Yazar: Wendy Brown
Yalnızca tek tür bir Trump seçmeni yok. Elbette Naziler, alt-sağ – “geleneksel” muhafazakârlığa radikal bir alternatif sunan aşırı sağcı, küreselleşme karşıtı siyasal akım, ç.n.- taraftarları, aşırı kadın düşmanları ve aşırı ırkçılar; yani Trump’ın çılgın vaatlerinden, çirkin hakaretlerinden ve kaba tavırlarından beslenen bütün bu gruplar mevcut. Aşağıladığı veya basitçe hiçe saydığı “liboşlara” yöneltilen nefreti her gün içlerine çekerek harekete geçenler. Hristiyanlar, Siyonistler ve hatta Trump’ın kendi davalarına Biden-Harris rejiminden daha iyi hizmet edeceği beklentisi içinde olan (kervana son dakikada eklenen) Müslümanlar mevcut. Ayrıca ülkenin güneyindeki sınırın güçlendirilmesini ve yeni gelen göçmenlerin sınır dışı edilmesini isteyenler de var. Daha düşük vergiler ve daha az kısıtlamalar talep eden küçük işletme sahipleri ve sendika koruması altında bulunan işlerde ödenen ücretlerle çalışmak isteyen eski maden ve sanayi işçileri de.
Ama bunların hiçbiri Trump’ın tarihsel zaferini tam anlamıyla açıklamıyor; Trump, 2004 yılından bu yana halk oylamasını kazanan ilk Cumhuriyetçi başkan adayı. Peki bunu ne açıklıyor? Üç şey: Demokratların seçkinlerin partisi haline geldiği bir bağlamda Trump’ın savunduğu ekonomik popülizm; uygulanabilir veya güvenilir bir form olarak liberal demokrasinin tükenişi ve Birleşik Devletlerdeki eğitimin, özellikle de yüksek eğitimin yaşadığı yıkım.
EKONOMİK POPÜLİZM
Trump, 2015’den bu yana yerleşik düzen karşıtı bir ekonomik duruş sergiliyor. Bazıları bunu ekonomik popülizm olarak adlandırıyor. Bu duruş samimi olmayabilir – sermayeden ve mega-zenginlerden muazzam destek alıyor- ama Birleşik Devletlerde yaşanan aşırı ve artan eşitsizliklere hitap ediyor. Bu eşitsizlikler elbette, üretimi ülke dışına kaydırma, dışarıdan tedarik ve sendika bastırma; konut maliyetlerini atmosferin üst katlarına tırmandıran spekülasyon ve ulaşımdan yüksek eğitime uzanan altyapının özelleştirilmesi gibi neoliberal politikalar tarafından üretiliyor. Trump, yaşam maliyetinin altından kalkamayan veya çocukları için daha iyi bir gelecek öngöremeyen işçi sınıfı ve orta sınıf aileler tarafından tecrübe edilen öfke ve yoksunluk duygusuna sesleniyor.
Harris, “fahiş fiyat düzeylerini” durdurma ve ev sahiplerine küçük teşvikler sunma gibi vaatleriyle, kampanyasının başlangıcında bu soruna ufak tefek değinmelerde bulundu. Ancak, Demokrat Parti, her ne kadar Obamacare -sağlık sigortası reformu- ve Enflasyonu Düşürme Yasası bu açıdan kimi yeni projeleri gündeme getirmiş olsa da Bill Clinton yıllarından bu yana eğitim görmüşlerin ve (dolayısıyla) tuzu kuruların partisi, bildiğimiz anlamda iş dünyasıyla uyumlu bir parti olageldi. Dahası, Harris’in kampanyası, son haftalarında ekonomi politikası konusundaki endişeleri bir yana bırakarak, bunun yerine Trump’ın demokrasi için uygun bir başkan olmadığı konusuna yoğunlaştı.
LİBERAL DEMOKRASİNİN TÜKENİŞİ
Liberal demokrasi -kurumları ve değerleri- on yıllardır çözülüyor. Birleşik Devletlerde piyasaları ve teknokratları liberal demokrasinin yerine geçirmek isteyen neoliberal hırslar tarafından aşındırılıyor, sağcı hareketler ve partilerin saldırısına uğruyor ve mahkemeler tarafından yozlaştırılıyor. Liberal demokrasinin sermayeyle nasıl iç içe geçtiği giderek daha da görünür hale geliyor ve dahası, liberal demokrasi formu, Büyük Finans gibi küresel güçleri kontrol etmeyi veya iklim değişikliği veya büyük insan hareketleri gibi küresel sorunları çözmeyi başaramıyor. Sonuç olarak, liberal demokrasi, onu, hiç de yanlış olmayan biçimde, kendilerine karşı hileli bir oyun olarak gören milyonlarca insanın saygısını ve güvenini kaybetmiş durumda.
Trump’ın açıkça anti-demokratik nitelikte olan retoriği ise bu insanlar açısından ne özellikle rahatsız edici ne de herhangi bir öneme sahip. Onlar ulusun güçlü bir yöneticiye, diğer siyasal veya ekonomik güçlere boyun eğmeyen, hayatlarını şu anda olduğundan daha iyi hale getirecek ve aklı başında her insanın yirmi birinci yüzyılda hissettiği tehlikelerin ve güvencesizliğin bir kısmını ortadan kaldıracak bir yöneticiye sahip olmasını istiyorlar. Bunun için farklı bir politik biçime -otoriter liberalizme- ihtiyaç varsa da varsın olsun diyorlar. Harris’in kampanyası ise sürekli olarak demokrasinin tehlikede olduğu düşüncesini işleyip durdu. Seçmenlerin kaçı Harris’in savunduğu demokrasi yaklaşımını benimsiyor? Kaç kişi hala liberal demokrasiyi neoliberalizmin bu demokrasiyi indirgemiş olduğu şeyin, yani piyasa ve bireysel özgürlüklerin ötesindeki bir şeyle özdeşleştiriyor?
EĞİTİMSİZLEŞTİRME
Birleşik Devletler, savaş sonrası dönemde, -çoğunlukla beyaz erkeklere ve daha sonrasında ırksal azınlıklara ve kadınlara da açılan parasız, erişilebilir ve kaliteli eğitim sunan- dünyanın en demokratik eğitim sistemlerinden birini inşa etti. 1970’lerden bu yana bu sistemin bütün öğeleri saldırı altında: kamu fonları geri çekildi, maliyetler tırmandı, derslikler büyüdü ve kalite çöktü. Ayrıca müfredatlar siyasallaştı ve tartışmalı hale geldi, mesleki eğitim dünyevi bilgi ve düşünme biçimlerinin üstünde tutuldu ve sağ, üniversitelere karşı, günümüzde “totaliter beyin yıkamaya” karşı yürüttükleri doğrudan kampanyalarla zirvesine ulaşan sert bir tutum takınmaya başladı. Bu eğitimsizleştirme, yalıtılmış sosyal medyayla ve son derece politize olmuş ana akım medyayla birleştiğinde, hem son derece manipüle edilebilir hem de eğitimin kendisini seçkincilikle, servetle ve “Wokeizmle” –muhafazakar liberteryenlerin cinsel kimlik, sosyal ve ırksal adalet hareketlerine karşı kullandığı, aşağılayıcı terim; “duyarcılık”ç.n.-, yani Demokratlarla özdeşleştiren bir yurttaşlar kitlesi yaratıyor. Trump ise “düşük eğitimliler” olarak adlandırdığı kesimleri uzun zamandır ve açıkça kendi tabanı olarak tarif ediyor.
Bütün bunlar üst üste konduğunda, Harris’in kampanyasının ve Demokrat Partinin halktan ve dönemden ne kadar kopuk olduğunu görebiliyorsunuz. Aslında, Harris’e oy verenlerin birçoğu da kaygılarını veya umutlarını kucakladığı için değil sadece Trump’ı ve faşizmi durdurmak için ona oy verdiler. Harris’in kampanyası kendi partisinin on yıllardır desteklediği ve aracılık ettiği ekonomik koşulları dikkate almadığı gibi, liberal demokrasinin ve yurttaşlığın yeni bir politik forma çağrıda bulunan krizine de yanıt sunamadı.
Trump’ın Cumhuriyetçi Partisi bizi bu formun belirli bir versiyonuna doğru götürüyor. Demokrat Parti kendisinin de bir başka formu; azınlığın ve kar sahiplerinin çıkarlarına hizmet etmek yerine çoğunluğa ve gezegene hizmet edecek; sermayeyi demokrasiden ayrıştıracak ve dönüştürücü bir devlet projesi inşa edecek; demokrasinin köklerinin manipüle edilebilir bir seçmen kitlesine değil, eğitimli bir yurttaş kitlesine dayandığı düşüncesini ciddiye alacak; yirmi birinci yüzyılın güçleri, sorunları ve imkanlarıyla uyumlu bir başka formu geliştirmesi gerektiğini sonunda anlayabilecek mi?
Wendy Brown, siyaset bilimci teorisyeni; Türkçeye de çevrilen Halkın Çözülüşü, Neoliberalizmin Harabelerinde, Yükselen Duvarlar Zayıflayan Egemenlik, Tarihten Çıkan Siyaset kitaplarının yazarı, son kitabı Nihilistic Times. Orijinali Dissent Magazine’de yayımlanan bu yazı Fikir Gazetesi için çevrilmiştir. https://www.dissentmagazine.org/online_articles/a-party-out-of-touch/
Dijital Bir Dünyada Çocuk Olmak: Haklar, Öncelikler ve Riskler