₺0,00

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Sevgililere Özel Mönü 

“14 Şubat, 1800’lü yıllarda Amerikalı Esther Howland’ın ilk Sevgililer Günü kartını yollamasından bu yana çok sayıda insanın kutladığı toplumsal bir olay olmuştur. Bunun doğal sonucu olarak, olayın ticari yönü çok fazla önem kazanmış ve Sevgililer Günü, tüm dünyada ticaretin canlandığı bir dönem hâline gelmiştir’’ (1)

Böyle başlamış, eğer doğruysa 14 Şubat hadisesi. Şahsen bu vesileyle öğrenmiş bulundum. Daha önce kimin bu günü yarattığına ilişkin bir fikrim yoktu. Çoğu tüketim karşıtı gibi, “Amaan yahu kapitalizmin uydurmaları bunlar. Millet daha çok satın alsın diye güzel güzel gün uydurmuşlar’’ dedim ve geçtim. Üzerinde öyle çok da düşünmedim. Ama evet. Bu gün şirketler ve pazar için inanılmaz bir satış alanı. Daha günler öncesinden ve hatta şubat ayı başında reklamlar, etkinlik duyuruları, kampanyalar, yeni yeni hediyelik icatlar, özel geceler, konseptler, falanlar filanlar… Lüks restoranlarla birlikte çiğ köftecilerin, kebapçıların bile satış pazarlama fırsatı olarak gördüğü bir gün 14 Şubat. Sevgililere özel mönü! Sevgiyi fırsata çeviriyoruz yani.

Bir de, bu pazarlama nedense ve çoğunlukla kadınlar ‘için’, onların ‘gönlünü alma’ üzerinden yapılıyor. Kozmetik ürünler, kalpli aksesuarlar, parfümler, kalpli yastıklar, gecelikler, çiçekler, böcekler… Erkeklerin sevgiye ihtiyacı yokmuş, yahut onlara hediye verilemezmiş gibi. Hep kadınlar ‘kandırılmalı’ gibi.

Peki, sevgiyi satabilir yahut satın alabilir misiniz? “Çağımızda maalesef bu da mümkün”, dediğinizi duyar gibiyim. Maalesef bu mümkün değil. En fazla “–mış gibi” yapılmış olur böylelikle, her iki taraf açısından da.

Sevgi, en derinlerimizden gelen bir duygu. İsteyerek, bilerek, zaman zaman sevgi duyulana öfkelenerek, kızarak, küserek, barışarak. Ama günün sonunda onu sevmeye devam ederek. Size bunun için kim rüşvet verirse vermek istesin, sevmeyeceğiniz varsa sevmiyor, seveceğiniz varsa seviyorsunuz. Ancak bu cümlenin gelişini biraz devam ettirmek istiyorum. Zira çocuklukta başlıyor, “beni öpersen sana dondurma alırım, çikolata yediririm” ler. “Şöyle yaparsan seni daha çok severim, uslu durursan en çok seni severim” ler de cabası. İyi ama böylece daha çok sevilmiş, yahut sevginizi gerçekten vermiş oluyor musunuz? Ya da çocuk şimdi sizi bunun için sevmiş mi oluyor? Veya bunun için sevmiş (gibi) olmuyor mu?

Cümle biraz karışık oldu biliyorum.

Ebeveynler, ‘karşılık’ ile sevmeyi ve sevilmeyi öğretiyorlar çocuklarına. Karşılıklılık, yahut duyguyu satma/satın alma ilişkisi böylelikle başlıyor. Yani bir “mönü” satıyorlar yahut o “mönüyü” satın alıyorlar. Sonra ne oluyor? Sonrası malum.

Tüm toplumsal ve gündelik, kişisel ilişkiler, okul ve iş ilişkileri bu karşılıklılık ve satma/satın alma üzerine inşa ediliyor. Bireyler bulundukları ve bulunacakları ortamı yahut topluluğu niteliğine göre değil, niceliğine ve onlara sunacakları ‘çıkar’ üzerine tercih ediyorlar. İşte roller burada başlıyor. Çıkar bittiğinde sevgi bitiyor ve orası hemen terk ediliyor. Bireyler toplumu oluşturduğundan, toplumsal yapı da bunun üzerine kuruluyor. Politik sevgi dahi, bir grup ve zümrenin ihya edilmesi, kayırılması karşılığında veriliyor. Oysa insan, sadece kendi sevinçleri için değil, başkalarının, toplamın sevinçleri için de sevgi duymalı. Birlikte mutlu olmak için sevilmeli. Karşılıksız sevgiyi önceleyeni sevmeli insan.

Evet. 14 Şubat, şirketler ve pazar için inanılmaz bir satış alanı. Fakat bir yanda da insanları o bir gün, yapmacık duyguların, gösterişin doğal olduğuna, sevginin, sevgililiğin tüketilebileceğine ve bir gösteriş gereci olarak kullanılabileceğine inandırma eylemi. Ya sonraki günler?

Elimizdeki tek mönü, sevginin satın alınamayacağının ve satılamayacağının yazdığı, aksi halde bunun bir sevgi değil, zorunlu katlanış yahut kendini kandırış olduğunun yazdığı bir mönü. Sevgi pazarlanır mı?

(1) Wikipedia | https://www.wikipedia.org/ 

14 Şubat’ın Tarihinden Kısa Notlar

Sevme Fikri, Sosyal Yaşam ve 14 Şubat

14 Şubat: Bir ‘Tüketme’ Günü mü?