Haftalardır belki de aylardır beklediğimiz yağmurlar nihayet başladı. Kapitalist toplumların doğanın ve iklim krizinin gerçeklikleri ile yüzleşmesi devam ediyor.
Akdeniz iklim kuşağında yer alan Türkiye, iklim krizinin etkilerini yoğun bir şekilde hisseden ülkelerden birisi. Artan sıcaklıklar, ekstrem hava olayları ve düzensiz iklim koşulları ülke genelinde kuraklık ve birçok problemi beraberinde getiriyor.
Bunların önde gelenleri de kuvvetli yağış, sel ve kuraklık fenomenleri…
Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Teksas Üniversitesi’nden görev alan bir bilim insanı ekibi 1980’den 2020 yılına kadar olan verileri inceleyerek kuraklıktan tehlikeli sağanak yağışlara ani geçiş olasılığının yüzde 0,25’ten yüzde 1’e yükseldiğini ortaya çıkardı. Avrupa bu eğilimin kötüleştiği yedi bölgesel sıcak noktadan biri.
Sıcaklıkların artması ve iklimin düzensizleşmesiyle birlikte kuraklığı sert bir şekilde yaşayan ülkelerden birisi olan Türkiye’de Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün (MGM) temmuz ayında yayımladığı verilere göre son 23 yılın en kurak haziran ayı yaşandı. Yine MGM harita verilerine göre Türkiye’nin bütün bölgeleri bu yaz şiddetli kuraklık gerçekliğiyle yüzleşti.
Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) İklim Zirvesi’nde (COP 29) konuşan BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, “Duymuş olduğunuz ses hızla geçen zamanın sesidir. Küresel sıcaklık artışını 1,5 santigrat derece ile sınırlandırmak için son geri sayımdayız ve zaman bizim lehimize değil” dedi.
ÜÇ TEMEL ÖGE
Kuraklıklar ve seller, ekosistemler ve toplum üzerinde felaket ve kalıcı etkileri olabilecek su döngüsünde aşırı olaylar olarak karşımıza çıkmaya devam ediyor. Evlerin, mahsullerin, vahşi yaşamın ve altyapıların yok edilmesinin potansiyeline sahip olan bu fenomenleri Fikir Gazetesi’ne konuşan meteoroloji uzmanı Adil Tek şu şekilde anlatıyor:
“Kuraklık eskiden beri vardı. Sel de eskiden beri vardı. İklim krizi bunların sıklığını ve bazı yerlerde de büyüklüklerini arttırdı. Dünyanın her tarafında homojen bir dağılım yok. Bazı bölgeler çok kurak olurken bazı bölgelerde seller etkisini artırıyor. Ama iklim değişikliğinin bundaki en büyük etkisi, atmosferik sistemde bir ısı enerjisi birikimi olduğundan ısı enerjisi sistemi eskisinden biraz daha hızlı hareket ediyor. Bu da beraberinde fırtınaları ve kasırgaların oluşumunu hızlandırıyor. Bunların oluşmasındaki en büyük sebep ise Dünya’nın farklı bölgelerinde farklı ısınmalar olduğu için aralarda oluşan enerji farkının dengeye ulaşmak istemesidir.”
Çevre mühendisi Prof. Dr. İlhan Talınlı ise çevre denilen kavramın ekosistem olduğu vurgusunda bulunarak bu ekosistemin üç temel ögesine dikkat çekiyor. Yani, hava, su ve toprağa…
İnsanın ekosistem içerisinde yer alan canlı türlerinden sadece biri olduğunu vurgulayan Prof. Dr. İlhan Talınlı kuraklık ve sellere ilişkin, “Su buharlaşırken ısıyı çeker. Bu ısı topraktan çekilir. Sonra yağmurlarla tekrar toprağa verilir. Sonra su akar gider, taşkın su akımı oluşur. Suyun belirli bölgelerde insanlardan uzaklaşmasının adına biz kuraklık diyoruz. Halbuki toprağa da bakmak lazım. Topraktaki böcek, çiçek, bitki, ot, milyonlarca canlı türü ne oluyor o sırada? Onun adı kuraklıktır. Her yüzeyden buharlaşan su ister topraktan olsun, ister denizden, ister gölden, nehirden, yer altına, ne olursa olsun su buharlaştığı zaman gidecek, bulut olacak, biliyorsunuz tekrar düşecek. Peki suyu yok edebilir misiniz? Hayır. Suyun döngüsünü hiçbir kuvvet değiştiremez. Bir madde yoktan var edilemez, vardan yok edilemez. Dolayısıyla sel sadece bir suyun belirli bölgede toprak tarafından alınamayan bir kısmının taşkınıdır.” cümleleri ile suyun döngüsüne yer veriyor ifadesinde.
Yağmurun toprağa düştüğü zaman o topraktaki canlılar tarafından büyük filtrasyonlardan geçtiğini belirten Porf. Dr. İlhan Talınlı, suyu tutan “gücün” toprak olduğuna vurgu yapıyor.
Meteoroloji uzmanı Adil Tek toprağa düşen su miktarına dikkat çekiyor bu ikili ilişkiyi anlatırken. Yağışların düşüş hızı ve miktarına bağlı olarak toprağın suyu kabul edemeyeceğini belirten Adil Tek, “Mesela 10 kilogramlık bir yağışı, 5 dakikada düşürmek var, bir de yarım saatte düşürmek var. Yarım saatte düşerse bu yağış, toprak bunu rahat rahat aşağıdaki alt tabakalarına geçirir ama 5 dakikada düşerse, alt tabakalarına dahi geçiremeden üstten akışa geçmeye başlar. Bu da sel oluşumuna yol açar.” açıklamalarında bulunuyor.
ATMOSFERİK SİRKÜLASYONLAR ARTMAYA DEVAM EDECEK
İnsanların kalabalık olduğu bölgelerde yani toprağın betonla kaplı olduğu alanlarda toprağa şans verilmediği için taşkınlar yaşandığını belirten Prof. Dr. İlhan Talınlı, “Bir şekilde sonuç olarak insanlardan uzaklaşarak gidiyor. Hatta insanların canını alarak gidiyor.” ifadelerini kullanıyor.
Geçtiğimiz haftalarda Akdeniz ülkelerinden biri olan İspanya’da “soğuk damla” adı verilen yağışlar sebebiyle Avrupa’nın son 50 yılının en büyük sel felaketi gerçekleşti. Normal şartlarda 1 yılda alınan yağışın sadece 8 saatte düşmesiyle nehirlerde ve deniz seviyesinde yaşanan taşmalarla da birlikte İspanya’da hayatını kaybedenlerin sayısı 223’e ulaştı.
Suyun döngüsü yani hidrolojik çevirim giderek hızlanıyor. Enerjinin ve buharlaşmanın fazlalaşmasıyla bu çevirimin arttığına bir kez daha vurgu yapan meteoroloji uzmanı Adil Tek, oluşan cephe sistemleri ile o bölgede kuvvetli yağışlar görülebileceğini aktarıyor.
Adil Tek, küredeki ısı enerjisinin birikimin, küresel ısınma, artmasıyla atmosferik sirkülasyonların da artmaya devam edeceğini belirtiyor.
TARIMDAKİ VERİM GİDEREK DÜŞÜYOR
Son 30 yılda ülke genelindeki 240 gölün 186’sı kurudu, en büyük sıkıntı ise Akdeniz, İç Anadolu, Ege ve Marmara havzasında yaşanmaya devam ediyor. Türkiye’nin su yönetiminde radikal değişikliklere ihtiyaç olduğunu belirten Su Politikaları Derneği Başkanı Dursun Yıldız, aksi takdirde su ve gıda güvencesizliğinin artacağını belirtiyor.
Mahsullerin yok olmasına neden olarak gıda güvencesizliği yaşanmasına yol açabilecek bu fenomenler dikkatleri tarım alanına çekmemize ön ayak oluyor. Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) ekim döneminin yağışların etkisiyle ileriye kaydığını belirterek, kuraklık nedeniyle birçok çiftçinin hububat (un yapılabilen taneli bitkiler) ekimi yapamadığını bildirdi.
İklim değişikliği etkisini belki de en çok tarımsal üretimde gösteriyor…
Ekim ayında beklenen ama bir türlü gelmeyen yağışlar nedeniyle hem barajlardaki sularda hem de tarım alanlarındaki su eksikliğine dikkat çeken Bursa Uludağ Üniversitesi Tarım Ekonomisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Hasan Vural, kuraklık nedeniyle tarımdaki verimin düştüğünü belirtiyor.
Örneğin Türkiye’nin dört bir yanındaki zeytin üreticileri yağışların olmamasından ve kuraklıktan şikayetçi. Olgunlaşmayan zeytinler nedeniyle rekolte de ne yazık ki düşük kalıyor.
İklim düzeninin değişmesiyle birlikte tarımdaki dikim, ekim ve budama takvimlerinin de değiştiğini belirten Çiftçiler Sendikası (Çiftçi-Sen) Örgütlenme Sekreteri Adnan Çobanoğlu, daha yapraklarını bile dökmemiş üzümleri örnek göstererek budama yapılamadığını belirtiyor.
AGRO-EKOLOJİK TARIMIN ÖNEMİ
Şiddetini ve görünürlüğünü giderek artıran iklim krizi toprağın verimliliğini etkilemeye başlayınca sorunlar da giderek büyüyor.
Tohumların ancak belirli ekolojik koşullar sağlandığında varlığını sürdürebileceğini belirten Çiftçi-Sen’den Adnan Çobanoğlu, ekimlerde atalık tohumlar yerine devletin teşvik ettiği sertifikalı tohumların kullanılmasının da yerel coğrafi koşullara ayak uyduramaması sebebiyle tarımı engellediğini belirtiyor.
Çobanoğlu, ekonomik koşullar nedeniyle zorlanan çiftçilerin aile tarımı yapmayı bırakmak zorunda kalmasının tarımsal üretimi sermaye gruplarının alarak üretim çeşitliliğinin de azalacağını belirtiyor.
Oluşabilecek gıda enflasyonun Türkiye için bir sorun haline geleceğini belirten Çobanoğlu çözüm olarak endüstriyel tarım yerine geleneksel köylü tarımı işaret ediyor. Yani agro-ekolojik tarımı…
COP29 kapsamında Türkiye’nin iklim yol haritasını aktaran Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum Bakü’deki konuşmasında Türkiye’deki tarım alanlarının yüzde 10’unda organik tarım yapılacağını belirtmişti.
“Doğanın kendi döngüsüne uygun politikaları desteklemek ve teşvik etmek gerekiyor.” diye konuşan Çobanoğlu, “Bu iklim krizine gerçek bir çözüm üretme anlamını taşır. Yapılması gereken bu değişiklikler yapılmazsa gidişat iyi değil. Afrika’ya benzer açlık karşımıza dikilecek. Çünkü Afrika’da yeterli tarım arazilerinin olmaması değildir açlığın nedeni. O tarım arazilerini sermaye gruplarının elinde olması ve onlar ihracata yönelik bir tarımsal üretim yapmalarıdır.” ifadelerini kullanıyor.
Yaşanılan problemin sadece çiftçiler özelinde olmadığını belirterek gıdaya erişimin ihtiyaç duyan herkesin problemi olduğunun altını çizen Çobanoğlu, örgütlü mücadelelerin yürütülmesi gerektiğini belirtiyor.
Neoliberal Tarım Politikalarından Kurtulalım, Agroekolojik Tarıma Geçelim