işbaşındaki belediye başkanının (kamu görevlisinin) görevden alınıp, yerine İçişleri Bakanı tarafından görevlendirme yapılabilmesinin hukuki koşulunun oluşabilmesi için, Anayasanın 127. ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 45. maddesindeki koşulun gerçekleşmesi gerekiyor. 45.maddeye 2016 tarih ve 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile terör örgütü üyesi olmak/terörle iltisaklı olmak fıkrası OHAL döneminde eklenmişti.

“45.maddenin ilgili fıkrasındaki suç kalıbı ile İmamoğlu’nun ilişkilendirilmesi de kanımca mümkün olmaz. Açılmış olan davanın YSK üyelerine sarf ettiği iddia edilen sözlerle ilgili olduğunu belirtmek gerekir. Bunun dışında, başka bir dava açıldığı takdirde, suçlamanın ancak 45.maddedeki suç kalıbına uygun olması gerekir ki böyle bir durum yok. Bu çerçeveden bakıldığında,  kayyum atanması gibi bir durum olamaz. Varsayalım ki oldu, bu durumda iç siyasette bir kaos, dış siyaset açısından ise ülkenin zaten var olan demokratik geri kayması tam anlamıyla uluslararası toplumda tescil edilmiş olur.”  şeklinde nitelendiriyor Prof. Dr. Tosun siyasi yasağın hukuk ve siyaset sahnesine yansımalarını.

Gazeteci Akın Olgun’un ise olası siyasi yasak kararına ilişkin yanıtı açık ve net: “Buna ‘açık faşizm’ deneceği için ne iktidarın ne de müesses nizamın bunu göze alabileceği kanaatinde değilim.”

“TÜRKİYE İTTİFAKI” KURULMASI MÜMKÜN MÜ?

CHP’nin 31 Mart seçimlerinden sonra “kapsayıcı” bir anlayış hedefiyle öne sürdüğü Türkiye İttifakı söylemleri kayyum atamalarının ardından yeniden dile getirilmeye başlandı. 

Kayyumlara karşı yapılan mitinglerde ve muhalefet partilerini ziyaretlerinde Türkiye İttifakı söylemini tekrarlayan İmamoğlu’nun ardından seçmen iradesini ve demokrasiyi yok sayan uygulamalar sonucunda bir “demokrasi ittifakı” kurulup kurulamayacağı tartışılmaya başlandı.

Türkiye İttifakı’nın hali hazırda CHP’yi 47 yıl sonra birinci parti yapan ittifak olduğunu dile getiren CHP Genel Başkan Yardımcısı Gül Çiftci Binici, “Biz Türkiye’nin ileriye gitmesini, hukukta, insan haklarında, demokrasi daha çağdaş bir hal almasını isteyen herkesi Türkiye İttifakı’nın bir parçası olarak görüyoruz. 31 Mart’ta bu ittifakın en büyük bileşenleri geçinemeyen emekliler, işçiler, öğrenciler, memurlardı. Bugün de bu ittifakın en büyük bileşeni demokrasiye ve hukukun özgürlüğüne inanan milyonlardır.” ifadeleri ile dayanışmanın muhalif seçmenden karşılık bulduğunu aktarıyor.

Siyaset bilimci Prof. Dr. Tanju Tosun ise olası bir “demokrasi ittifakı”nın “seçmen refleksinin demokratik değerlere, hukuk devletine bağlılığı ve adalet arayışı ile bu saikler özelinde bir birleşme”  olarak yorumlanabileceğini dile getiriyor.

Gazeteci Akın Olgun muhalif seçmenin İmamoğlu’nun arkasında birleşmemesi için bir sebebi olmadığını dile getirerek Türkiye’nin geleceğine ilişkin sorunların toplumun geniş kesimlerinin katılımlarıyla çözülmesi gerektiğine işaret ediyor:

“Kapsamlı politik bir metin ve manifesto ortaya koymak, bu adaylığı büyütecek, tartışmasız olarak öne çıkaracak ve üzerinde anlaşılmış bir hakikat olarak da sürükleyici olacaktır pozitif anlamda.”

İmamoğlu ve/veya yakın çevresinin elinden çıkacak bir manifestoyla bu birleşmenin zor olabileceğini belirten Akın Olgun, toplumsal akit ve bu akde uygun politik metinin etrafında yer alacak kesimlerin direnç gösterebileceğine inandığını aktarıyor:

“Meşruluk her iktidarın, her aktörün ihtiyaç duyduğu bir zemindir ve o zemin ortadan kaybolduğunda, artık kendisi de tehlike altında demektir. Yani aslen meşruluk zemini oluşturmak ve bu zeminin gücünü örgütlemek, bir demokrasi cephesinin olmazsa olmazıdır. Cumhurbaşkanı adayı olarak ilan edilmeyi (bunu dayatmayı değil), bu ilanın toplumsal metnini ve uzlaşısını sağlamak için çaba harcamalı İmamoğlu. Bunu da toplumun geniş kesimleriyle hızla temas ederek, Türkiye’nin İkinci Yüzyılı perspektifi altında ortaklaştırarak, ortaklaşan şeyi toplumun manifestosu olarak ilan ederek ve kendisini onun taşıyıcısı olduğunu ortaya koyarak yapabilir.”

Yerel Demokrasi İttifakı

Yaşam Pahalılaştı, Umutlar Azaldı: 2025 Yılında Emeklileri Neler Bekliyor?

İzmir Örneği Üzerinden Deniz Seviyesi Değişimleri ve Alınması Gereken Önlemler

Yıkılışının 35. Yılında Berlin Duvarı’ndan Edebiyatın Duvarlarına Bakış