₺0,00

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Latin Amerika’da Sol Belediyecilik X: Otoriter Neoliberalizm ve Sol Belediyecilik

2000’lerin başında Latin Amerika, halkçı hareketlerin yükselişiyle yeni bir politik ufka yelken açtı. Kıtada toplumsal adalet ve kamucu politikaları önceleyen sol iktidarların birbiri ardına güç kazandığı bu dönem, tarihe Pembe Dalga olarak kazındı. Ne var ki, bu dalga sonsuz bir akış içinde seyretmeyecek, 2013-2014 yıllarında dünya ekonomisinin sarsılmasıyla kırılgan bir zemine oturduğu açığa çıkacaktı. Meta fiyatlarındaki keskin düşüş, ABD’nin giderek daha açık müdahaleleri ve sağcı aktörlerin küresel finans çevreleriyle kurduğu ittifaklar, sol hükümetleri köşeye sıkıştırdı. Pembe Dalga’nın yavaş yavaş çekilmesiyle, yerini otoriter neoliberalizmin sert rüzgârlarına bırakan bir dönem başladı.

Bu dönüşümün en çarpıcı yansımalarından biri, sol hükümetlerin ekonomik temellerinin sarsılmasıydı. Latin Amerika’nın büyüme motorlarından biri olan doğal kaynak gelirleri, petrol ve doğalgaz başta olmak üzere temel emtia fiyatlarındaki düşüşle birlikte giderek tıkanmaya başladı. Venezuela’da Chávez’in mirasını devralan Nicolás Maduro, bir yandan derinleşen ekonomik krizle, diğer yandan ABD yaptırımlarının yarattığı kıskacın baskısıyla mücadele etmek zorunda kaldı. Bolivya’da Evo Morales’in kamulaştırmaya dayalı kalkınma modeli, küresel piyasalardaki dalgalanmalara dayanamaz hale gelirken, Brezilya’da Dilma Rousseff sağcı medya ve yargının koordineli saldırılarıyla devrildi; yerine Michel Temer’in neoliberal düzeni tesis eden yönetimi getirildi. Arjantin’de Kirchnerler’in ardından gelen Mauricio Macri, finans kapitalin desteğiyle kıtaya yeni bir neoliberal saldırı dalgası başlattı.

Ancak otoriter neoliberalizmin yükselişi, yalnızca ekonomik bir düzen değişimiyle sınırlı kalmadı. Siyasal ve kurumsal düzeyde de köklü dönüşümler yaşandı. ABD’nin bölgedeki sağcı aktörleri desteklemek adına kullandığı araçlar, finansal yaptırımlardan diplomatik baskılara, sivil toplum kuruluşları üzerinden yürütülen algı operasyonlarından doğrudan rejim değişikliği girişimlerine kadar geniş bir yelpazeye yayıldı. Bolivya’da Evo Morales’in seçim zaferi, Amerika Devletleri Örgütü (OAS) tarafından “hile” iddiasıyla gölgelenerek askeri bir darbenin zeminini oluşturdu. Ekvador’da Rafael Correa’nın mirasını taşıması beklenen Lenin Moreno, kısa sürede yönünü değiştirerek ülkeyi neoliberalizmin kollarına teslim etti. Kolombiya ve Şili gibi ülkelerde, giderek artan protestolar, sağ iktidarların baskıcı yönetim refleksleriyle karşılandı; sokaklar şiddetin, toplumsal muhalefet ise sistematik baskının gölgesinde kaldı.

Pembe Dalga’nın gerileyişi, Latin Amerika’daki sol iktidarların dayanışma ağlarını da zayıflattı. Bölgesel entegrasyon çabaları sekteye uğradı, toplumsal kazanımları koruma iradesi güç kaybetti. Ancak tüm bu çalkantılar içinde, neoliberalizmin dayattığı kuralların dışında kalan, halkçı yönetim anlayışına tutunan deneyimler de varlığını sürdürdü. Arjantin’in Rosario kenti ve Şili’nin Recoleta belediyesi, otoriter neoliberalizm koşullarında dahi sol belediyeciliğin mümkün olduğunu kanıtladı. Bu tür yerel yönetimler, halkın doğrudan katılımına dayalı politikalarla alternatif bir model inşa etmeye devam ediyor. Onlar, kıtanın sertleşen neoliberal karanlığında birer umut ışığı olarak parlıyor ve ilerici politikaların, yerel düzeyde nasıl dirençli ve kalıcı bir miras oluşturabileceğini gözler önüne seriyor.

Latin Amerika’da Sol Belediyecilik IX: Direnişin Asi Şehri El Alto

Latin Amerika’da Sol Belediyecilik VIII: Venezüela Komünleri

Latin Amerika’da Sol Belediyecilik VII: Pembe Dalga ve Sol Belediyecilik