Türkiye’de Yeşil Siyaset I: Dar Alanda Kısa Paslaşmalar

Yeşil Hareket Yeşil Siyaset küresel düzeyde yükselen aşırı sağ ve popülist hareketler karşısında gerilerken, Türkiye’de Yeşil Siyaset yürütenlerin de durumu farklı değil. Yıllardır Yeşil hareketlerin içinde yer alanların ifadesiyle Türkiye’de yeşil siyaset var ama örgütsüz, tabanı yaygın değil. Yeşillerin Türkiye’de siyaset yapma pratikleri, sol siyaset içindeki konumlanmaları ve nihai olarak “Yeşil siyaset odağında muhalefet etme” kapasiteleri sınırlı. 

Türkiye’de farklı ideolojilerin kurdukları siyasi partilerde ya da farklı topluluklarda ve çeşitli şekillerde örgütlenme ve aktif siyaset pratikleri içinde olduklarını görüyoruz. Bunların içinde çevre-ekoloji odağında olan siyasi parti ve örgütlenmelerin ayrıksı bir yeri olduğu söylenebilir: çevre mücadelesinde aktif olan ulusal ve yerel düzeyde çeşitli ve örgütlü topluluklar, STK’lar olmasına ragmen Yeşillerin aktif siyaset yapan ya da kendi parti örgütlenmesi içinde bağımsız ya da farklı partilerin örgütlüğü içinde koalisyon benzeri oluşumlarında yer bulanların sayısı oldukça az. 

Türkiye’de Yeşil Siyaset adı altında değerlendirebileceğimiz tüm hareketlerin içinde yer alan isimlerden biri Ümit Şahin. Şahin bir makalesinde Türkiye’de çevre hareketlerinin sanayileşme sürecinin geç olması, siyasi kutuplaşma ve askeri rejimlerin yönetimi nedenleriyle geç başladığını vurgular. 1980’lerde çevre hareketleriyle yeşil siyasetin eşzamanlı gelişmesi sayesinde ilk yeşil partinin 1988’de kurulduğunu hatırlatır. Şahin’e göre Türkiye’de yeşil siyasetin en belirgin eksikliği, seçimlere girme ve aktif siyasetin içinde olmak konusundaki isteksizliği-başarısızlığı. Zira yeşil partiler ya seçim kriterlerini karşılayamadılar ya da son Yeşiller Partisi örneğinde olduğu gibi resmi onay sürecinden geçemediler.  Ayrıca Şahin, Türkiye’de yeşil siyasetin hiçbir zaman çevre hareketleri için birleştirici bir araç olmadığını da vurgular. 

Türkiye’de ekoloji alanında çalışan gazeteci-yazar Özer Akdemir ise Türkiye’de yeşil siyaset yapılmadığını düşünenlerden. Sorumuz üzerinde Akdemir, öncelikle yeşil siyaseti “politik mücadelede yaşamın sürdürülebilmesinin yanı sıra doğayla barışık, insan onuruna yaraşır, emeğin sömürülmediği, ezilenin olmadığı bir dünya düşü” olarak tanımladığını anlatıyor. Yeşil siyaseti sınıf mücadelesi perspektifinde değerlendiren Akdemir, küresel anlamda iklim değişiklilerine de sermaye sınıfının iktidarı olan kapitalizmin neden olduğunu ve çözümünde anti-kapitalist bir mücadele perspektifinde aranması gerektiğini düşünüyor. 

“Bu anlamda benim anladığım “yeşil siyaset”, ya da doğa koruma mücadelesi emek, ekoloji, kadın, gençlik, ulusal sorun vs bütün mücadelelerin içinde bir yerlerde konumlanmalı. Kendi başına bir bağımsız mücadele çizgisi ya da iktidar perspektifinin olabileceğini düşünmüyorum.” diyor. Sıraladığı nedenle “Türkiye’de yeşil siyaset yok” tespitinde bulunan Özer Akdemir, yeşil siyaset için mücadele ettiğini söyleyen çeşitli siyasal oluşumlar olsa da bunların yeterli taban da bulamadığını ve hiçbirinin kendi “yeşil siyaset” tanımlanmasına uymadığını söylüyor. 

Türkiye’nin Yeşil Siyasi Aktörleri 

Bu yazıda, Yeşil Siyaset içinde siyaset yapan ve yapılmasına alan açan aktörlerin birkaçına sorularımızı yönelttik: 30 yılı aşkın süredir ekoloji hareketi içinde yer alan ve Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi kurucusu ve eş sözcülüğünü yapan Arif Ali Cangı ve Yeşil Sol Parti bileşeni olarak DEM Parti Ekolojiden Sorumlu Eş Başkan Yardımcısı İbrahim Akın; kurulmasına izin verilmeyen Yeşiller Partisi eski eş sözcüsü- Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) Koray Doğan Urbarlı, Genç Yeşiller’den Cemre Nayir ile Yeşiller Partisi üyesi ve Yeşil Düşünce Derneği’den Melisa Kutluğ .  

Bireysel veya kurumsal olarak kendinizi Yeşil siyaset yapan ya da yapılmasına alan açan bir aktör olarak tanımlar mısınız? 

Arif Ali Cangı: Bireysel olarak yeşil siyaset yapan ve yapılmasına çalışan aktör olarak kendini tanımlarım. 30 yılı aşkın çevre ekoloji avukatlığı yapıyorum, aktivizmin içindeyim. Bu mücadelenin siyasetsiz sonuç vermeyeceği düşüncesindeyim. Siyasal hayatımda yeşil siyasetin kurumsallaşmasında çaba harcadım. Önce, Özgürlük ve Dayanışma partisi, sonra Eşitlik ve Demokrasi Partisi ve en son 25 Kasım 2012’ kurulan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nde çaba harcadım.  Bu partinin kuruluşunda eş sözcü olarak bu konuda gerekli çabayı gösterdim. 

İbrahim Akın: Biliyorsunuz DEM Parti, bileşenlerden oluşan bir parti. DEM Parti’nin bileşenlerinden biri de Yeşil Sol Parti’dir. Benim politik geçmişimin uzun bir bölümü Yeşil Sol Parti içinde geçti. Bunu söylerken sadece son seçime katılmış olan partiyi kastetmiyorum.  Yeşil Sol Parti, 2012 yılında Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi adıyla kurulmuştu. Ben de o partinin kurucularından biriydim. Partinin birçok organında siyaset yaptım. Bir dönem de Genel Eş Sözcülüğünü yaptım. 

Bugün de Yeşil Sol’dan gelmiş biri olarak DEM Parti’de Ekolojiden Sorumlu Eş Başkan Yardımcılığı yapıyorum. Yani şunu anlatmak istiyorum: Uzun bir süredir Türkiye’deki ekoloji mücadelesinin içindeyim. Ekoloji mücadelesi ve doğa hakları mücadelesi, hem halen içinde politika yaptığım kurumların hem de kişisel politik yolculuğumun en önemli alanlarından biri oldu. Yeşil Sol Parti ile fahri düzeyde politik ilişkilerim sürmekle beraber, şu an DEM Parti Genel Başkan Yardımcısı ve İzmir Milletvekili olarak ekolojik mücadele için alan açmaya, var olan alanı genişletmeye gayret ediyorum.

Koray Doğan Urbarlı: Kendimi bireysel olarak ve TİP’te yer almamdan ötürü kurumsal aktör olarak görüyorum. Yeşil siyaset yapmanın, bir şekilde yeşil fikri savunmanın birden fazla yolu var. Kişisel değerlendirmem hareketlerimi, fikirlerimi aldığım kararları bir ekolojist gözüyle mi yapıyorum? Evet. Bu anlamda yeşil siyaset yapmaya çalışan biriyim. 

Melisa Kutluğ: Yeşil Düşünce Derneği çalışan olarak hem bireysel olarak hem de kurumsal olarak Türkiye’de yeşil siyaset alanının gelişmesi ve yaygınlaşması için çalışan bir aktör olarak tanımlıyorum. Yeşil Düşünce Derneği yaklaşık 16 senedir Türkiye’de ekoloji, demokrasi, sosyal politikalar temelinde yeşil düşüncenin yaygınlaşması için çalışıyor. Yaptığı tüm faaliyet ve çalışmaları da bu doğrultuda şekillendiriyor.

Türkiye’de Yeşil siyaset var der misiniz? Küresel düzeyde Yeşiller’in içinde Türkiye’nin Yeşilleri nerede? Ne yapıyorlar? 

Arif Ali Cangı : Zor bir soru, tartışılması gereken konu. Türkiye’de Yeşil Siyaset var ama örgütsüz şekilde var.  Bir türlü örgütlenemedi. Küresel düzeydeki Yeşiller içinde Türkiye’de Yeşil Hareket var ama aktif ve etkili değil.  En çok ilişki kurulan Avrupa Yeşiller Partisi var.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi son genel seçimde DEM parti olarak vekile ulaşması üzerine, Avrupa Yeşillerin asıl üyesi oldu. Dem Parti Avrupa Yeşiller üyesi ama her iki partinin ilişkisi ve birbirine bakışına bakarsak, istenen düzeyde değil. Politik düzeye ve Türkiye’ toplumuna yansıyan bir yönü yok. 

İbrahim Akın : Tam olarak arzu edilen düzeyde olmasa da ve politikanın genel aksını henüz belirleme gücünden uzak da olsa Türkiye’de yeşil siyaset dediğimiz bir ekoloji siyaseti elbette var. Aslında ekoloji mücadelesi zaten siyasetin kendisidir. Ekoloji, politiktir. Türkiye’de sol-sosyalist akımlar, doğası gereği kapitalizme karşıdır. Bu politik özneler, kapitalizmi aşma hedefine dönük siyaset üretmeye çalışıyorlar. İklim krizi başta olmak üzere bugünkü ekolojik tahribatın oluşmasının baş sorumlusu ise kapitalizmdir. Dolayısıyla kapitalizme karşı verilecek bir mücadele doğası gereği ekolojik de olmak zorundadır. Kapitalizmi, yarattığı tüm olumsuzluklarla birlikte ortadan kaldırma hedefi aynı zamanda ekolojik bir siyaset yapmayı, yani yeşil siyaset yapmayı zorunlu kılıyor. 

Türkiye’de 80’lerin sonundan itibaren bir Yeşil Hareket var. Zaman zaman parti olarak da örgütlenmiş. Şimdi ise 2012’den bugüne kadar kesintisiz diyebileceğimiz bir şekilde varlığını sürdüren bir Yeşil Sol Parti var. Ayrıca artık ülkedeki tüm politik özneler, siyasi partiler ekoloji vurgusunu program ve tüzüklerine yansıtmaya başladılar. Özellikle sol siyaset yürüten tüm politik özneler için ekoloji çok temel bir mücadele alanı haline gelmiş durumda. Dünyada ise ekoloji siyaseti ve doğa hakları savunuculuğu genelde gelişmiş ve sanayileşmiş ülkelerde daha ileridir. Tüm doğu toplumlarında bu alan henüz zayıftır. Bu nedenle gelişmiş batı ülkeleri ile kıyaslandığında Yeşil siyaset, Türkiye’de de göreceli olarak zayıftır. Ayrıca Türkiye’deki Yeşil Sol Parti ile Avrupa Yeşilleri arasında çok güçlü bağlar ve iletişim var.

Koray Doğan Urbarlı: Yeşil siyaset bir Yeşiller partisi akımı- damarı olarak düşünürsek dünyada ve Türkiye’de de yeşil harekette geri çekilme olduğu söylenebilir. Dünyada genelde Alman Yeşilleri önemli bir faktör: Alman Yeşilleri kazanmaya başlayınca yeşil dalga gerilediğinde geriye gitme yeşil dalgada görüyoruz. Genel bir geri gidiş var. 

Türkiye’de ise 28 Mayıs seçimlerinden Erdoğan’ın tekrar seçilirken ile yeşil siyasetin olmasını istediğinin tam tersinin yaparak kazandı. Bu da Türkiye’de yeşil siyaset adına olumsuz bir netice: biz de de yeşil siyaset geri çekildi: Avrupa’ da Rusya’nın Ukrayna işgali, Filistin’e karşı etkisiz kalmaları da buna örnekler.  

Yeşil siyaset küresel düzeyde gerileme içinde; iklim krizine karşı mücadele de geri plana düştü. Uzun süredir bu kadar sessiz bir COP süreci geçirmemiştik; bu da gerilemeyi gösteriyor. İklim krizi ciddileştikçe kamuoyunda ters orantılı olarak ilgi düşüyor, bu da bizim başarısızlığımız olarak görülebilir. 

Melisa Kutluğ: Elbette “var derim, iklim-ekoloji kurumlarının yaptığı çalışmaları, ortak açıklamalar ve faaliyetleri ve de aslında Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde var olan yerel mücadeleler yeşil siyasetin bir parçası. Ancak dünyadaki örneklere kıyasla yeterince kurumsallaşmış ve de yaygın bir tabandan bahsedemiyoruz. Ve yine küresel düzeyde düşündüğümüzde Yeşiller siyasi arenada kendine bir yer edinmiş değil. Bunun en önemli göstergelerinden biri 2020 yılında kurulmak için harekete geçen Yeşiller Partisi’nin İçişleri Bakanlığı tarafından önüne çıkartılan engellerde gördük. Yeşiller Partisi alındı belgesini alamadı ve partileşme sürecini tamamlayamadı.

“Yeşil Siyaset: Çevre Mücadelesi Yürüten Tüm Yapıların Toplamı!”

Türkiye’de çeşitli STK-topluluk-örgütlülük içinde sürdürülen ekoloji mücadelelerinin yanı sıra, “yeşil siyaset” yapan ve aktif olarak hangi kişi ve kurumları sayarsınız?

Arif Ali Cangı : Zorunluluktan her yerde küçüklü büyüklü ekoloji hareketleri var, yaşam bunu dayatıyor. Bunlar yaşam ve geçim varlıklarının ortadan kalkmasıyla kendiliğinden oluşan halk hareketleri.  Sorunun ortaya çıkmasıyla belli bilince ulaşanlar var, sürekli hale gelmesinden umut veren gelişmeler de var. 

En son örneği Akbelen direnişi gibi somut ve güzel örnekler yaşandı. Bu yaz 23 Temmuz’da kolluk korumasında maden şirketinin desteğiyle Akbelen ormanını kesti ama mücadelenin kendisi çok önemli. Fakat Akbelen mücadelesi ile yeşil siyasetin ilişkisi olmadı, politik aktörler gündemde olduğundan yakından ilgilendiler. Ağaç kıyımından sonra, neredeyse tüm muhalefet Akbelen’e geldi ancak bunlarla organik bağ olmadı. Bu en can yakıcı boyut şu: yeşil siyasetin aktör olduğunu ileri sürenler Akbelen’de yoktu. Bunun yerine Yeşil Sol Parti ve Yeşiller ve Sol Gelecek Parti oradaydı. 

Cemre Nayir : Türkiye’de ekoloji mücadelesi iddiasında olan kurum ve STK saymakla bitmez, bunlardan en önemli bulduklarım kendi yerellerindeki madenlere karşı mücadele eden yerel derneklerdir. Bu dernekler önemli, çünkü ekolojik kriz meselesinin her kapının önünde olduğunu anlatıyor, en çok da sistemin en yıkıcı ekstraktivist politikalarına karşı olduğu yerden doğru bize çok şey anlatıyor. 

Bir diğer husus da şu: Yeşil siyaset bize fosilden çıkışın ve yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişin bir tür kurtuluş olduğunu Adil Geçiş hikayesiyle anlatmak ister. Fakat bunu hali hazırdaki ekolojik sorunların asıl temeli olan kapitalist ekonomiye çok da değinmeden anlatır. Sanki sadece petrol, doğal gaz ve kömürü çıkarmayı bıraksak şimdilik yetermiş gibi anlaşılır bu hikâye. 

Aslında bu yerel maden karşıtı mücadeleler, hikâyenin farklı olduğunu gösterir bize. İda’daki direniş kömüre değil, altına karşı. Altınla ilgili çok söz söylemez Yeşil siyaset çünkü özünde Adil Geçiş, sermayenin kendisinin aynı düzenle fosilden diğer madenlere geçişidir. Sadece bir miktar finansal destekle sömürülen toplulukları parayla satın alacaktır pratikte. 

Burada sistem karşıtı ekoloji hareketlerinden Polen Ekoloji’ye değinebilirim. Yakın zamanda birkaç bileşenli Yaşam Altından Değerlidir kampanyasının başlamasına çalışıldı. Bu kampanya özellikle ekstraktivizme vurgu yapıyor. 

Onun dışında benim de çeviri konusunda bir ara destek verdiğim fakat şimdi iş yoğunluğundan çok üzerine düşemediğim Yeşil Düşünce Derneği ve Yeşil Gazete var, EGP politik hattından doğru çalışmalar yürütüyorlar. Onlara ek olarak imkansızlıklara rağmen ilerlemeye çalışan bir Yeşil Siyaset Dergisi var.

Sol mücadele içinde Yeşil Sol Parti dışında özellikle gençlerle ilgili sayabileceğimiz Genç Yeşiller, Doğanın Çocukları gibi gruplar var. Gençliğin ekoloji hareketine katılımı çok önemli, dünyayı yerle yeksan eden neoliberal sistemin kurucularından medet ummuyoruz. Onların ötesinde bazı başka STKlar var, ekoloji kisvesiyle yeşil yıkamadan öteye gidildiğini düşünmüyorum. Sistemle çok yakın olan hareketlere güvenmiyorum, zaman kaybından başka bir şey değil.

İbrahim Akın: Aslında Türkiye’de çevre ve doğa hakları mücadelesi biraz da koşulların etkisiyle kendiliğinden yükselen bir eğilim gösteriyor. Bu hareketler daha çok da yerelde örgütlenip, yerel ekolojik sorunlar üzerinden büyüyor. Bu çok doğal bir durumdur. Çünkü örneğin bir maden sahasının ya da bir kömür santralinin etkisini en yoğun hissedenler ve o tahribatın yaratacağı yıkımla ilk karşılaşacak olanlar, o yerelde yaşayanlar olacak. Bu nedenle ilk olarak o yereldeki insanlar örgütlenip çevre mücadelesine başlıyorlar. 

Biliyorsunuz Türkiye’de örgütlü, kapsamlı ve uzun soluklu ilk çevre direnişleri 90’lı yılların başında Bergama’daki altın madenine karşı gerçekleşmişti ve Bergamalı Köylüler tarafından uzun yıllar boyunca sürdürülen bir direniş olmuştu. O günden bu yana birçok yerelde benzer direnişler ve mücadele platformları oluştu. Bugün aslında Türkiye’nin dört bir tarafında irili odaklı yüzlerce örgüt, çevre platformu veya inisiyatif, çevre mücadelesi yürütüyor. Bunların hepsinin toplamı Yeşil Siyasettir aslında. 

Koray Doğan Urbarlı: TİP olarak neredeyse tüm ülkeye yayılan bir ekoloji ağına sahibiz, üyelerimiz sayesinde.  Bir çevre mücadelesi olduğunda ses çıkarabilecek yapıdayız. Kendi durduğum yerden bakınca en yakın gördüğüm TİP. 

Yanı sıra, Yeşiller benim de içinde olduğum ama kurulamayan yeşiller Partisi devletin boğdurması sonucu, ortaya çıkan o grup çok aktif durumda değil. Dem Parti ile tekrar kurulan Yeşil Sol Parti var; ne kadar aktif, bilmiyorum; çok takip etmiyorum, özel olarak bakmayınca görülmeyecek kadar aktif değiller. 

Bana göre biz Türkiye’de belli çevre mücadelelerindeki hareketlilik Yeşil siyasette kendi var etmek isteyen yapıların odağı. Bu hareketlilikler hala insanların gözünü çevirdiği yerler. Bütün halkın katıldığı çeşitli eylemler oluyor, bir şekilde. Oradaki sosyal hareketlilik siyasetçilerin ilgisini çekiyor. Bu tabi ki yeşil siyaset değil ama siyasetçilerin ilgisini çekiyor. 

“Azınlıkta Buluşan Yeşiller ve Yeşil Olmaya Çalışan Sol Özeleştiri Vermeli!” 

Türkiye Yeşilleri yeterince güçlü ve aktifler mi? Yeşiller kendilerine özeleştiri yapmalı mı? 

Arif Ali Cangı : Yeşiller tabi ki özeleştiri yapmalı, muhalefetin tamamı özeleştiri yapmalı. Yeşiller de kendi özeleştirisini vermeli. Yeşil olmaya çalışan sol da vermeli!   

Türkiye’de Yeşil Siyaset içinde 2 kanat var: ilk Yeşiller Partisi’ni kuran, ardından ikinci Yeşiller Partisini kuran ve sonra Yeşiller ve Sol gelecek partisi kuran Yeşiller- Yeşil Hareket.  Şu an Yeşil Hareket azaldı, şu an da partili değil.  Seçimden önce partileşme çabası oldu ama İçişleri Bakanlığı’nın engellemesiyle partileşemedi. Sürecin sonunda partileşemeyince Yeşil Harekette dağılma oldu. Öte yandan Yeşil politika üretmeye çabalayan sol hareket var: Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nden kalanların kurduğu Yeşil Sol parti, bu parti DEM Parti bileşeni olarak kuruldu. 

Hepimizin özeleştiri vermesi gerekiyor. Örneğin Yeşiller ve Sol Parti’nin kuruluştaki coşkunun kalmaması, dağılması eleştirisi yapılmalı, ki bundan sonraki süreçte dağılma ve küçülme neden olmadan benzer hataların yapılmasın. 

Cemre Nayir: Yeşiller mevcut durumda güçlü veya aktif değil, özeleştiri verilecek bir mekanizma da mevcut değil. Bence asıl özeleştiri vermesi gereken özellikle sol siyasetin herkesi derinden ilgilendiren ekoloji konusunda neden bir yaygın kongre kurmadığıdır. Anti-emperyalist bir ekoloji kongresinin kurulması, yürütülmesi hayvanların, kadınların, LGBT+ların, tüm ezilen ve her türlü emperyalizmden nasibini almış tüm halkların mücadelesine içkin ve aşkındır. Ekoloji mücadelesi hepimizin varoluşuyla yakından ilgilidir ve bizi birleştirebilir, güçlü bir birleşik solu kurmakta etkili bir araç olabilir, tabii bunun altını çok iyi doldurmak gerekir.

İbrahim Akın: Türkiye’de Yeşil siyasetin, yani ekoloji siyasetinin, 80’lere kadar dayanan yaklaşık 40 yıllık bir geçmişi var. Zaman zaman Yeşil siyasetin Türkiye gündemini belirlediği eylemler ve direnişler de olmuştur : 2013’teki Gezi Direnişi bunların en başında gelir. Gezi, bir çevre hareketi ile başladı ve büyüdükçe politik bir içerik de kazandı. Politik içerik kazanması kaçınılmazdır. Çünkü çevre, doğa, iklim, ormanlar durup dururken kendi kendine tahrip olan varlıklar değil. Bu tahribatı yaratan bir sistem var. Yeşil siyaset ve ekoloji mücadelesinin temel hedefi ise doğayı tahrip eden bu sisteme karşı mücadeleyi örgütlemektir. Bu nedenle Gezi’deki direnişin politik bir içerik kazanmış olması o hareketin zaafı değil, doğal yöneliminin bir sonucuydu.

Gezi kadar büyük olmasa da Yeşil siyasetin ve ekoloji mücadelesinin Türkiye gündemini belirlediği başka örnekler de olmuştu. Bergama, Karadeniz, Akbelen gibi direnişler bunlardan bazılarıdır. Güçlü olup olmadığı meselesine gelince, Türkiye’de sadece Yeşil siyaset değil, siyasetin kendisi zaten zayıflatılmış durumdadır. Dolayısıyla Yeşil Siyaset de arzu edilen düzeyde güçlü değildir maalesef.

Koray Doğan Urbarlı : Çok açık yeterince güçlü ve aktif değiliz. Özeleştiri yapmamız gerekir, belli konulara saplanıp kalma, belli konularda toplumun değişimini okuyamama, sorunlarımızdan biri eskide kalma konusu bizim sorunlarımızdan biri. 

Bence Türkiye’de nükleer karşıtı hareketin geldiği nokta, yıllar öncesine göre çok geride. Şu anda nükleer enerji toplumsal karşı çıkış varken, toplum kesimleri kabul edilebilir noktaya geldi, biz bu değişimi okuyamadık.   Ses çıkartanlardan uzaklaşan, toplumdan uzaklaşan, sesi çıkartmaya doğru hareket edemeyen bir yapı olduk. Bu da yeni insanların yeşil siyasete katılmamasıyla oldu. Üniversite öğrencilerini kendimize çekemedik. En mükemmel muhalifi arama derdinde, insanların burnu havada gördüğü bir şekle büründük. Biz en büyük toplamda buluşmak yerine en ideal azınlıkta buluşmaya çalıştık. Azınlıkta kalınca da tabi yeterince güçlü ve aktif olamıyorsun. 

Melisa Kutluğ: Bugün partileşme süreci bakanlık tarafından engellenen ve iki seçim sürecine dahil olamayan bir partinin üyesi olarak, elbette özeleştiri yapacağımız noktalar mevcut diyebilirim. Ancak Türkiye’de “marjinal” olarak etiketlenen pek çok yapının karşılaştığı zorluklar gibi hareket alanı gittikçe daraltılıyor. Elbette tüm vurguladıklarıyla Yeşilleri’nin daha güçlü ve aktif hale gelmesi gerektiği aşikâr. Özellikle örgütlenme, kapsayıcılık ve etkili bir politika iletişimi konusunda daha fazla çaba sarf edilmesi gerekiyor. Özeleştiri ise bu çabanın temel bir parçası; stratejileri yeniden değerlendirmek ve toplumsal hareketlerle bağları güçlendirmek adına bir önem taşıyor.

Liberal-Genç Muhalifler: Merkezden Değil Çeperden Siyaset! 

Sosyal Demokrat Sivil Siyaset Ağı: Kurtarıcı Biz Sıradan Yurttaşlarız…