₺0,00

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

14 Şubat: Bir Tükenme Günü mü?

Tüketim, tüm etkisi ve araçları ile hayatımızın içerisine dokunmuş durumda. ‘Üretken bir biçimde savurganlık dönemi’ diye adlandırılan ve süreklileştirilmiş bir tüketme makinesine evrildiğimiz bu çağda, tüketim ve tüketmek edimi bir ‘çılgınlık’ noktasına erişmiş bulunuyor.

Yaşadığımız çağda, tüketim de insanların kendilerini “anlamlandırma” aracı haline dönüştü. Fransız düşünür ve sosyolog Baudrillard’a göre ise böyle bir toplum yapısında doğal ihtiyaçlar ile ikincil ya da soyut (sahte) ihtiyaçlar olarak kodlayabileceğimiz ihtiyaçlar birbiri içerisine girmiş, ayrımlar belirgin olmaktan uzaklaşmıştır. Bu uzaklaşmanın vardığı sonuç ise ihtiyaçlardaki belirsizliğin aksine, oldukça açıktır. Tüketim bir ihtiyacı giderme yöntemi olmaktan çıkmış, simgeler, imgelemler, semboller ve imajlar dünyası kurgulamıştır. 

Bu dünyada insan, tekil bir birey olarak başa yazılır ve birey için önemli olan gerçek gereksinimleri değil, toplumsal bir ayrıcalık, prestij ve statü kazanabilmektir. 

Buna göre, günümüz kapitalist sistemi içerisinde yaşayan kitleler, bireylere ayrıştırılırken, bireyler de Guy Debord’un ifadesi ile bir ‘gösteri toplumunda’ yaşamını sürdürür. 

Peki, 14 Şubat Sevgililer Günü de böyle bir tüketim ritüeli için mi yaratılmıştır? Ya da aslında bu şekilde üretilmeyen ve tarihi çok eskilere giden bu günün bir “tüketme” ritüeline dönüştürülmesi yaşadığımız sistemin bir sonucu değil midir?

Hiç kuşku yok ki, günümüzde kutlanan birçok özel gün, tüketim eylemlerinin de odağı haline dönüştürülmüştür. Bu, yalnızca 14 Şubat’a özgü bir tarif değildir. Özel günler ve bu günlerin vazgeçilmezi olan hediyeleşme ritüelleri, alışveriş yapma, para harcama ve bu yolla da bir başkasını mutlu etme, ona olan “sevgiyi kanıtlayabilme” fikri üzerine inşa edilmektedir.

Kimisine göre bu günler bir “mutluluk endüstrisini” işaret ederken kimine göre ise romantik sevgililiğin yeniden üretimidir. Ancak buradaki kritik soru şudur: 14 Şubat’ta insanlar sevgi için mi tüketir yoksa sevgilerini mi tüketirler? Kişiler tükettikleri ölçüsünde mi sevdiklerini ispat ederler?

Örneğin, bu ve benzer günlerde ortaya çıkan hediyeleşme rutinleri, kimilerine göre sevginin bir ölçüsü olarak anlam kazanırken, hediye almayanlar veya buna direnenler bir “tüketim karşıtı” olarak yerleştirileceklerdir. Ancak her iki taraf da bir “baskı” hissedecek ve o gün bir şeyler yapmak ya da yapmamak kişi ya da kişileri töhmet altında bırakabilecektir. Bu baskı, tekil bir baskıdan çok, içinde yaşadığımız tüketim çağının doğal basıncı olarak okunabilir. Aslında yaşanılan günün, dünden ya da bir sonraki günden herhangi bir farkı olmasa da o gün, kolektif tüketimin artırılması için ayrılan günlerden yalnızca birisidir ve örgütlenmelidir.

Özel kampanyalar, promosyonlar ya da indirim etiketlerinin “tüketim tuzağı” olması bir yana, kişinin başka bir kişiyi “romantik” olarak sevmesiyle, hediyenin büyüklüğü, niteliği ya da bedeli arasında ne tür bir ilişki kurulabilir?

Hiç kuşku yok ki tüketim çağında insanların duydukları yoğun inanç, bireyin kendisini tükettikleri ile var etmesine, toplum nezdinde bir statü/konum elde etme yarışına ortak hissetmesi kaygısına yaslanmaktadır. Tüketim, Veblen’in conspicuous consumption (gösterişçi tüketim) kavramıyla açıkladığı gibi insan varoluşuna ‘gösterişli’ anlamlar yüklerken, kişilere de yeni roller verecektir. Bu kişilere, “sevgililer” de dahildir. 

Gerçek ihtiyaca yaslanmayan, gösterişe dayalı tüketim, gün sevgiyi öne çıkartan bir gün olarak gösterilmiş olsa da özünde, kimi hayallerin canlı tutulmasına yarar ve sevginin de metalaşmasına alan açar. 

Sevgi, hem tek kişiye hem de tek güne daralırken, hisler hediyelerle paketlenir. 

Oysaki sevgi, pakettekinde değil, her zaman ve hakikatinde de olduğu gibi çevreye, kişiye, aileye ve topluma duyulanda, kimi zaman karşılıksız dahi olsa hissettirilendedir. 

14 Şubat’ın Tarihinden Kısa Notlar

Sevme Fikri, Sosyal Yaşam ve 14 Şubat

Sevgililere Özel Mönü