Türkiye ekonomisinin önemli kırılma noktalarından birisi olan 24 Ocak 1980 Kararlarının 45’inci yılındayız. 24 Ocak 1980, çoğu zaman 12 Eylül darbesiyle ilişkilendiriliyor ve hâlâ konuşulmaya devam ediyor.
Yeni bir liberal dalganın başlatıldığı ve ülkenin şok bir liberal laboratuvara sokulduğu 24 Ocak tarihi ve alınan kararlar, şimdiki ekonomik gidişatı ne kadar açıklıyor? Bu kararların hayata geçirildiği politik ortam sürüyor mu? 2025’in 24 Ocak’ının, 1980’nin 24 Ocak’ından ne türk farkları var?
Fikir Gazetesi olarak, bugünün nasıl anlaşılması ve ele alınması gerektiğini, akıllara takılan kimi soru işaretlerini İktisatçı İlhan Döğüş ile konuştuk. Sorularımıza cevap veren Dr. Döğüş, 24 Ocak Kararları ile 12 Eylül Darbesi arasındaki akrabalığa dikkat çekerken, 24 Ocak Kararlarının ve yürürlüğe koyduğu ekonomi politikalarının henüz tedavülden kaldırılmadığını işaret ediyor.
Öte yandan İktisatçı Döğüş, egemen ekonomi anlayışı hakkında da önemli bir çözüm yolu önermiş oluyor:
“24 Ocak Kararlarını bilimsel gerçekmiş gibi sunan iktisat teorisinin tepeden tırnağa yanlış olduğunu kabul etmekle başlanmalıdır…”
İktisatçı ilhan Döğüş, Fikir‘in sorduğu sorulara şu cevapları verdi:
“24 Ocak Kararları, 12 Eylül Darbesi İle Mümkün Olabildi”
24 Ocak Kararları ülke tarihinin en kritik eşiklerinden biri olarak kabul ediliyor. Bu dönemin en belirgin özelliği ne idi ve 12 Eylül darbesine giden süreçte neler yaşandı? 24 Ocak ile 12 Eylül arasında bir organik bağ var mıdır?
24 Ocak Kararlarına giden süreçte solun güçlenmesinin kritik bir önemi olduğu açık. Sadece Türkiye’de değil, gelişmiş kapitalist ekonomilerde de güçlü sendikalar sayesinde mobilize ve örgütlü olan emeğin, milli gelirden aldığı pay yüksekti ve artıyordu. Toplam nüfusun 40 milyon, İstanbul nüfusunun 3 milyon olduğu, 1977 yılında 34 kişinin öldürüldüğü Taksim’deki 1 Mayıs kutlamalarına 500 bin kişinin katıldığı hatırlandığında, 3 yıl sonraki 12 Eylül darbesinin sebepleri de netleşecektir. Bu, Türkiye’deki her 80 kişiden birinin, İstanbul’daki her 6 kişiden birinin, Taksim’deki 1 Mayıs kutlamasına katıldığı anlamına geliyor. Bu egemenleri sarsan, ürküten bir görüntüdür. Naomi Klein‘ın Şok Doktrini kitabında vurguladığı üzere, neoliberal iktisat politikaları Şili’de, Arjantin’de ve başka birçok ülkede darbeler, doğal afetler gibi olağanüstü haller sonrasında toplumlara zorla dayatılmıştır. Türkiye ekonomisini neoliberal politikalara entegre eden 24 Ocak Kararları da 12 Eylül darbesi ile mümkün olabilmiştir. Vehbi Koç’un Kenan Evren’e gönderdiği mektup birçok şeyi aydınlatmaya yetmektedir.
“12 Eylül, Finans Kapitalizminin Önünü Açmak İçin Devlet Müdahalesi Olarak Cisimleşti”
Bu kararlar, her ne kadar iktisadi bir değişim manzumesi olarak öne çıksa da çok önemli bir liberal müdahale rejimini de ülkeye dayattı aslında. Bu dönem, toplum için ekonomik ve siyasal açıdan neler anlatıyor bize?
Büyük Dönüşüm isimli kitabında Karl Polanyi piyasa ekonomilerinin hiçbir toplumda kendiliğinden filizlenip kurulmadığını, tam aksine devlet eliyle kurulduklarını ve ayakta kalabildiklerini tarihsel bir analizle anlatmaktadır. 12 Eylül darbesi de küreselleşmiş finans kapitalizminin önünü açmayı hedefleyen dünyadaki devlet müdahalelerinden biriydi. 1945 ile 1980 arasında alternatif bir sosyalist rejim olduğu için Keynesyen sosyal refah politikaları sayesinde işçi sınıfını sisteme ikna etmek için ücretsiz sağlık ve eğitim, sosyal haklar ve yüksek ücretler gibi imkanlar sunuldu. Fakat Sovyetler Birliği’nin zayıflamaya başlaması ve Batı’da işçi sınıfının çok güçlenmesi karşısında, bu iç talep yönetimine dayalı iktisat politikasından ve işçi sınıfına verilen tavizlerden vazgeçildi. Hem iç talebin yerine dış talebi ikame etmek için hem de artan grev maliyetlerini bertaraf etmek için sermayenin önündeki ulusal sınırların kaldırılması gerekiyordu.
“Sus Payı Verildi ve Rıza Üretildi”
Bir yandan üretimin küresel ölçekte parçalanması sayesinde grevler tehdit olmaktan çıkarken, öbür yandan da ülkelerin iktisat politikaları ihracat fazlası vermek üzere tasarlandığından ötürü, ücretlerin baskılanmasına dayanan ve sermaye çekişini cezbedecek tavizler ile örülü bir ‘race to bottom’ denen aşağı doğru yarış hakim oldu. Çin’de yoğunlaşan üretimin ve dolar bolluğunun mümkün kıldığı ucuz ithalat sayesinde düşürülen enflasyon işçi sınıfına verilen bir sus payı oldu. Ve bu düşük enflasyonu korumak için de küresel finans sermayesine yüksek faiz vermek gerektiği yönünde rıza da üretildi. Böylece finans sektörünün de sadece ulusal finans piyasalarıyla sınırlı olmaktan çıkıp spekülasyonlarını farklı ülkeler arasındaki kur ve faiz farklarından faydalanma imkanlarına kavuşması amaçlanıyordu. Üniversitelerdeki iktisat departmanları da bu küresel finans kapitalizmini tahkim etme hedefine dönük şekillendirilerek alternatif iktisat okullarının temsilcileri tasfiye edildi ve tüm iktisat departmanları tek bir yaklaşıma hapsedildi. Sosyal demokrat ve muhafazakâr merkez sağ partilerin iktisat politikaları arasında hiçbir fark kalmadı çünkü iktisat teknik bir bilimdi ve boyun eğmemiz gereken bilimsel acı reçeteler vardı.
Sınıf Atlama, İşçi Sınıfının Bölünmesi, Değersizlik Duygusu…
24 Ocak Kararları 12 Eylül rejiminin uygulamaları ile bir paket oluşturduğundan sadece ekonomik değil, siyasal, toplumsal, kültürel dönüşüm açısından da önemli sonuçlar doğurdu diyebiliyoruz. Bu dönem, toplumsal hayatı nasıl dönüştürdü? Buna halk açısından nasıl bakılabilir?
İşçi sınıfı artık siyaset sahnesinde temsiliyeti kalmayan arabesk bir kültürel ögeye indirgendi. Demokrasi ile iktisat arasındaki bağ kopartılarak siyaset, yerel ve kimliklerin tanınma sorunlarına hapsedildi. Öte yandan üniversite okudukları için ve görece daha yüksek maaş aldıkları için kendilerini isçi olarak görmeyen ve çalıştıkları tekelci firmaların pazar paylarını artırmaya dönük inovatif işler yapan beyaz yakalılar ile mavi yakalılar arasında yaratılan uçurum, işçi sınıfını ikiye bölmeyi başardı. Sosyal refah devletinin ücretsiz eğitimle sağladığı “sınıf atlama” imkanları artık geniş yığınlara değil, özel üniversitelerde burslu kontenjanında okuyan daha dar bir kesime sunuldu ve parlatılan bazı başarılı girişimci hikayeleriyle sosyal refah talepleri, “Bak o başardı, sen başaramadın” duygusu hâkim kılınarak bastırıldı. Özellikle beyaz yakalı işçiler güvencesiz ve esnek çalışma koşulları altında değersizlik duygusuyla boğuşur oldular.
“Ara Dönemi ‘Post-modern Çoğulcu Neoliberalizm’ Olarak Tanımlamak Olanaklı”
24 Ocak Kararları, genel bir kanı olarak Türkiye’de sermaye sınıfının yeniden yapılanmasını sağladı ve solun siyasal etkisinin zayıflamasına neden oldu. Bu tespite göre, bugüne kadar ki ara dönemi nasıl tarif etmek gerekir ve son tahlilde, 12 Eylül’ün rotası ile AKP rejimi nerede buluşuyor?
1980 ile 2016 arasındaki neoliberal dönemi ‘post-modern çoğulcu neoliberalizm’ olarak tanımlayabiliriz. Yani politika alanında olarak farklı kimliklerin tanımlama taleplerini mümkün kılan, siyaseti bu taleplerin etrafında tasarlayan, çoğulcu bir demokrasiye görece izin veren bir neoliberalizm oldu. Ancak Trump’ın 2016’da seçilmesi, Le Pen’in Fransa’da ivme kaydetmesi, Almanya’da göçmen karşıtı ırkçı AfD’nin yükselmesi, Suriye’deki savaştan kaynaklı göç dalgasının yarattığı yabancı düşmanlığı ve IŞİD’in yarattığı İslamofobi ile bugün ‘faşist bir neoliberalizme’ doğru ilerliyoruz gibime geliyor. AKP de adaptasyon kabiliyeti yüksek pragmatist bir parti olduğu için her iki neoliberalizmi uygulamakta gayet başarılı. 2016 öncesinde Türkiye’nin kimlik sorularına görece liberal demokrat yaklaşmayı deneyen AKP, 2016 sonrasında tekçi ve milliyetçi bir zihniyet çerçevesinde kimlik sorunlarına yaklaştı ama her iki dönemde de neoliberal iktisat politikalarını uyguladı.
24 Ocak Kararları Tasfiyeye Uğramadı; O Hâlde Sürdürülüyor Demektir”
Son olarak, 24 Ocak kararları sizce sürüyor mu? 2025’in 24 Ocak’ında yoksa yeni bir 24 Ocak konjonktüründe mi yaşıyoruz? Bu girdaptan çıkışın reçetesi nerede aranmalı?
Kemer sıkan, özelleştiren, sosyal hakları budayan iktisat politikaları tasfiye edilmiş olmadığına göre 24 Ocak kararları devam ediyor demektir. Bundan çıkış da sosyal refah politikalarını güçlü bir sendikal hareket desteğiyle savunan güçlü bir sol partinin alternatif bir iktisat paradigmasına yaslanması ile mümkün. Öncelikle 24 Ocak Kararlarını bilimsel gerçekmiş gibi sunan iktisat teorisinin tepeden tırnağa yanlış olduğunu kabul etmekle başlanmalı.
“Neoliberal Hegemonya”nın 45 Yılı: 24 Ocak Kararları Türkiye’yi Nasıl Dönüştürdü?
Bir Liberal Rota Hikâyesi: “24 Ocak Kararları ve Piyasanın Eli”
45 Yıldır Değişen Bir Şey Yok: “Hala 24 Ocak Kararlarının Çizdiği Çerçevenin İçerisindeyiz”
İmralı, Barış, Çözüm: Konjonktür Bize Ne Anlatıyor, Süreç Nereye Evriliyor?