Sağlık hakkı, dayanağını anayasadan da alır. Madde 56 der ki; ‘’Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir. Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir. Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir.’’ Bu madde, devlete önemli ödevler yüklüyor. Devletin ‘herkes’ için sağlıklı bir yaşam tesis etmesi gerektiğini söylüyor. Devlete sağlık hizmeti ile ilgili görevini yerine getirme ödevi veriyor.
Sağlık hakkından yararlanma git gide iyileştirilmesi gereken bir mesele iken, bu haktan yararlanması gereken yurttaşlar aleyhine uygulamalar olmakta, bu uygulamaların artık ucu bucağı kaçmaktadır. Muayenelere ve sonrası tedavilere ilişkin masrafların çalışanlardan hangi biçimde kesileceğine dair düzenlemelere sürekli biçimde yenileri eklenmektedir. Oysa devletin, sağlık hizmeti alanların tedavileri için herhangi bir ek ücret almaması gerekir. Bu bir yana, giderek insanlar daha çok yükümlülük ile karşılaşmaktalar.
Daha önceleri çalışanlardan herhangi bir ek katkı alınmazken, artık sürekli biçimde tüm halk kesimleri aleyhine yapılan uygulamalar ile anayasada bahsi geçen sağlık hakkı fiili olarak askıya alınmıştır dersek abartmış olmayız. Yani artık sağlık hakkı kullanılamaz bir haldedir. Bu durum sadece sağlık hakkı bakımından gündemde değildir elbette. Başka sosyal haklar bakımından da devletin katkısı fiilen azalmış, buna karşın hak sahiplerinin sırtına her geçen gün başka yükler eklenmiştir.
Finansal krizin gündeme geldiği her sefer, fatura dar gelirliye yahut yoksula ödetilirken, gelir durumu iyi olan azınlık bakımından aksine kolaylaştırıcı koşullar yaratılmakta. Halen, orta ve dar gelirli yurttaşların üzerine yüklenen ve her geçen gün artan katkı payı artışı ile bu koşullar onlar aleyhine ağırlaşmakta. Sosyal bir hukuk devleti isek (Ay. Md.2) eşit, ulaşılabilir ve parasız sağlık hizmeti sunulması gerekirken, insanlar devlet hastanelerinden sıra alamamakta, ameliyat tarihleri çok ileri tarihlere verilmekte. Kamu hastanelerindeki malzeme kıtlığı, kalitesizliği de cabası. Yani koşullar AKP’nin iktidara geldiği ilk günlerdeki ve yine vaadedildiği gibi değil. Hiç değil.
Özel hastanelerden yararlanabilen az sayıda insana karşın, parası oralara yetmeyen insanların durumu düşünüldüğünde, sağlık hakkının bir anayasal hak olarak uygulanabilirliğine dair tartışma yapmaya dahi gerek yok. Sağlık hakkına erişimsizlik, devletin sosyal adaleti de sağlayamadığının bir göstergesi. Sağlık hizmetinin her geçen gün özel kuruluşlara devredilmesi, hem kazanılmış bir hak olan sağlık hakkının budanması, hem de devletin yurttaşlarına karşı ödevlerini yerine getirmemesi demek. Yani sağlık hakkı bakımından da her geçen gün ve hızla bir geriye gidiş söz konusu.
Yenidoğan Çetesi adı ile bir süredir gündemimizde olan mesele, özel sağlık hizmetlerinin güvenilirliğini, samimiyetini ve gerekliliğini yeniden gündeme getirdi. Her geçen gün kamusal olmaktan çıkarılan sağlık hizmetinin yarattığı onlarca özel hastanenin, devletin kaynaklarını nasıl soyduğunu, bebeklerin nasıl öldürüldüğünü gördük. Sağlıkta dönüşüm adıyla yapılan şeyin denetlenmediğini göz önüne aldığımızda, dönüşüm diye önümüze konulanın kötüleşen, niteliksizleşen ve erişilemeyen sağlık hizmeti olduğu aşikar. Bu bağlamda, bir zamanlar büyük getirisi olan kamu kuruluşlarının ‘özelleştir, güzelleştir’ söylemi ile özelleştirilip satılmaya başlanması sonrası, kamu kaynaklarının sermayeye devredilmesine itiraz eden muhalefet kesimlerinin ‘özelleştirme, güzelleştir’ sloganını anımsamakta yarar var.
Kazanılmış haklardan olan, kamusal olması gereken hizmetlerin özelleştirilmesi hiçbir biçimde bir iyilik getirmemiştir. Bu hizmetlerin sermayeye devredilmesi, ancak Yenidoğan Çetesi vakasında olduğu gibi birilerini zenginleştirmiş ve onların kamu kaynaklarını daha da sömürmesine yol açmıştır. Sağlığa erişim, eşit, nitelikli ve parasız olması gereken, anayasa tarafından da bu biçimi ile formüle edilen bir haktır. Bu nedenle, sağlık hizmetleri, kamusal, nitelikli ve adil bir biçimde devletçe sürdürülmelidir. Özel hastaneler eliyle sürdürülen ve denetimsiz sağlık hizmetinin neler yarattığını hepimiz gördük. Yani bu durum, özel sağlık hizmetinin öyle pek de güvenilir ve nitelikli olmadığını gösteriyor bize. Bu bir yana, artık ülkedeki sağlık hizmetlerinin güvenilirliği esastan tartışılmalıdır.
Devletin yapması gereken şey, anayasanın ve evrensel teamüllerin de gereği olarak, hizmeti alan ve veren açısından iyi, nitelikli koşulları yaratmak ve sağlık hizmetini toplumun tüm kesimlerine eşit ve adil biçimde ulaştırmaktır. Sosyal adalet ve eşitlik bunu gerektirir. Bu aynı zamanda hukuk devleti olmanın da bir gereğidir.
Prof. Dr. Özyurt: “Sorunların Nedeni, Sağlıkta Dönüşüm Programı”
Yapay Zeka Hemşireler: Sağlıkta Devrim mi Yoksa Risk mi Taşıyor?